Bu yıl sekizincisi yapılan Toplu Sözleşme Görüşmeleri, memurun, öğretmenin, emeklinin gözünde umut değil; ne yazık ki alışılmış bir hayal kırıklığının yeniden yazımı gibi duruyor.
Bir hayal kurmak bile lüks oldu bu ülkede. Sabahın ayazında okul yoluna düşen, çantasını omzuna alıp sınıfına koşan bir öğretmenin, yıllarını eğitime vermiş ama bugün maaşıyla ay sonunu getiremeyen bir emeklinin, çocuğuna et almayı “bayramlık” olarak gören memurun ortak kaderine dönüşen bir ekonomik gerçeklik yaşıyoruz. Sözüm meclisten dışarı değil; hayat artık pahalılığın değil, geçinememenin tam tanımı oldu.
Unutulan Gerçek: Öğretmenin Emeği
Öğretmenlik, bir meslek değildir sadece; bir adanmışlıktır. Bir insanı ayağa kaldırmaktır, bir hayata yön vermektir. Öğretmen sınıfta sadece ders anlatmaz; merhameti, vicdanı, ahlakı da işler usul usul zihinlere. Pandemi sürecinde herkes evlere kapanmışken, öğretmenler kendi evlerini okula çevirdi. Ebeveynler, yıllardır dile getirilen “Öğretmen olmak kolay” yargısının ne denli yersiz olduğunu, çocuklarıyla birkaç hafta ilgilenmek zorunda kalınca iliklerine kadar hissetti.
Fakat ne acıdır ki pandemi bitti, anlayış da bitti. Unutuldu yeniden. Öğretmenin özverisi, sabrı, emeği... Tıpkı kara tahtaya yazılan tebeşir tozları gibi, silindi bir çırpıda. Oysa her şey ortada: Öğretmen yoksullaşıyor. Öğretmen yorgun. Öğretmen, gelecek nesli inşa ederken kendi geleceğini borçla çevirmeye çalışıyor.
Gerçeklerle Yüzleşme Vakti
8. Dönem Toplu Sözleşme görüşmelerinde konuşulanlar, rakamlar, oranlar, teklifler, redler... Hiçbiri pazardaki fiyatla, kiradaki artışla, marketteki etiketle örtüşmüyor. Bu ülkede memur olmak, “idare etmek” sanatına dönüştü. Emekli olmaksa adeta cezalandırılmak...
Geçim derdi bir hikâye değil, hayatın ta kendisi. Öğretmen ay sonunu düşünmekten kendini geliştiremiyor. Emekli bir bardak çayı iki kere düşünerek içiyor. Kamuda çalışan memur, servis ücretini karşılayamadığı için işe yürüyerek gidiyor. Ve bütün bunlar olurken, toplu sözleşme masasında hâlâ “makul oranlar” konuşuluyor.
Hayır! Artık makul olan, gerçek olandır. Gerçek olan ise açıktır: Memur geçinemiyor. Öğretmen tükeniyor. Emekli unutuluyor.
Memur-Sen’in Talepleri, Hayatın Gerçekleriyle Birebir
Memur-Sen’in bu dönemki talepleri, masada konuşulması gereken değil; artık uygulanması zorunlu olan hayati adımlardır:
Seyyanen zam değil, insanca yaşam talebidir bu.
Emekli maaşına adalet talebidir.
Kira yardımı, sadece büyük şehirlerde değil, tüm yurtta yaşanan konut krizine acil müdahaledir.
Vergi adaleti, sadece ekonomik değil, aynı zamanda vicdani bir mesele hâline gelmiştir.
Ek gösterge adaleti, bir unvan değil, hakkın teslimidir.
Bu talepler masaya gelmeden, konuşulmadan, uygulanmadan bu toplu sözleşmeden çıkacak her metin, hayatın karşısında hükmünü yitirmiş bir kağıt yığını olmaktan öteye geçmeyecektir.
Son Söz Yerine
Bu ülke, öğretmeninin, memurunun, emeklisinin omuzlarında yükseliyor. Onların alın teri, bu memleketin harcıdır. Ve harç kurursa bina yıkılır.
Unutmayın, bir ülkenin geleceği, öğretmeninin yüzündeki gülümsemeyle başlar.
Bir öğretmen gülmüyorsa, hiçbir çocuk tam gülemez.
Bir emekli huzurlu değilse, hiçbir genç geleceğe umutla bakamaz.
Bir memur çaresizse, sistemin çarkı değil, adaleti kırılır.
Bu toplu sözleşme sadece maaş değil; bir ülkenin vicdan terazisidir.
Ve biz diyoruz ki: Vicdan ağır basmalı!