Analiz

Nevzat Alca: Sınıflarda Çöken Otorite ve Bir Ülkenin Kayıtsız Kaldığı Çöküş

Köşe yazarımız Eğitimci Yazar Nevzat Alca’nın kaleminden, eğitim camiası ve öğretmenlerin değerinin görmemezlikten gelindiğine dikkat çekildi. Yazarımız köşesinde, toplumun başarısının, öğretmene verilen değerle doğru orantılı olduğunu vurguluyor.

Bu ülkede uzun süredir bir gerçek var ve artık kimse inkâr edemiyor.
Eğitim sistemi çökmüyor; sistem göz göre göre çökertililiyor.
Öğretmenin yetkileri budanarak, hareket alanı daraltılarak, itibarı zedelenerek…
Sonra da “neden sonuç alamıyoruz” diye sorarak.

Bugün Ankara’da bir sınıfta yaşanan görüntü, aslında yıllardır süre gelen politik bir hatanın sonuçlarıdır.
Yasa yapıcıların, yönetmelik hazırlayanların ve eğitim politikalarını masa başında şekillendirenlerin görmek istemediği çıplak gerçektir.

Bu ülkenin öğretmenleri yıllardır sessizce şunu haykırıyor: “Biz çocuklarımız için varız ama bu yükü tek başımıza taşımayız.”
Bu ses duyulmadı, duyulmak istenmedi. Çünkü sorumluluk paylaşmak, aileyi işin içine katmak, disiplinin gerekliliğini kabul etmek kimilerinin siyasi adeta “risk” olarak gördüğü bir gerçekti.

Oysa gerçek şudur:
Aile eğitimi olmadan, sorumluluk paylaşımı olmadan, öğretmenin yetkisi güçlendirilmeden hiçbir eğitim sistemi başarılı olamaz.

Ama yıllar boyunca öğretmenin elindeki bütün araçlar alındı. Disiplin maddeleri yumuşatıldı, yaptırımlar etkisizleştirildi, öğrencinin davranışları karşısında öğretmen neredeyse “suçlu” pozisyonuna itildi. Kâğıt üzerinde korunan ama fiiliyatta yok edilen bir otorite yaratıldı.
Bir yandan öğretmen “kurtarıcı” ilan edildi, öte yandan bütün yük sırtına bindirildi. Bu yaklaşımın adı vizyon değil, basiretsizliktir.

Sınıfta disiplin çökerse toplumda düzen çöker. Bugün öğretmenine alay eden öğrenci, yarın polise kafa tutar, mahkemeye saygı göstermez, kurala uymayı reddeder. Bunu görmemek körlüktür, görüp susmak ise politik bir sorumsuzluktur.

Öğretmenin sözünün değeri azalınca geleceğin değeri de azalır. Fakat yıllardır yapılan düzenlemeler, öğretmenin sesini kısmaktan başka bir işe yaramadı.

Yetkiyi elinden aldılar, sorumluluğu iki katına çıkardılar, sonra da “başarısızlık öğretmenindir” dediler. Bu, yalnızca büyük bir haksızlık değil, aynı zamanda bir devlet politikası zaafıdır.

Bugün yaşadığımız manzaranın sebebi belli, faili belli: Öğretmeni korumayan bir sistem, disiplini sulandıran bir yönetmelik, otoriteyi zayıflatan politik tercihler.

Eğitimde çözülme politiktir. Çünkü eğitim bir ülkenin geleceğiyle ilgili en stratejik alandır. Ve bu alanı boş bırakan, öğretmeni yalnız bırakan, aile–okul dengesini yok sayan her tercih ülkeyi geriye götürür. Yapılması gereken artık tartışma konusu bile değildir. Disiplin yönetmelikleri yeniden yazılmalıdır.

Öğretmenin yetkisi artırılmalı, beyanı hukuken güçlendirilmeli, yaptırımlar caydırıcı hâle getirilmelidir. Aile sorumluluğu yasal zemine oturtulmalıdır. Öğretmene yönelik saldırı, saygısızlık ya da sabotaj asla cezasız kalmamalıdır. Çünkü cezasızlık, disiplinsizliği büyüten en tehlikeli politikadır.

Bu ülke, öğretmeninin arkasında durmadığı sürece geleceğinin arkasında duramaz. Sınıfta başlayan çürüme toplumun bütün hücrelerine yayılır.
Bugün duyduğumuz tek şey bir sınıftaki gürültü değildir; bu ses, ihmal edilmiş yılların, ertelenmiş kararların, cesaretten uzak politikaların sesidir.
Ve artık kimsenin kaçacak yeri yoktur. Öğretmeni korumak bir lütuf değil, bir devlet refleksidir. Bu refleks yeniden inşa edilmezse, geleceğin kapıları sessizce kapanacaktır.