Her eğitim sezonunun başında açılış kurdeleleri kesiliyor, protokol sıraları doluyor, mikrofonlar sırayla uzatılıyor. Yeni okul binalarının parlak boyaları, geniş merdivenleri, rengârenk panoları göz dolduruyor. Ama ne gariptir ki, göz dolduran bu binalar gönül doldurmuyor. Çünkü artık biliyoruz: Eğitim, sadece dört duvarın içinde değil; o duvarların ruhuyla, içindeki insanla ve kurulan ilişkilerle hayat bulur. Bu yüzden yeni okul binalarına değil, yaşanabilir okullara ihtiyacımız var.

Yaşanabilir bir okul; öğrenci için umut, öğretmen için huzur, veli için güven, yönetici için anlam demektir. Soğukta ısınamayan, yazın sıcaktan bunalan çocuklar için yapılan devasa yapılar, eğer içinde yaşam taşımıyorsa, eğitim adına sadece birer dekor olmaktan öteye geçemez. Eğitim bir vitrin işi değildir; eğitim, yaşamın ta kendisidir.

Bugün birçok okulda sıralar yeni, ziller elektronik, tahtalar akıllı… Ama çocuklar mutsuz, öğretmen yorgun, veliler umutsuz. Çünkü mesele binanın yeni olması değil; içinde kurulan ilişki ağı, gösterilen ilgi, verilen değer ve yaratılan öğrenme iklimidir. Ne yazık ki, eğitim politikamızda hâlâ “görüneni yap, gerisini ihmal et” anlayışı hüküm sürüyor.

Peki bir okul nasıl yaşanabilir olur?

Bir okul yaşanabilir olur; öğretmeni sesini duyurabildiğinde, görüşleri karar süreçlerine yansıdığında. Öğretmen sadece ders anlatan değil, okulun kurucu aktörü olarak kabul edildiğinde. Bugün birçok okulda öğretmen ne planlara dâhil edilir, ne süreçlere. Halbuki eğitim, bir ekip işidir. Öğretmenin dışlandığı, itibarsızlaştırıldığı bir yerde nitelikli eğitim beklemek boşunadır.

Bir okul yaşanabilir olur; öğrenci kendini güvende hissettiğinde, sözünün kıymeti olduğunda, kendine ait bir köşe bulabildiğinde. Okul sadece ders yapılan yer değil, öğrencinin karakterinin yoğrulduğu, hayallerinin filizlendiği, değerlerle buluştuğu yerdir. Sadece sınavlara değil, hayata hazırlayan kurumdur. Bu yüzden de okulun içindeki iklim, en az dışındaki mimari kadar önemlidir.

Bir okul yaşanabilir olur; veli iş birliği güçlendirildiğinde, okul-aile hattı sadece toplantılarda değil her an açık olduğunda. Veli, çocuğunu teslim ettiği yere güven duymazsa; okulun kapısından içeriye umutsuzlukla girerse, o binanın kaç katlı olduğunun ne önemi kalır?

Ve elbette bir okul yaşanabilir olur; yönetim, yönetici olmanın ötesinde bir rehberliğe soyunduğunda. Bürokrasiyi öncelemeyen, insani ilişkileri merkeze alan, öğretmeni destekleyen, öğrenciyi kollayan bir yönetim anlayışı olmazsa; okul, sadece müdür odasının ışıkları yanan bir binadan ibaret olur.

Sonuç olarak çağrımız açıktır: Eğitimde asıl yatırım, betonarme binalara değil, insan ilişkilerine yapılmalıdır. Eğitimin temeli duvardan değil, duygudan geçer. Okul; iyi öğretmenle, güçlü eğitim iklimiyle, güven veren yönetişimle, kapsayıcı anlayışla hayat bulur. Yeni binalar inşa etmeyin; umut, anlam ve değer inşa edin.

Çünkü çocuklarımızın sadece sınıfa değil, sevgiye; sadece binaya değil, inanca; sadece kaleme değil, kalbe ihtiyacı var.