İçimde eksikliğini uzun zamandır hissettiğim, yapmak isteyip de yapmadığım bir şey vardı. Ama neydi bu? Yine düşünürken ve bu düşüncelerim alıp götürürken derinlere kafamı kurcalayan bu soruyla boğuştum. Neydi ve neden takıldı aklıma? Bilmiyorum.
Ama benim için dönüm noktası desem yerinde olacak herhalde. Çünkü beni bu kadar düşündüren ve bu derece eksikliğini hissettiren benim odak noktam olacaktır herhalde.
Akıp giden şu zamanda, zamanı değerli kılmak ve her gününü diğerinden daha üstün kılmak varken, neden bu koca zamanı boşa harcıyorsun? İşte aklımı kurcalayan ve içimi kemiren soru bu. Aklıma niçin geldiğini düşünmeye başladım ve Hz. Peygamberin “İki günü eşit olan zarardadır” hadisini hatırladım.
Düşününce gerçekten öyleyim, yani zarardayım. Hatta geçen zamana baktığımda bırakın günümün eşit olmasını belki geçen günlerim şimdiki günümden daha verimli. Bu açıdan bakınca zarar içinde zarardayım. Necip Fazıl Kısakürek’in, “Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum gökyüzünde habersiz uçurtma uçurmuşum” dizeleri gelince aklıma, o anda kendimi boşlukta hissettim.
Otuz yıl olmasa da uçurtmamı habersizce uçurttuğumu ben de anladım. Anladım anlamasına da anlamak yeter mi? Geçen zaman geçti geleceğe de senedim yok. Zararın neresinden dönersem kar ama ne yapmalıyım? Her şeyde rehberimiz olan Kur’an’ın “Oku Yaratan Rabbi’nin adıyla oku. O insanı Alaktan yarattı. Oku Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.” (Alak suresi 1-5 ayetler) Bu ayetleri düşününce içimi tarifsiz bir sevinç kapladı.
İnsanlığın hidayet kaynağı yüce kitabımız okumam gerektiğini buyuruyordu. Neden okumak derseniz bu soruya kendim cevap vermem yerine Yüce kitabımızın, Efendimizin ve okuyan okudukça da okumaya susayan insanların pencerelerinden bakmak istedim. “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” (zümer suresi 9. Ayet) buyruğudur okumak. Evet, okudukça insan bilir, kemale ulaşır. Bir yolculuk misali insan okumayla bilgiye, bilgiden kendine, kendinden de Rabbine ulaşır.
Kâinatın güneşi “ilim öğrenmek kadın erkek herkese farzdır” buyurarak insanın Rabbine olan yolculuğunun ilk basamağı olan okumaya yönlendirmektedir. Yunus Emre’nin “ilim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendin bilmezsin. Ya nice okumaktır.” Dizeleriyle anlatmak istediği bu olsa gerek.
Karanlığın güneşi, bulanık zihinlerin berraklığı ve medeniyetlerin kaynağı nedir? Deseniz, “okumak” derim. Okudukça insan aydınlanır, aydınlandıkça da çevresine ışık verir. Güneş misali yavaş yavaş doğar, sindire sindire insanın zihnine ufuklar açar. Düşünülmemiş düşünceleri düşündürür insana. Yazılmamış eserler, hiç kaleme alınmamış şiirler… Sözlerin bittiği, mürekkeplerin kuruduğu sanıldığında aslında bitmeyeceği, kurumayacağı ve söylenip yazılacağıdır okumak.
Hz. Peygamber’in “Veren el alan elden üstündür” hadisine geniş çerçevede bakıldığında veren elin sadece maddiyatla sınırlı olmadığı, bilgi, kültür, teknoloji anlamlarına da geldiğini görebiliriz. Okumak, üstünlüğün vesilesi, kültür ve medeniyetlerin ve geleceğin teminatı, kısacası hayatı anlamlandırmaktır.