.

Bitlis’te eğitimin gerçek fotoğrafını görmek isteyen, sabahın erken saatlerinde bir okulun kapısında beklesin. Öğretmenlerin yüzündeki ifadeye baksın. O yüzlerde yalnızca mesleğin sorumluluğu yoktur. Aynı zamanda hayatın yükü, ekonomik sıkışmışlık, artan giderler ve sürekli genişleyen görev tanımlarının ağırlığı vardır. Bu tabloyu görmeden eğitim politikalarından söz etmek kolaydır. Görmek istemeyenin gözünde ise hiçbir sorun yoktur.

Oysa sorun açıktır: Öğretmen, sınıfta eğitim verirken evde geçim savaşı vermektedir. Bu ülkenin eğitim düzeni, öğretmeni ayakta tutmak yerine çoğu zaman ona yaslanarak varlığını sürdürmektedir.

Son yıllarda eğitim politikalarının merkezine konulan birçok başlık var. Projeler, yarışmalar, uygulamalar, raporlar, performans ölçütleri… Fakat öğretmenin yaşam standardı ve ekonomik güvenliği bütün bu başlıkların gölgesinde kalmıştır. Öğretmenin yorgunluğu, yalnızca sınıftaki çocukları değil, eğitimin bütününü etkilemektedir. Çünkü eğitimin en güçlü tarafı, öğretmenin kendisidir.

Bitlis özelinde sorun daha keskindir. Coğrafyanın zorluğu, ulaşım masrafları, kiralar, artan hayat pahalılığı ve görev dışı yüklerin fazlalığı öğretmenin sırtındaki yükü iki kat artırmaktadır. Öğretmen, bir öğrencinin defterini kontrol ederken aynı anda evdeki hesabı da düşünmek zorunda kalıyorsa burada bir politika başarısızlığı vardır. Bu, görmezden gelinerek çözülecek bir mesele değildir.

Sahada konuşulan gerçek, politika masalarında pek dile getirilmiyor: Öğretmenin özlük hakkı, ekonomik güvenliği ve mesleki itibarı zayıfladıkça eğitimde kalite artmıyor. Tam tersine, öğretmen kendi ayakta kalma mücadelesini verirken eğitim sistemi sessiz bir şekilde kan kaybediyor.

Öğretmenin maaşı, bugün birçok şehirde asgari geçim çizgisinin bile altına düşmüştür. Ek ders ücretleri yıllardır reel değerini kaybetmiştir. Görev tanımı dışında dayatılan işler, öğretmeni asli görevinden uzaklaştırmaktadır. Eğitim politikası adı altında yapılan uygulamaların büyük kısmı, öğretmenin omuzuna yüklenen ek bir angaryadan ibarettir.

Bu durum yalnızca ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda bir yönetim tercihidir. Bir ülkede öğretmen yükseltilir ya da yalnız bırakılır. Arası yoktur. Öğretmeni güçlendirmeyen bir politika, eğitimi güçlendiremez. Öğretmeni desteklemeyen bir sistem, vatandaşa nitelikli hizmet sunamaz. Bu kadar nettir.

Bitlis’te öğretmenler, tüm bu zorluğa rağmen sınıfa umutla giriyor. Ancak umut, tek başına bir politika değildir. Öğretmenin motivasyonunu kişisel fedakârlığa bırakmak doğru bir yönetim anlayışı değildir. Sosyal devlet anlayışı, eğitim çalışanının yaşam koşulunu iyileştirmekle başlar. Aksi hâlde öğretmen, sınıfta güler yüz göstermeye devam eder, fakat bu gülüşün ardında dağ gibi yorgunluk birikir.

Politika yapıcıların artık şu gerçeği kabul etmesi gerekir: Öğretmenin geçim derdi çözülmeden eğitim güçlenmez. Öğretmenin ekonomik güvenliği sağlanmadan müfredat değişse de, yönetmelikler yenilense de, yeni projeler açılsa da sonuç değişmez. Öğretmen ayakta değilse hiçbir reform ayakta duramaz.

Bitlis’te eğitim, öğretmenin iradesiyle ayakta duruyor. Bu iradeyi takdir etmek yetmez. Bu iradeyi destekleyecek cesur ve gerçekçi politikalara ihtiyaç var. Öğretmenin yükünü hafifletmek, bir nezaket değil, devletin asli görevidir.

Artık söz değil, somut adım zamanıdır. Öğretmeni koruyan, özlük haklarını güçlendiren, ekonomik baskıyı azaltan bir politika hayata geçirilmediği sürece eğitimde iyileşme beklemek, yalnızca temenniden ibaret kalacaktır.

Ve unutulmamalıdır: Öğretmeni korumayan hiçbir sistem kendi geleceğini koruyamaz.