Bir çocuk duruyor kaldırımın kenarında…
Ne gidecek bir yeri var, ne kalacak bir yüzü.
Üzerinde markasız bir hırka, cebinde dünden kalma bir hayal, elinde ekranı çatlamış bir telefon...
Dünya, onun avucuna sığmış gibi görünüyor. Ama içindeki boşluğu dolduramıyor hiçbir uygulama, hiçbir bildirim sesi. Çünkü onun aradığı bir bildirim değil, bir yankı. Duyulmak…

Sokağın kalabalığında görünmez bir yalnızlık taşıyor üzerinde.
Kulağında kulaklık yok belki, ama kimseyi duymuyor. Çünkü artık kimse gerçekten konuşmuyor. Herkes bağırıyor. Gençlikse sadece içinden fısıldıyor:
“Beni duyuyor musunuz?”

Hayır… Kimse duymuyor.

Aileler eski zaman masallarını tekrar ediyor. Ama bu çağda kahramanlar, “like” sayısıyla ölçülüyor.
Öğretmenler başarıdan bahsediyor, ama gençlik önce “Neden yaşıyorum?” sorusunun cevabını arıyor.
Devlet umut vaat ediyor; gençlik ise cebine bakıp bir uçak bileti fiyatı hesaplıyor.
Arkadaşlıklar bile Wi-Fi gücüne bağlı artık.
Ve bağlantı koparsa, insanlar da kopuyor.

Kafeler kalabalık… Ama yalnızlıklar çok kişilik.

"Annemle konuşuyorum, anlamıyor.
Babamla konuşmuyorum, yoruldum.
Öğretmenime sorsam dalga geçer,
Arkadaşıma anlatsam yarın herkes duyar.
O yüzden sustum.
Biri beni anlasın diye sustum."

İşte gençliğin bugünkü ruh hâli bu.
Dışarıdan bakınca canlı, enerjik, coşkulu…
Ama içerde yorgun, kırgın ve en çok da yalnız.

Çünkü bu çağda genç olmak;
Bir yandan ne hissettiğini kimsenin umursamadığı,
Bir yandan da herkesin seni “mış gibi” dinlediği bir boşlukta yürümek demek.
Kendi zihninde kaybolmakla çevrende görünmez olmak arasında gidip gelmek…
Geceleri ağlamamak için erken uyumak,
Sabahları kalkmak için bir sebep aramak…

Ve ne acı…
Bu kadar kalabalık içinde, en çok gençler üşüyor.
Üzerlerinde marka montlar olabilir ama içleri tir tir titriyor.
Çünkü aradıkları şey ne kıyafet, ne telefon, ne de kariyer.
Aradıkları, “gerçekten anlaşılmak.”

Bir gün biri çıkar belki…
Gerçekten duyar o sessizliği.
Bir omuz uzatır.
Bir kapı aralar.
Bir cümle kurar:
“Ben seni anlıyorum.”

Ama o güne kadar, gençlik kendi içine çekilir.
Sustukça susar,
Çekildikçe kaybolur.
Ve sonunda…
Kendine siper olur.

Dipnot:
Belki de gençliği anlamanın ilk adımı, konuşmak değil dinlemektir.
Belki onlara yol göstermek değil, onların yolculuğuna eşlik etmektir.
Çünkü bazen genç bir yürek, sadece yanında biri yürüsün ister.
Ve bazen…
En büyük değişim, bir “Seni duyuyorum” cümlesiyle başlar.