Bazen rakamlar yalnızca matematik değildir; bazen vicdanın nabzını tutar, adaletin terazisini tartar.
Bu yıl hükümet, kamu işçilerine ilk 6 ay %24, ikinci 6 ay %11 ve devam eden periyotlarda %10, %6 zam teklif etti. Masada hâlâ pazarlık var ama çıta yüksek. Aynı masanın diğer ucunda memurlar ise %5 toplu sözleşme + enflasyon farkı ile Temmuz 2025’te toplamda %15,57’lik bir artış alabildi.
Sonuç? Önümüzdeki aylarda kamu işçileri, özellikle hastane ve eğitim kurumlarında görev yapan işçiler, öğretmen maaşlarının 20–30 bin TL üzerinde maaş alacak. Evet, yanlış duymadınız: Üniversitede yıllarca eğitim almış, KPSS gibi zorlu sınavlardan geçmiş, ülkenin geleceğini inşa eden öğretmenler; çok daha kısa süreli bir eğitimle işe başlamış meslektaşlarından on binlerce lira daha az kazanacak.
2026 ve 2027’nin Soğuk Tablosu
Yeni toplu sözleşme teklifine göre:
2026: İlk 6 ay %10, ikinci 6 ay %6 → Yıllık %16
2027: İlk 6 ay %4, ikinci 6 ay %4 → Yıllık %8
Oysa Memur-Sen’in talebi:
2026: Taban aylığa 10.000 TL artış + %10 refah payı + %25 + %20 → Toplam yaklaşık %88
2027: Taban aylığa 7.500 TL artış + %20 + %15 → Toplam yaklaşık %46
Bu iki tablo yan yana konduğunda, ortada pazarlık değil, uçurum var.
Okulun Çimentosu: Eğitim Emekçileri
Öğretmenler, dört yıl üniversite eğitimi, üzerine formasyon, staj, hatta yüksek lisans ile mesleğe hazırlanır. Her gün sınıfta onlarca çocuğun sorumluluğunu omuzlar; zihinsel, duygusal ve akademik emeğini ortaya koyar.
Aynı okulun kadrosundaki bazı işçiler ise –emeği elbette kıymetlidir– çoğu zaman kısa bir eğitim sürecinin ardından göreve başlar. Fakat bugün masadaki tablo, bu iki grubun gelirlerini ters orantılı hale getirmiştir: Öğretmen maaşı, bazı okul işçilerinin maaşının 20–30 bin TL gerisinde kalacaktır.
Bu, yalnızca maaş bordrosundaki bir fark değil; öğretmenin motivasyonuna, mesleki itibarına ve toplumun eğitim anlayışına indirilen ağır bir darbedir.
Haksızlığın Toplumsal Faturası
Bu durum, yarının gençlerine çok tehlikeli bir mesaj verir:
“Okuma, yıllarca uğraşma; kısa yoldan sektöre gir, daha çok kazan.”
Eğer öğretmenlik gibi stratejik bir meslek, aynı okulda daha kısa öğrenim görmüş personelden ciddi oranda düşük maaşla anılır hale gelirse, gençler öğretmenlik mesleğinden uzaklaşır. Bu, eğitimsiz bir toplumun kapısını aralamaktır.
Eğitimsiz bir toplum; üretimde, bilimde, sanatta, teknolojide geriler. Ve o noktada ne yüksek işçi maaşı ne de düşük memur maaşı ülkeyi kurtarabilir; çünkü kaybedilen şey yalnızca gelir dengesi değil, ülkenin geleceğidir.
Vicdanın Sınavı
Sendika Başkanı Ali Yalçın’ın sözleri masadaki havayı özetliyor:
“Ortada pazarlık yapılacak bir teklif görmüyoruz… Bu ciddiyetsiz teklif, akılla, vicdanla, adaletle ilgisi yok.”
Bu, bütün memurların ortak çığlığıdır. Ve bu çığlık, ülkenin vicdanına yöneltilmiş bir sorudur:
Bir çalışan grubunu yüksek oranlarla, diğerini düşük oranlarla beslemek adalet midir?
Eğer Bu Masada Adalet Kaybederse…
Eğer bu masada adalet kaybederse, iş barışı bozulur, devletine inancı sarsılmış bir memur kitlesi oluşur, eğitim kalitesi düşer. Kamu hizmeti, eşit değerde emek verenlerin eşit haklarla yaşatıldığı bir sistemle ayakta kalır.
Adalet, bir kesime “çok”, diğerine “idare et” demekle sağlanmaz.
Son söz:
Bugün konuşulan bu zamlar, yarının yalnızca maaş rakamlarını değil; adalet duygusunu, hizmet kalitesini ve toplumsal barışı belirleyecek. Emeğin hakkı ertelenirse, faturası sadece çalışanlara değil, bütün ülkeye kesilir.