Bitlis’in Kökenleri ve Urartu İzleri
Bitlis, Büyük İskender'in komutanlarından birinin adını taşıdığı rivayet edilse de, tarihi çok daha eskiye dayanır. Kentin temellerinde Urartu mimarisine özgü teknikler bulunması, Bitlis’in tarihini MÖ XIII. yüzyıla kadar götürür. Bitlis Kalesi, bu kadim tarihin en önemli tanıklarından biridir ve Urartu uygarlığının izlerini taşır.
Bitlis, Güneydoğu Toros dağlarının dar bir vadisine kurulmuş, iki uç iklimin ve coğrafyanın kesiştiği noktada yer alır. Bitlis Kalesi, bu kesişmenin merkezinde bulunur ve Bitlis deresi kalenin dış surlarını döver. Kentin ana yolu, İpekyolu’nun kervanlarının yüzyıllarca aşındırdığı taş ve toprak üzerinde uzanır. Bu yol, Doğu Anadolu'nun buzlu platolarından Akdeniz'in sıcak rüzgarlarına kadar uzanır.
Göç Yollarının Merkezi
Kervanların yürüdüğü her yol aynı zamanda göç yoludur. Göç katarları, en savunmasız hallerini konaklama yerlerinde yaşarlar ve bu yerler zamanla ikametgâha dönüşür. Bitlis de Tuşba’ya açılan batı yolunun son konaklama alanı olarak, pek çok kavimi ağırlamış ve çeşitli medeniyetlerin izlerini taşımıştır. Hurri, Urartu, Med-Pers, Ermeni, Bizans, Selçuklu, Osmanlı gibi medeniyetler, kentin burçlarında bayrakları sallanmış ve kentin etnik ve kültürel zenginliğini oluşturmuştur. Her evin temeli, her duvarın taşı bu medeniyetlerin izlerini taşır.
1960’lı Yıllara Kadar Bitlis’in Silueti
1960’lı yıllara kadar Bitlis’in kent silueti, kadim tarihten miras kalan eserlerle şekillenmiştir. Kale, çarşının üzerindeki gölgesini düşürürken, düz damlı ve kesme taş duvarlı binalar çarşıya doğru akmaktadır. Bitlis çayının üzerindeki taş kemerli köprüler ve beş minare, kentin belirgin özelliklerindendir. Mahallelerdeki türbeler ve kilise kalıntıları kutsal bir hava yaratırken, Rahva düzlüğüne çıkan yol üzerindeki hanlar, zorlu yolculukların izlerini taşır. Tüm bu yapılar, yılların yükünü taşımalarına rağmen direngen bir şekilde ayakta kalmayı sürdürürler.
Taşın Yıllara Meydan Okuyuşu
Bitlis’in tüm tarihi yapıları taştandır ve yılların yükü cephelerine yansımıştır. Ancak bu yapılar, yıllara meydan okumaya devam eder. Kent, bu haliyle zorlu yolculuklarla geçmiş direngen bir canlıya benzer. Bitlis’in zengin tarihi ve kültürel dokusu, bu taş yapılarla geleceğe taşınmaktadır.
Bu hikâyeyi anlatma görevi, Bitlisli mimarlar tarafından üstlenilmeliydi. Ancak onların sessizliği, bir yabancı mimarın bu görevi üstlenmesine neden oldu. "Bilmek lanetlenmektir, susmak ise ihanet!" sözü bir ömür boyu suratımıza çarpmamalıydı. Bu söz, Bitlis’in tarihine ve geleceğine ihanet etmemek adına bir yabancı mimarın diliyle anlatıldı.
1940'lardan 1960'lara: Kentin Siluetine Saygı
1940'lı yıllarda Bitlis'te inşa edilen yeni binalarda şehrin siluetine saygı gözetildiği söylenebilir. Örneğin, 1940 yılında kurulan Tütün Fabrikası, şehrin tepelerini saran kenar mahallelerden birinde, görece yeni bir imar bölgesine konumlandırılmıştır. Bu sayede çarşıdan bakıldığında fabrika görülmez. Ancak, 1960’larda hız kazanan göç dalgası, şehrin çehresini ve mimari dokusunu önemli ölçüde değiştirecek olayları beraberinde getirdi.
Göç Dalgası ve Kentsel Dönüşüm
Kentsel Göç: Ekonomik ve Politik Merkezlere Doğru
Göç iki boyutlu gerçekleşti. Birincisi, kentsoylu ailelerin ticaret eksenli kararlar neticesinde ülkenin ekonomik ve politik merkezlerine doğru dağılmaya başlamasıydı. Bu göç, yerel idari kurumlarda nitelik kaybına yol açtı.
Kırsal Göç: Yoksulluk ve İş İmkânları
İkinci boyut ise kırsal bölgelerdeki yoksulluğun baskısı ve Tütün Fabrikası çevresinde açığa çıkan iş imkânlarıydı. Kırlardan kopup gelen eskinin köylü, yeninin esnaf ve işçileri, şehir merkezini de doldurdu. Bu çift yönlü göç hareketi, Bitlis’in kentsel dövüşünün başlangıcı oldu.
1960'lardan 2021'e: Bitlis'in Değişen Yüzü
Ekonomik ve Politik Dönüşümler
Kentsoylu ailelerin büyük şehirlere kaymasının yerel idari kurumlarda yaygınlaşan nitelik kaybında payı olduğu kesindir. Ancak, bu bozulma, ülke çapında yaşanan politik dönüşümlerden bağımsız düşünülemez. 1960'ların ikinci yarısından itibaren finans-kapital, devletin denetiminden bağımsızlaşma çabalarını hızlandırdı. Bu süreç, 1980'lerin ilk yarısında tamamlandı ve devletçi erk, belirleyici unsurlar arasında yerini kaybetti.
1980'lere Kadar Korunan Siluet
Yönetim kademelerindeki deformasyonlar, şehrin mimari kimliğine olumsuz etkilerini 1980'lere kadar sınırlı düzeyde tuttu. Modern inşaat araç ve teknolojilerine erişimin yetersizliği, devletçilik ilkesine bağlı mülki idare anlayışının geçerliliğini sürdürmesi ve toplumsal muhalefetin sermayeyi dizginleyici rolü bu süreci etkiledi. 1961'de Bitlis Çayı’nın üstüne yapılaşma izni verilmiş olsa da, 1980'lerin başlarına ait fotoğraflar, şehrin kadim görünümünü büyük oranda koruduğunu göstermektedir.
Yol Çalışmaları ve Tarihi Yapıların Yıkımı
NATO Yolu ve Deliklitaş'ın Yıkımı
Belirtilen döneme ait en büyük iki hasar, 1960’ların başı ve 1971 yıllarına tarihlenen iki yol çalışması sırasında verildi. İlki, Atatürk Mahallesi'nden geçerek şehir merkezine uzanan NATO yoludur; yapımı sırasında bazı tarihi binalar yıkıldı. 1971’de ise şehrin sembollerinden biri olan ve Asur dönemine dayandırılan Deliklitaş, Tatvan feribot iskelesine götürülen parçaların geçememesi gerekçesiyle dinamitle havaya uçuruldu. Bu yıkım, “en iyi çözüm en kestirme çözümdür” anlayışının bir sonucuydu.
Bitlis’in kentleşme süreci, tarihi dokusunun korunması ve yeni yapıların entegrasyonu konusunda çeşitli zorluklar ve değişimlerle doludur. 1940'lardan günümüze, ekonomik, politik ve sosyal dinamikler şehrin mimari kimliğini şekillendirmiştir. Göç dalgaları, yerel yönetimlerdeki değişimler ve altyapı projeleri, Bitlis'in tarihine ve siluetine önemli etkilerde bulunmuştur.
1980’ler: Küresel ve Yerel Değişimlerin Yüzyılı
1980’ler sadece Türkiye çapında değil, küresel anlamda da önemli değişimlere sahne oldu. Ülke ölçeğinde toplumsal muhalefet susturulmuş, devletçi gelenek tasfiye edilmiş ve idari yapı, Margaret Thatcher ile Ronald Reagan’da kişileşen neo-liberalizm rüzgârını arkasına aldı. Bu koşullar, daha öncesinde olanak yaratıldıkça hayata geçirilebilen faydacılık/fırsatçılık eksenindeki politikaların 1980’den sonra resmi politikanın yegâne üslubu haline gelmesini sağladı.
Neo-Liberal Rüzgarların Etkisi
Dolayısıyla, Bitlis Deresi'nin üstünün eğreti betonarme yapılarla kapatılması, tarihi mahallelere beş katlı gecekondudan bozma apartman bloklarının dikilmesi ne sadece 1980 sonrasında ikinci bir dalga olarak cereyan eden kırsal bölgelerdeki göç hareketiyle açıklanabilir, ne de kent topografyasının yapılaşma taleplerine yeterince müsaade etmemesiyle. Yeni yolların modern inşa teknolojilerini şehre taşıması, taş ocaklarının kapanması ve duvar ustası gibi zanaatkârların sayıca azalmasından dolayı restorasyonların yürütülememesi gibi faktörler de ancak tali derecede önem arz eder.
Gecekondulaşmanın Tarihsel Seyri
Burada, yerel yönetimle şehir halkı arasında gerçekleşen fayda/fırsat ilişkisinin inşaat düzleminde nasıl geliştiğini kavramak için Türkiye’de gecekondulaşmanın tarihsel seyrine kısaca göz atmak yeterli olacaktır. Çünkü Bitlis, özgün dinamikler taşıyan mikro ölçekli bir gecekondulaşma yolunu kat ederek XXI. yüzyıla girmiştir. Özgünlüğü sağlayan başlıca olgu, üretime dayalı sermaye birikiminin kentin kuruluşundan beri ikincil planda kalıp, manifaktür ekonomisinin liderliği daima elinde tutmuş olmasıdır.
Bitlis'te Gecekondulaşmanın Örnekleri
Hanedan Oteli'nin İnşası
Kamusal alan statüsünde olan Bitlis Deresi'nin üstüne, üstelik tarihi Hatuniye Köprüsü'nü temelinin bir parçası kılarak inşa edilen “Hanedan Oteli”, gecekondulaşma yolunun en çarpıcı örneğidir. Otel’in 2019 yılında yıkılma haberini veren gazeteler, mülkiyetin sahibi olarak Bitlis İl Özel İdaresi’ni göstermektedir. Kanunlara aykırı bir yapının bir kamu kuruluşunun mülkiyetine geçip yıllarca faal kalması, popülist politikalar ve onların mimaride tezahürü olan gecekondulaşma olgusu dışında açıklanamaz.
Çarşı Yenilenme Projesi
Diğer bir çarpıcı örnek, çarşının yenilenme projesidir. Mimarlık disiplinine ilgisiz bir kişi dahi yapılan işin Bitlis’in mimari kimliğiyle tek ortak noktasının dükkânların yerli yerinde kalması olduğunu fark eder. Yenilenen binalar, karasal iklim tipinden ziyade sıcak nemli Akdeniz iklimi yapılarını çağrıştırmaktadır. Pencere ve kapı modelleri ne geleneksel ne de modern tarzdadır. Bilhassa pencerelerin uzun kış mevsimi nedeniyle küçük tutulmak dışında ayırt edici bir yönleri yoktur. Cephe ve çatılarda ısı yalıtım uygulaması yapılmaması neticesinde yüzeylerde günden güne derinleşen çatlaklar meydana gelmiştir. Kısacası çarşı yenilenmiş, fakat geleneksel mimari doku büyük hasar almıştır. Bu projede de öneri projelerin değerlendirmesinden ihaleye, uygulamanın denetlenmesinden, standartlara uygunluk takibine kadar her aşamada bilimsellikten uzak davranıldığı aşikârdır.
Ekonomik ve Sosyal Dinamiklerin Etkisi
Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı adlı eserinde Karl Marx şöyle der: “Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.” Bu diyalektik düşünüşün temel önermesini Bitlis’e uyarlarsak, 'tüccar ekonomisiyle varlık bulan bir kentte gündelik hayatın belirleyicisi de tüccar kavrayışları olur' yargısına varırız.
Bitlis’in mikro ölçekteki bu özgün gecekondulaşma süreci, yerel yönetimlerin ve şehir halkının fırsat ilişkilerini ve kentleşme süreçlerini daha geniş bir perspektiften değerlendirmenin gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Tüm göstergeler “Dere Üstü Islah Projesi”nin kentsel dönüşüm nitelemesini negatif anlamda doğruladığını işaret ediyor. Başka bir deyişle, bu proje kente sağlık ve sıhhat kazandırmaktan ziyade, hastayı öldürecek bir müdahale seyri izlemektedir. Doğal olarak fayda ve fırsat eksenli politik tutumlar, gecekondu pratiği ve yaptakçı mimarlığın senteziyle açılan yolda varılacak son durak sadece mimari kimliğin yitimi olmaz; bellek, anılar ve umutlar da kısa sürede yitirilir.
Bitlis: Tarihi ve Kültürel Zenginliklerin Beşiği
Şehirler, öznellikleri hemşehriler üzerinde yarattıkları aidiyet hissinden gelen, öznel tarihin yazıldığı kitaplardır. Bitlis Kalesi’nin güven veren simgesi, kervanların konağı Hatuniye Hanı, güzelliği harabesinden de okunabilen Garmrag Kilisesi, zarif Ulu Camii ve daha nice mimari anıtlar tarihi bugüne taşır. Yamaçlara yaslı taş evlerin kapıları kısmen taş döşeli dar yollara açılır. Her kıvrımda, her köşede bir hikâye saklıdır. Dedeler torunlarına, ev sahipleri misafirlerine o hikâyeleri anlatır. Arabaların çıkamadığı tepedeki evlere eşeklerle yük taşınması, Said Nursi’nin taş köprünün ayaklarına saklanması, yokuşun başındaki sinemada toplaşmalar, dut ağacının altındaki altınlar... Bu paragrafların yazarının dinledikleri arasından seçtiği birkaç anlatı başlığıdır yalnızca. Gelenekselleşmiş her sokakla binanın yıkımı tarihten bir kesitin silinmesi, bellekte bir bölümün ölmesi demektir. Hayat, birkaç hikâye daha azalır.
Tarihi Kentlerin Geleceğe Yatırımı: Sürdürülebilir Yaşam
Şehirler aynı zamanda bugüne ve geleceğe aittir. Yaşam anlardan oluşsa da insan anlık yaşamaz; beklentileri, uğraşıları, ihtiyaçları vardır. Hayat döngüsünde şehre aidiyetini pekiştirecek yegâne olgu sürdürülebilir konforlu yaşam olanaklarına kavuşabilmesidir. Bu olanaklar ise yeni bir daire, güzel bir araba ya da iyi bir iş gibi maddi ortamla sınırlı değildir. Dostluklar, hatıralar, son istekler, sözün kısası manevi ortamı da içine alır. Tarihi bir kentte manevi konforun asal öğesi geçmişin miraslarına saygıdır. Kitap benzeştirmesinden hareketle, her devrin bir bölüme denk düştüğü, sıranın bugün adlı bölüme geldiği ve yeni bölümlerin elbet ekleneceği söylenebilir. Öyleyse sorulacak soru yapılan eylemin kitaptan yaprak koparmaya mı yoksa yeni bir sayfa eklemeye mi karşılık düştüğüdür. Şüphesiz ikincisi tercih edilmelidir.
Kentsel Dönüşümde İnsan Faktörü ve Bitlis’in Geleceği
Bir kentsel dönüşüm girişiminin özünde kenti tüketme eylemine dönüştüğünü anlatmaya çalışan her deneme, mimarlığın hammaddelerinin sadece hacimler ve malzemelerden ibaret olmadığını, insanın da demirbaş listesinde yer aldığını vurgulamak zorunda kalır. Bitlis’in hikâyesi de aynı temada gelişmiştir. Çünkü “insan birey değildir, toplumsal bir dinamiktir. Ekonomik ve kültürel dönemlerin yaratıcısı olduğu kadar ürünüdür. Dolayısıyla geleneksel mimariye yönelik koruma, sağlıklılaştırma ya da yenileştirme çalışmaları problemlerin salt binadan hareketle giderilmesi anlayışıyla yürütülemez. Bu anlayış mekanik olduğundan dolayı bulacağı cevaplar da mekanik düzlemde kalacaktır.” Mekanik bakış açısından kurtulmak, mekâna ruhu verenin beden olduğunu hep akılda tutmaktan geçer.
Bitlis’in Kalkınma Mücadelesi ve Akademik Destek
Eğer sorun insanda başlıyorsa çözüm de insanda gerçekleşecektir. Bu demektir ki en büyük sorumluluk Bitlis insanına düşmektedir. Eren Üniversitesi başta olmak üzere akademik çevreler sürece müdahil olmalı, Bitlis’in kalkındırılmasını amaç edinen vakıflar meseleyi gündemlerine almalıdır. Yıkım esnasında tarihsel miraslara verilen hasarların onarılması, kent tasarım rehberinin hazırlanıp çıkarılması ve Bitlis’e layık bir “Dere Çevresi Mimari Düzenleme” projesinin multidisipliner organizasyonla meydana getirilmesi son ölümcül darbeyi boşa düşürecek hamleler olacaktır. Bitlis bu mücadeleyi hak ediyor.