Eğitim üzerine söz söylenirken yıllardır merkezden taşraya bakan bir gözlüğün ardına gizlendik. Ankara’daki koridorlarda, büyük şehirlerin plazalarında şekillenen kararlar, taşraya emir gibi gönderildi. Taşra, yalnızca bu kararları uygulayan edilgen bir alan olarak görüldü. Fakat eğitim dediğimiz şey; yönetmeliklerin satır aralarında değil, köy yollarının çamurunda, teneffüs aralarında top koşturan çocukların neşesinde, bir öğretmenin tek başına onlarca rolü üstlenmesinde can bulur.
Merkezin Körlüğü
Merkez, her zaman kendisini “bilgi ve otorite kaynağı” olarak görür. Rakamlarla süslenen raporlar, projeksiyonlara yansıyan başarı yüzdeleri, modern binaların açılış törenleri… Bunlar, kâğıt üzerinde güzel görünür. Ama o tabloların ardında başka bir dünya vardır. Kışın yolları kapanan köy okuluna ulaşmak için sabahın karanlığında yola çıkan öğretmeni görmez merkez. İnterneti çekmediği için ders çalışamayan, EBA’ya giremeyen çocuğun hayallerini hesaba katmaz. Kalorifersiz okulda öğrenciler nefesleriyle sınıfı ısıtmaya çalışırken, merkez hâlâ “standartlar”dan bahseder.
İşte bu körlük, yalnızca taşrayı değil, ülkenin bütün eğitim geleceğini tehdit eder. Çünkü merkez, görmediği taşranın yükünü er ya da geç kendi sırtında hisseder.
Taşranın Gerçekliği
Taşra, eğitimde en çıplak gerçeğin yaşandığı yerdir. Bir köy okulunda, tek sınıfta bir araya gelen farklı yaş gruplarını okutmaya çalışan öğretmenin sabrı; elinde eski bir kitapla geleceğini inşa etmeye çalışan öğrencinin inadı; velinin “Okumazsa bizim çektiğimiz çileyi o da çeker” diyerek çocuğunu sırtında taşıması… İşte bu sahneler, eğitimdeki hakikatin ta kendisidir.
Taşrada görev yapan öğretmen bilir ki: Eğitim yalnızca bilgi aktarmak değildir. O, aynı zamanda sosyal hizmettir, sağlık desteğidir, kültürel bir direniştir. Bir köyde tiyatro sahnesi yoksa, öğretmenin tahtada oynattığı küçük bir skeç bile çocuğun ufkunu açar. Taşra, bir ülkenin geleceğe dair en sahici aynasıdır.
Politika Değil, Hayat
Merkez, çoğu zaman politika üretir; ama taşrada hayat vardır. Politika kâğıda yazılır, hayat ise çocuğun gözünde okunur. Eğer merkez, taşranın sesini duymadan politika üretirse; o politika raflarda kalmaya mahkûmdur. Ama taşranın deneyimi merkeze akarsa, işte o zaman üretilen her proje sahada can bulur.
Bir örnek verelim: Köylerde kitap sayısı yetersizse, merkezde binlerce tablet dağıtmak sorunu çözmez. Önce o köydeki kütüphaneye bir sandalye koymak gerekir. Çünkü çocuk, oturup okumak için önce bir yer bulmalı. İşte taşranın sesini dinlemek budur: sorunun kökünü görmek, çözümü hayatın içinden üretmek.
Bugün taşradan merkeze bakmayı öğrenmezsek, geleceği inşa edemeyiz. Eğitimde alınacak her kararda taşranın tecrübesi, öğretmenin sesi, öğrencinin nefesi yer bulmalı. Artık yukarıdan aşağıya inen emirlerin değil, aşağıdan yukarıya yükselen taleplerin zamanı gelmiştir.
Taşranın sesi kısılırsa, merkez sağır kalır. Merkezin sağır kalması demek, tüm ülkenin geleceğinin kararması demektir.
Unutmayalım: Eğitim, merkezde yazılan raporlardan değil, taşrada dökülen alın terinden beslenir.
Merkezin aklı, taşranın kalbinden beslendiği gün; eğitim gerçekten yol alacak, çocuklarımızın ufku aydınlanacaktır.