Bir toplumun çöküşü bazen savaşlarla, bazen ekonomik krizlerle, bazen de sessizce ekranlardan sızan ahlâk erozyonuyla başlar.

Ve bu çöküşün öncüsü çoğu, belki de her zaman zinadır. Bugün zinayı “özgürlük”, “bireysel tercih”, “duyguların ifadesi” olarak pazarlayanlar, gerçekte neyi savunduklarını ya bilmiyorlar ya bilip de susan bir vicdanla ya da birilerinin projelerinin tetikçiliğini yaparak konuşuyorlar.

Zina; bir kişinin yalnızca nefsine yenik düşmesi değil, aynı zamanda bir çocuğun geleceğini, bir annenin şerefini, bir toplumun güvenini yıkmasıdır.  

Zina; sadece İslam'ın "yaklaşmayın" diye emir kipiyle yasakladığı, ahlaksız olarak nitelendirdiği, toplumsal bir yozlaşma olarak tasvir ettiği çirkin bir eylem değil; aynı zamanda insanlığın fıtratına savaşan açan amansız bir düşmandır.

Hiçbir semavî din, zinaya cevaz vermez. Çünkü bu mesele, sadece bireysel bir “ahlâkî tercih” değildir. 

İslam dini, korumayı amaçladığı 5 temel esas vardır. Bunlar can, mal, din, akıl ve nesil emniyetidir. "Zarurât-ı hamse" olarak ifade edilen bu hususlar, her insanın eşit şekilde sahip olduğu güvenlik kaynağıdır. Zina, bu koruma ihtiyacını zedeleyen ve ortadan kaldıran bir ahlak dışı eylemdir. 

Yüce Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'de, "Zinaya yaklaşmayın! Çünkü o hayâsızlıktır, çok kötü bir yoldur." ayetiyle bizlere bu fille yaklaşmamayı emrediyor. 

Peygamber Efendimiz ise, "Bir milletin içinde zina ve fuhuş ortaya çıkıp, nihayet o millet bu suçu alenî olarak işlemeye başladığında, mutlaka içlerinde vebâ hastalığı ve kendilerinden önce gelip-geçmiş milletlerde görülmemiş başka hastalıklar yayılır.” Bu hadiste de görüldüğü gibi zina fiilinin işlenmesi, toplumsal olarak da bela ve musibetlere düccar olmayı gerektiriyor. 

Hristiyanlık, niyeti merkeze alır. Ve Hazreti İsa'nın, zina eden bir kadın için, "İlk taşı günahsız olan atsın, şehvetle bakan bile kalbinde zina etmiştir.” sözü günümüz ekranlarının, dijital çağın pornografik diliyle kirlenen bakışlarını düşündüğümüzde, bu söz ne kadar da isabetlidir.

Yahudilik, evlilik dışı cinsel ilişkiyi ahitlere ihanet, kutsal düzenin bozulması olarak tanımlar. Çünkü aileyi sadece biyolojik bir birlik değil, teminat altına alınan bir emanet olarak görür. Budizm ve Hinduizm gibi doğu felsefeleri bile zinayı bir tür karma bozukluğu, ruhsal dengesizlik ve zarar doğuran davranış olarak değerlendirir.

Bugün modern toplumun çelişkileriyle karşı karşıyayız. Bir yandan “ahlak görecelidir” diyorlar, öte yandan sadakat yoksunluğunun yol açtığı boşanmalarla dolup taşıyor mahkemeler.

“Kimsenin özel hayatına karışmayın” diyorlar ama sonra çocukların psikolojik çöküşleri, sadakatsizlikten doğan aile faciaları haber olup ekranlara düşüyor. Zina; yalnızca bir insanla değil, tüm değerlere ihanettir. İhanettir, çünkü güveni sarsar. İhanettir, çünkü evliliği değersizleştirir. İhanettir, çünkü duyguyu hazza kurban eder. Ve ihanettir, çünkü neslin korunması görevini rafa kaldırır.

İhanettir, çünkü evlilik anlamsızlaşır. Aile, sadece “birlikte yaşama sözleşmesi”ne dönüşür. Sadakat “aşırı beklenti”, iffet “kısıtlama” sayılır. Çocuklar, ya parçalanmış ailelerde büyür ya da hiç doğmaz.

Zina, toplumun damarlarına sızan sessiz bir zehirdir. Bu zehir, filmlerde aşkla süslenir, dizilerde normalleştirilir, reklamlarda arzuyla pazarlanır. Ama sonucu her zaman aynıdır: değer kaybı, vicdan suskunluğu ve ilişkilerin çürümesi.

Bir zamanlar “namus” dediğimizde insanlar başlarını eğerek saygı gösterirdi. Şimdi “özgürlük” adı altında her şey alenileştirildi. Bir zamanlar evlilik yeminleri “ölüm bizi ayırana dek” diye başlardı. Şimdi sosyal medya mesajları “şimdilik birlikteyiz” diye bitiyor.

Toplumsal bellek, ahlâkî belleğini kaybetti. Çünkü ekranlar öğretiyor, diziler terbiye ediyor, algoritmalar değer inşa ediyor. Ama biz susmayacağız. Zina, bireysel tercih değildir. Zina, kolektif bir yıkımdır.

Bu çağda nefsine hâkim olmak, zincirleri kırmak değil, zincirlenmeyi reddetmektir.
Gerçek özgürlük, her istediğini yapmak değil, yapılmaması gerekeni yapmamaktır.
Bir ömür sadakatle yaşamak, geçici zevkler uğruna insanlıktan düşmemekten ibarettir.
Sadakat bir erdemdir. İffet bir zenginliktir. Zina ise, hızla tüketilen bir hevesin arkasında, uzun süreli pişmanlık bırakan bir çukurdur.

Zinayı savunmak, gerçekte hiçbir özgürlük alanı açmaz. Aksine, insanı en çok özgürleştiren şey, kendi nefsine “hayır” diyebilmektir. Tarihte her büyük medeniyetin çöküşünün arkasında ahlâkî çözülme vardır. Biz bu çözülmeye karşı, kalemimizle, sözümüzle ve duruşumuzla direnmek zorundayız. Çünkü ahlâk düştüğünde; adalet düşer, vicdan düşer, insanlık düşer, merhamet düşer...

Biz ayağa kalkacağız. Zinaya karşı, sadakatin tarafında; şehvete karşı, iffetin tarafında; çürümeye karşı, değerlerin tarafında olacağız. Zinayı savunan, gayri meşru birliktelikleri normalleştirmeye çalışan, aileleri yıkmaya çalışan, toplumumuzu yozlaştıran, neslimizi yok etmeye yeminli kokuşmuş ideolojik saplantılara karşı hep birlikte mücadele edeceğiz/etmek zorundayız. Selam ve dua ile…