Bir ülkenin kalkınmasında rol oynayan en temel dinamik eğitimdir. Eğitimin kalbi ise öğretmendir. Bir ülke, sınıflarına ne kadar ışık sarkıtabiliyorsa, o denli aydınlığa yürür. O ışığın kaynağı da öğretmenin yüreğidir, bilgeliğidir, sabrıdır. Ancak o yürek yorgunsa, o sabır tükenmişse, o bilgelik köreltilmişse; işte orada eğitim sadece kağıt üzerinde kalır, anlamını yitirir.
Bugün öğretmenlerimizin yaşadığı sorunlar sadece bireysel değildir; onlar sistemin gölgesinde büyüyen kurumsal ihmallerin ve toplumsal duyarsızlıkların yansımasıdır. Maaşlar yetersiz, özlük hakları belirsiz, çalışma koşulları ağır, saygı eksik, destek ise çoğu zaman sadece sözde kalıyor. Öğretmen, kendi çocuğunu okutmakta zorlanırken, başka çocuklara umut aşılamaya çalışıyor. Bu nasıl bir çelişkidir?
Çocuklara merhameti, adaleti, hak bilinci ve çalışkanlığı öğreten bir meslek grubunun kendi hakkı için mücadele etmek zorunda kalması, ne kadar acı bir tablodur. Öğretmen sabah erkenden okulun yolunu tutarken; zihninde hangi dersi nasıl anlatacağından çok, ay sonunu nasıl getireceği, nasıl takviye ders açacağı, nasıl başka bir gelir kapısı bulacağı düşüncesi varsa, burada artık sadece öğretmen değil, eğitim sistemi de alarm veriyor demektir.
Bir öğretmen, idealizmini kaybettiğinde bir millet hayalini kaybeder. Çünkü öğretmen sadece ders anlatmaz; kişilik inşa eder, değer kazandırır, vicdanı besler. Öğretmen suskunlaştığında, nesiller konuşamaz. Oysa biz biliyoruz ki; sınıfın kapısı her açıldığında, geleceğe bir kapı aralanır. Ve o kapının eşiğinde duran öğretmenin sorunları çözülmedikçe, öğrencilerin geleceği hep yarım kalır.
Bugün öğretmenlerin mesleki tükenmişlik yaşaması, sadece bireysel bir motivasyon sorunu değildir. Bu, bir ülkenin bilgi üretiminde, ahlak inşasında, toplumsal huzurunda derin yaralar açan bir toplumsal krizdir. Eğitimin niteliği, doğrudan öğretmenin yaşam kalitesine, moraline ve mesleğine olan inancına bağlıdır.
Sendikal haklar, liyakate dayalı atama sistemleri, eğitim yatırımlarının adil dağılımı, öğretmenlerin kariyer planlamasında şeffaflık gibi başlıklar artık eğitim politikalarının merkezinde yer almalıdır. Öğretmeni nesne değil, özne olarak gören bir bakış açısı olmazsa, reformlar lafta kalır, uygulama hayal olur.
Toplumun tüm paydaşlarına çağrımız şudur:
Bir öğretmenin başı dik, yüreği güçlü, sesi gür değilse; çocuklarımızın gözlerindeki ışıltı da kısa sürede sönecektir. Onlara gelecek vadetmek istiyorsak, önce öğretmene umut vadetmeliyiz.
Çünkü bir okulun çatısını beton tutmaz, onu ayakta tutan öğretmenin inancıdır.
Çünkü bir milletin kaderi, kalem tutan ellerin arasında yazılır.
Ve unutmayalım:
Öğretmenin sorunu, eğitimin sorunudur. Eğitimin sorunu ise, milletin yarınki halidir.