Kalemim sarsılıyor bu satırları yazarken… Sarsılıyor çünkü bilincimizde hâlâ yankılanan o uğultu var: Yıkılan okulların, çöken çatların, enkaz altındaki sessiz çığlıkların sesi… Depremler yalnız binaları değil, hayallerimizi de yıkıyor. Ve ne yazık ki en çok da çocukların dünyasını…
“Depreme dayanıklı değilse eğitim de sağlam olamaz.” Bu cümle süslü bir aforizma değil; Türkiye gerçeğinin en çıplak, en hayati cümlesidir. Çünkü eğitim yalnızca sınıfta başlar; ama binanın çatısında, kolonunda, temelinde devam eder. Eğer o temel sağlam değilse, ne müfredat ayakta kalabilir, ne de öğrencinin geleceği…
Eğitim Bir Bina Mıdır, Bir Umut mu?
Her okul bir umut binasıdır. Duvarları arasında yalnız bilgi değil, karakter inşa edilir. Fakat bu inşa ancak fiziksel güvenlikle başlar. 6 Şubat’ta yaşadıklarımız bir milat değilse ne zaman olacak? O kara günde, daha güneş doğmadan nice öğretmenler ve öğrenciler, daha o günün ders ziline erişemeden sonsuz bir sessizliğe gömüldü. Çünkü okulları yıkıldı. Çünkü sınıflar mezara döndü. Çünkü birileri zamanında "olmaz bir şey" dedi. Ama oldu.
Deprem, coğrafyamızın gerçeği. Ama ihmal, bizim ayıbımız. Yıkılan sadece beton değil; bir öğretmenin hayaliydi, bir annenin gözbebeğiydi, bir öğrencinin yarınıydı. Ve her defasında enkazın altından çıkan, sadece bedenler değil; sorumluluklarımızın da ağırlığıydı.
Sıva Çatlağından Başlayan Çöküş
Bir okul binasında sıva çatlağını estetik kusur sayan bir anlayış, aslında eğitimdeki derin bir çürümeyi görmezden geliyor. Eğitim, fiziksel güvenlikten bağımsız düşünülemez. Depreme dayanıksız bir okulda ‘bilimsel düşünce’ anlatılamaz; ‘gelecek’ tasavvur edilemez; ‘güvenli okul iklimi’ inşa edilemez. Çocuklar, yalnız bilgiyle değil; güvende olduklarını bilerek gelişir. Zihin ancak huzurlu bir bedende çiçek açar.
Devletin görevi yalnızca müfredat hazırlamak değil; o müfredatın işleneceği mekânları yaşanabilir, güvenli ve sağlam hale getirmektir. Velinin çocuğunu okula bırakırken “İnşallah bir şey olmaz” diyerek dua ettiği ülkede eğitimin temeli çürük demektir.
Önlem Lüks Değil, Zorunluluktur
Bu mesele yatırım meselesi değil, öncelik meselesidir. Depreme dayanıklı okul binaları bir 'proje' değil, bir 'vicdan' meselesidir. Okul, sadece dört duvar değildir. O dört duvarın arkasında bir milletin geleceği örülmektedir. Bu yüzden depreme dayanıklı bir okul inşa etmek, yalnız mühendislik değil; ahlaki bir sorumluluktur.
Bugün hâlâ depreme dayanıksız raporu olan binalarda eğitim veriliyor. Bazı yerlerde geçici çözümlerle 'idare' ediliyor. Oysa deprem, idare etmeyi sevmez. Beklemez. Affetmez.
Bir Öğretmen Olarak Sesleniyorum…
Bu yazıyı yalnız bir vatandaş olarak değil, bir öğretmen olarak yazıyorum. Her sabah sınıfa girerken çocukların gözlerine bakan bir öğretmen olarak… Yarınlara umutla bakan o gözlerin, bir gün bir depremde kararmasından korkarak yazıyorum. Bir okul yöneticisi olarak, her çatlakta, her duvarda kaygıyla dolaşan arkadaşlarımın sesi olarak yazıyorum.
İstiyoruz ki çocuklarımız sadece bilgiyi değil, güveni de öğrensin. Sınıfta öğrenilen ilk şey “can güvenliği” olmasın. Bu ülkenin çocuklarına ‘sağlam’ bir gelecek borçluyuz. Ve bu borç, sağlam temellerle başlar.
Son Söz: Eğitimi Enkazdan Kurtarmak İçin
Güçlü nesiller sağlam binalarda yetişir. Betonun çürüklüğü, geleceğin çöküşüdür. Bugün attığımız her sağlam temel, yarının yıkılmayan umududur.
Bir toplumun eğitimi, en zayıf okulunun dayanıklılığı kadardır. O yüzden bir kez daha soralım:
Depreme dayanıklı değilse, gerçekten sağlam bir eğitimden söz edebilir miyiz?