Sansür ve Tahrifat Yapanlar Özür Dilemelidir

Tarih: 28 Şubat 2014 12:23
Sansür ve Tahrifat Yapanlar Özür Dilemelidir

“515 Ne 1 K’da Bediüzzaman” adlı kitabında Bediüzzaman’ın ağzından okuyucularına çeşitli konularda bilgiler aktaran araştırmacı Yazar Muhammed Salar, "Said-e Kurdi'nin Kürt ve Kürdistan kimliği sansürlenmiştir" dedi.

Araştırmacı Yazar Muhammed Salar, Özgür News'ten Mahmut Sönmez'le gerçekleştirdiği röportajda; Kur’an, İslam, Kürdistan, Şeyh Said, Dersim, İttihad Terraki, Risalelerdeki tahrifatlar ve Bediüzzzaman Said-ê Kurdi ile ilgili tartışılan birçok sorunun yanıtını verdi.

Salar, “515 Ne 1 K’da Bediüzzaman” adlı kitabında Bediüzzaman’ın ağzından okuyucularına çeşitli konularda bilgiler aktarıyor.

Çeşitli illerde Risale-i Nur endeksli çalışmalarda bulunan araştırmacı yazar Muhammed Salar ile yapılan röportajın tamamı:

Öncelikle yazdığınız “515 Ne 1 K’da Bediüzzaman” adlı kitabınız hayırlı olsun. Yazdığınız kitapta sorduğunuz 515 soruya cevap olarak, Bediüzzaman Said- ê Kurdi’nin söylediklerini ve Risalelerinde yazdıklarını okuyucuya aktarıyorsunuz. Kitabı bu tarzda yazmanızın sebebi nedir?

Ben de size teşekkür ediyorum. Çünkü Bediüzzaman Said- ê Kurdi hakkında röportaj yapmanız takdire şayandır. Bediüzzaman ve Risalenin bizim üzerimizde hakkı çoktur. Öncelikle bu vefaya bir emek borcu olarak 2011 yılında Adana’da Risale-i Nur Hukukunu Muhafaza Derneği’ni kurduk. Bu derneğin asıl amacı, Risale-i Nur ve Bediüzzaman hakkındaki lehte ve aleyhte yayınları incelemek, varsa bir sorun düzeltmek ve Bediüzzaman ile Risale-i Nur’u tanıtmaktır. Kitabımız ise 2014’ün ilk günlerinde yayınlandı “515 Ne 1 K’da Bediüzzaman”. Felsefi, iktisadi, sosyo-siyasal, ahlaki ve mesleki sorulardan oluşan 515 tane “Nedir” sorusunu soruyoruz, Bediüzzaman’da cevaplıyor. Kitabın adını 5n 1k’dan ilham aldık. Nedir, nasıl, niçin, nerede, ne zaman sorularını içeriyor, biz sadece nediri seçtik ve Bediüzzaman’da bu çok geniş yelpazeden sorduğumuz sorulara cevap verdi. Bu soru - cevap tarzı aynı zamanda Bediüzaman’ın Kürt Aşiretleri ile yazdığı Münazaret Risalesinden model olarak aldığımız bir tarz.

Öncelikle birçok kişi ve kurumun Bediüzzaman Said- ê Kurdi ve Risaleler hakkında tahrifat yaptığı söyleniyor. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Evet. Bu da Nurcular arasında bir ihtilaf sebebidir. Çokça tartışılmıştır. Risaleler’de ki değişiklikleri ilk fark eden Şükrü Aslan Hoca ile Malazgirtli Molla Zahit Hoca’dır. Onlardan sonra da Sıddık Dursun, Tenvir Neşriyat’ta kendi baktığı nüshayı Mustafa Acet Ağabey’den almış ve ona göre bakmış. Şükrü Hoca ve Zahit hocanın söyledikleri ile Sıddık Ağabeyi’nin neşrettikleri birbirine uygun. Bunu reddeden diğer cemaatler ise bu kişileri Kürtçü ilan etti.

Ne gibi tahrifatlar var?

Burada şunu söylemek lazım; geniş bir konu olması ile beraber Risalelerin Özellikle Kürt, Kürdistan ile ilgili kelimelerde değişiklik vardır. Bunun ispatı çok kolay yapılabilir, diğer neşriyatların on sene önce bastıkları kitaplarla şu an 2014’te bastıkları kitaplar farklı. Ama Şükrü Hocanın ve Sıddık Dursun’un dediği, rahmetli Molla İzzettin’in dediği ise hep aynı. Burada değişikliğe gidenlerin kendilerine bir öz eleştiri yapması gerekiyor.

Tahrifat yapan yayınlar, Kürt ve Kürdistan kelimelerini yeni yayınlarında Risalelere eklediler mi?

Bazı neşriyatlarda değişikliğe gidildi. Mesela, Envar Neşriyatta daha önce 25 milyon Türk cemiyetine feda ettikleri Üstad’ı, şu an bastıkları Tarihçe-i hayatta 25 milyon Türk cemiyeti değil “yüzer milyon âlemi İslam cemiyetine feda olsun” şeklinde düzelttiler. Bir düzeltme olduğu görülüyorsa önceden de bir tahrifat olduğu söylenebilir. Özeleştiriden kaçmamak lazımdır. Millet meclisine hitabında Bediüzzaman, “Umum Kürdistan” diyor. Fakat bazı neşriyatlarda hala “şark” olarak geçiyor. Bediüzzaman 1955’te Celal Bayar ve Adnan Menderes’e yazdığı mektupta Türkistan, İran, Arabistan’ı sayarken Kürdistan’ı da sıralıyor ve bu mektup tüm neşriyatlarda var. Bediüzzaman neden bir mektubunda Kürdistan desin de, diğer bir mektupta demesin. Tahrifatın olduğu burada ortaya çıkıyor. Bu tahrifatı yapan Nurcular öz eleştirilerini yapıp, bunu da kamuoyu ile paylaşabilirler. Çok arzu edilirse her iki tarafı bir masa etrafında görüştürüp, bilimsel bir metotla bu tahrifat konusu da nihayetlendirilebilir.

Kitabınızda Bediüzzaman Said- ê Kurdi ; “Asya’nın bahtını açacak olan meşrutiyet ve hürriyettir.” diyor. Meşrutiyetten kastı demokrasi midir?

Evet, tam olarak demokrasi diyemeyiz ama şunu söyleyebiliriz: Bediüzzaman Hazretleri dindar bir meşrutiyeti savunmuş ve alkışlamıştır. Onu da şöyle özetleyebilirim, Ortadoğu halkları, Osmanlı halkları ve İslam halkları için bir kurtuluş reçetesi olarak görüyor. Yani; otoriter ve totaliter rejimlere hayır diyor. Kendisi, “Eski halmihal ya yeni hal ya izmihlal” diyor. Bu parolayla dindar bir meşrutiyeti alkışlamıştır. Meşrutiyet için şu da söylenebilir, danışma meclisleri, istişareler, katılımcı meclis sistemi diyebiliriz buna. Yani, halkı yönetimde katkı sağlayan ve yönetimi denetleyebilen bir konumda görmek gerekiyor. Bediüzzaman Hazretleri İslam toplumları için üçlü bir formülasyonda karar bağlamış. Birincisi, katılımcı meclis sistemidir. İkincisi, adalettir. Üçüncüsü de, güç ve kuvvetin kanunda toplanmasıdır. Bu dereceye ne İslam ülkeleri ne Avrupa ne de Amerika gelmiş değildir. Geleceğin yönetim modeli de bu olacaktır.

Bediüzzaman Said- ê Kurdi’nin Ermenilere bakışını aktarmışsınız kitapta. Bediüzzaman’ın bu konu hakkında görüşleri nelerdir?

Ermeni halkı Bediüzzaman Said-e Kurdi’ye göre, Hz Nuh’un tufanından beri Kürtlerle komşuluk yapan yoldaş bir halktır. Osmanlı döneminde de zimmî statüsündeydiler. Yani, vergisini veren, yaşam hakları başta olmak üzere dini inanç hürriyetleri ve yerleşim hakları anayasal korunma altına alınması gereken gayrimüslim azınlık. Bu halka ne Osmanlı ne de Kemalizm gerekli hakkı sağlayamadı. Bediüzzaman münazarat risalesinde Ermenileri değerlendirirken, “Onların hürriyetleri onlara zulüm etmemek ve rahat bırakmaktır” ve bu şeriatın emridir diyor. Buda gösteriyor ki o zaman bir zulüm var. Bunu Ermeni katliamı olmadan yani 1910’da söylüyor. O sıralar Adana Olaylarında 30.000 insan öldürüldü, bunların çoğu Ermeni’ydi. Bediüzzaman Hazretlerinin bu tebliğlerine, ne devlet erkânı ne de halk sahip çıkmadı. 1916’da Kürtçe “fermana fileha” diyorlardı, bu gerçekleşti ve on binlerce Ermeni katledildi. Bu bir tarihi vakadır. Bediüzzaman Hazretleri Ermeni çocuklarını savaşta muhafaza etmiştir ve bu jesti gören Ermeni komitecileri de, Müslüman Kürt çocuklarını muhafaza ve hürriyetlerini muhafaza etmeye kalkışmışlardır ama bu karşılıklı jestler o trajediyi önlemeye yetmemiştir.

Bediüzzaman’ın cumhuriyet dönemindeki Kürt isyanlarına bakışı nedir ve neden silahlı bir eyleme katılmamıştır?

Bediüzzaman Hazretleri otuz civarında ayaklanmaya iştirak etmemiştir. Çünkü onun metodunda silahlı bir isyan tarzı yoktur. Bediüzzaman’ın metodu müspettir. Müspet metotta şu vardır, yönetici ve idarecilerin zulüm ve despotluğuna hayır, fakat halkın isyan etmesine de hayır. Yani bir taraftan idare denen erkin, halkı sömürmesine ve onlara zulüm etmesine engel olurken diğer taraftan, halkı silahlı bir isyana da teşvik etmedi. Bu basit bir duruş değildir. Hak ve adalette sabır etmektir, aktif bir pozisyondur aslında. Üstad tokata müstahak 5 -10 kişiyse, silahlı bir eylemde 50 -90 kişi zarar görür diyor, bunu ne Kur’an ne vicdan ne de şefkat kabul eder. Bu yüzden Bediüzzaman Hazretleri, günümüz Ortadoğusu’nun bu şiddet sarmalından kurtulması için kulak verilmesi gereken birinci liderdir. Tarihte şiddet olayları hep kanlı bitmiştir ve bunun kazananı olmamıştır. Hz. Peygamberin’ de bütün savaşları savunma savaşlarıdır, İslam medeniyetinde esas olan savunmadır. Bedir, Uhud ve Hendek savaşları buna örnek olarak verilebilir.

Bediüzzaman Said- ê Kurdi hakkında merak edilen konulardan biri de, İttihat Terraki ve Teşkilat’ı Mahsusa ile bir ilgisinin olup olmadığıdır. Bu konu hakkında ne demiş?

Evet, bu da güzel bir soru. Kamuoyunda Bediüzzaman’ın doğru anlaşılmadığını gösteren konuların başında geliyor. Maalesef çoğu kişi, Bediüzzaman Teşkilat’ı Mahsusa’ya kayıtlıydı yanlış bilgisini paylaşıyor. Bunu ilk ortaya atan tarihçi Cemal Kutay’dır, ondan sonra Necmeddin Şahiner ve Sefa Mürsel’dir. Bunlarda hiçbir belge delil doküman getirmemişlerdir. Maalesef bu kişilerin yayınlarından da çok kişi yanlış bilgilendi. Hatta Şerif Mardin, çeşitli Kürt aydınları, hatta en son bir ara İmralı notlarında da geçti. Bu yanlış bilgilerin kaynağı bunları ortaya atanlardır. Yani Cemal Kutay ve Necmeddin Şahiner gibilerdir. Hiçbir belge gösterilmemiştir Bediüzzaman böyle bir teşkilata üye kesinlikle değildir, bunun ispatı yapılabilir. Gizli örgütlere karşı olduğunu kitaplarında beyan ediyor ve kendisi açıkça İttihad - ı Muhammediye dediğimiz cemiyete kurucu üye olduğunu söylüyor. İttihat Terraki’ye gelince, Bediüzzaman’ın Enver Paşa ve Niyazi Bey gibi ikinci meşrutiyette emekleri geçen subaylarla bir diyaloğu olmuş. Üstad’ın ölçüsü şu “Ben dindar ve hamiyetli insanlarla devamlı beraberim” diyor. Bu ölçü ele alındığında İttihat Terraki muhalefetteyken Abdülhamid karşıtı hürriyet-i meşrutiyeti alkışlarken, Bediüzzaman bu cihetle onlarla beraber çalışmış yani Abdülhamid’in despot yönetimine karşı çıkmış. Daha sonra İttihat Terraki yönetimi ele alıp, ülkede bir terör havası estirince Bediüzzaman onlara şiddetle muhalefet etmiştir. Ahmet Altan’da bir ara romanında işlemişti, “Kürt Said hançeriyle 31 Mart Vakası’nı tahrik etti” şeklinde bu da yanlış bir bilgidir, Bediüzzaman’ın 31 Mart Vakası’nda yatıştırıcı bir rol oynadığını hatta Kürt kahvelerini İstanbul’da dolaşıp “Olaya girmeyin” şeklinde telkinde bulunduğunu biliyoruz. Bediüzzaman’da o zamanın Divan – ı Harp Mahkemesi’nde idamla yargılanıyor fakat olayda kışkırtıcı bir rol oynamıyor. Bu anlaşılınca beraat ediyor fakat ondan önceki İttihad – ı Muhammediye Cemiyeti’nin üyeleri haksız bir şekilde asılmış. Bediüzzaman’da bu zulümlere karşı “Yaşasın zalimler için cehennem ” diye mahkemeye haykırarak orayı terk ediyor. Kendi zaten mahkemede beraat ediyor, tersini iddia etmek bilimsel değil ya da art niyetli davranışlardır. Böyle önemli iddialarda belge göstermek gerek. Bu iddiayı ortaya atanların ve savunanların yazdıklarını düzeltmelerini bekliyoruz bu onların boyunlarının borcudur.

Bediüzzaman Hamidiye alayları hakkında ne düşünüyor?

Hamidiye alayları Kürt aşiretlerinden oluşan Kürt milli alaylarıdır. Bediüzzaman’ın buna bakışı iyi irdelenmeli Hamidiye alayları devlet tarafından tanınan tek Kürt kurumudur. Bu kurumda biraz da eğitim verildiği için Bediüzzaman ilk etapta bu alayların ortadan kaldırılmayıp disipline edilmesini savunuyordu. O zamanın şartlarında bu alayları faydalı bir adım gibi değerlendiriyor. Padişaha ve kamuoyuna alayların lağvedilmeyip düzene sokulmasını alayların halka zulüm yapmamasını belirtiyor. Tabii devlet burada da Bediüzzaman’ı dinlemeyince alayların diğer Kürt aşiretlerine zulüm yapmasıyla Kürdistan’daki feodal yapının da etkisiyle Abdülhamid’e yakın olanlar diğerlerine zulüm yapınca günümüzdeki koruculuk sisteminde olduğu gibi Bediüzzaman da bunları bertaraf edemeyince artık Hamidiye alaylarına karşı çıkmıştır.

Bitlis Hadisesi ve Şeyh Said isyanı’na dair neler söylüyor Bediüzzaman?

Bu da çok önemli bir konudur. Bitlis Hadise’si 1913’te Hizanlı Şeyh Selim tarafından yapılan bir ayaklanmadır. O zaman üstat Van’daymış, kendisi izah ediyor “Bazı müttaki zatlar yanıma geldiler, Osmanlı ordusuna baş kaldıracağız çünkü bazı komutanlarda dine aykırı şeyler dediler. Ben de onlara Osmanlı ordusunda binlerce veli zat var, ben onlara baş kaldırmam siz de başkaldırmayın çünkü bu fenalıklar yalnızca yapanlara mahsustur dedim ” diyor, onları vazgeçirmeye çalışıyor fakat üstadı dinlemiyorlar. Neticede olay patlak veriyor ve sonuçsuz kalıyor. Liderleri idam ediliyor, bir sene sonra üstadın dediği oluyor ve Birinci Dünya Savaşı başlıyor. Osmanlı din namına savaşıyor ve on binlerce asker şehit oluyor. Bediüzzaman’ın tabiriyle, ordudaki yağ alınıyor ve yağsız ayrana dönüşüyor. Şeyh Said Hadisesi ise Şubat 1925’te gerçekleşiyor. Bediüzzaman dâhil silahların kullanılmasının haksızlıklara sebep olabileceğini söylemiştir, mazlum insanların zarar görebileceğine binaen. Şeyh Said Hazretlerinin bu olayı organize ettiği, profesyonel şekilde eyleme geçirdiği ve kendisinin patlattığı söylenemez. Çünkü kendisi Piran’da bir düğüne gitmiş ve asker kaçaklarını aramaya gelen askeri yetkililerle çatışma yaşanıyor. Olay patlak verince Şeyh Said kendini olayın içinde buluyor. Kısa sürede Genç, Bingöl, Elazığ, Muş dolaylarına yayılan hareket Diyarbakır’ı kuşatıyor ve alamıyor, cüzi ve neticesiz bir hareket olarak kalıyor. Fakat şunu söylemek lazım Bediüzzaman bu olaya katılmamıştır fakat Şeyh Said Hazretlerini ve arkadaşlarını mazlum birer şehit olarak görüyor. Çünkü bunlar dindar insanlar ve devlet bu küçük olayı büyütmüştür. Yüz bin kürdün ölmesine sebep olmuştur. Şark İstiklal Mahkemeleri’nde göstermelik bir mahkemeyle 46 – 47 kişiyi hemen yargılayıp, idam etmiştir. İstiklal mahkemeleri tek partili despot dönemin, yargı ayaklarıdır. Buna rağmen burada da çifte standart uygulanmış. Ankara İstiklal Mahkemesi’nde verilen kararlar meclisin onayına verilirken, Şark İstiklal Mahkemeleri’nde bu da uygulanmamış ve verilen kararlar hemen infaz edilmiş. Yönetimin despot kararlarına her zaman karşı çıkmış ve Şeyh Said Hazretleri’ni ve arkadaşlarını şehit olarak görmüş fakat hiçbir zaman silahlı bir başkaldırıyı tercih etmemiştir.

Kitapta Reçetetü-t Ekrad yani, Kürtlerin reçetesine değinmişsiniz. Bediüzzaman yazdığı bu reçetede Kürt Halkına neler öneriyor?

Bu kitap, Bediüzzaman’ın deyişiyle azametli bahtsız bir kıtanın (Asya Kıtası), şanlı talihsiz bir devletin (Osmanlı), Değerli şanssız bir kavmin (Kürtlerin) reçetesidir. Burada Bediüzzaman Kürt Halkına meşrutiyeti hürriyeti tavsiye ediyor. İstibdada karşı olmaları gerektiğini, eğitime, muhabbete ve milli birlikteliğe ihtiyaçları olduğunu vurguluyor. En fazla da Medresetül Zehra’yı savunmuş bu kitapta. Medresetül Zehra, aynı zamanda Kürtlerin reçetesi de sayılır. Çok büyük fonksiyonu vardır. Sekiz şartı vardır ikisi çok önemli; Medrestül Zehra 55 senelik hayalim diyor. Burada; Arapça, Kürtçe, Türkçe üç dilde eğitim yapılacak, fen ve din ilimleri birlikte okutulacak. Bazı Nurcuların üstat neden Kürtçeye caiz demiş diye itirazları var. Bu üniversite El Ezher’den büyük olacaktır, Kürdistan’ın merkezi Van’da kurulacak, hayal edilen bu üniversite, uluslararası bir üniversite. Bu üniversitede Arapça vacip, bütün Müslümanların ibadet dilinin Arapça olması sebebiyle. Ondan sonra ikinci dil Kürtçe caiz, Türkçe lazım demiş. Bölge okullarında anadil vaciptir, diğer diller caiz ve lazım olacak. Fen ve din ilimlerinin birlikte verilmesi de çok önemlidir. Çünkü akıl fen ilimleriyle aydınlanır, kalpte din ilimleri ile nurlanır. Bu ikisinin birlikteliği de hakikate taşır. Dinin eksikliği inkârı, fenin eksikliği taassubu getirir. Osmanlı’yı gerileten de bunun uygulanamamasıdır.

Bediüzzaman Kürdistan dağlarına büyük bir mana atfedip, “Kürt Mektebi” diyor. Kürdistan dağları kendisi için neyi ifade ediyor?

Bediüzzaman’a göre, Kürdistan dağları onun edep mektebidir ve en sevdiğim mevkidir diyor. Ona göre, iklimin ve coğrafyanın insan üzerinde etkisi vardır. Kürdistan dağlarını çok seviyor ve ilk eğitimini oradan aldığını söylüyor. Annesi ile beraber çevresinin de ona eğitim verdiğini söylüyor. Ona göre Kürdistan’da en fazla rağbet gören ahlaktır, diyanettir, cesarettir, kalp ve dillerin birlikteliğidir. Bediüzzaman, “Ben bunları İstanbul’da göremedim ve İstanbul’a veda edip, buradaki gazetelere bedel Kürdistan dağlarını temaşa edip okuyacağım” diyor.

Kitabın son kısmında Bediüzzaman Said ê Kürdi’nin kim olduğunu onun ağzından okurlara aktarıyorsunuz. Buna neden ihtiyaç duydunuz ve Kimdir Bediüzzaman?

Çünkü herkes kendine göre Bediüzzaman’ı değerlendirmek istiyor. En son şecere furyası ortaya çıktı. Ahmet Akgündüz Bediüzzaman Seyyid’tir diyor. Tabii bu da tutmadı, çünkü Bediüzzaman’ın kendi ifadesiyle çelişkili. Ben de Bediüzzaman’a dedim ki “Kimsiniz” ve hiç yorum katmadan kendi ağzından cevaplar aldım. Bediüzzaman diyor ki “Ben elhamdülillah Müslüman’ım her şeyden önce ve Kürdistan’da dünyaya gönderildim. Ben şeyh değilim, ben seyyid değilim, ben sofi değilim, ben hocayım, ben talebeyim, ben Kürt olduğum için Hürriyet-i Mutlaka’nın meydanı olan Kürdistan dağlarında büyümüş ve adat-ı adab u nezaket namıyla hiçbir kayıt altına girmemiş hürriyetini hiçbir şeye ve lezzete feda etmemiş bir adamım” diyor. Kendi imzasını atarken de “Ceride-i Seyyare, Ebu laşey, ibnüzzaman, ehu-l acaib, ibnü’l Garaib, ve Said el- Kürdi en Nursi” sıfatlarını kullanıyor. Kimliğinin köşe taşlarını kendi koyuyor. Kamuoyu bu değerli şahsı doğru tanımalı ve doğru istifade etmelidir. Şu an Kürt kamuoyu da Bediüzzaman’dan yeterince istifade etmiyor ve eksik tanıyor maalesef.

Risale-i Nur Hukukunu Muhafaza Derneği olarak, Adana ve Mersin’de İslam ve barış konulu paneller gerçekleştirdiniz. Bu panelleri yapmaktaki amacınız nedir?

Türkiye’de ilk kez bir Nur Derneği İslam ve barış panelini Mersin’de yaptı. Katılımcılar benimle beraber Ayhan Bilgen Beydi. Çokta faydalı olduğuna inanıyorum. Günümüz dünyası İslam algısı çok çarpık, İslam ve terör İslam ve şiddet bir araya getirilmeye çalışılıyor, bu doğru değildir. İslam bir barış dinidir, Hz. Muhammed’in çok büyük barış faaliyetleri vardır. Aynen onun gibi Bediüzzaman’da bu görevi eda etmiştir. Yaptığımız panelden 15 gün sonra, İmralı’dan Diyarbakır’da bir İslam kongresi yapılması çağrısı geldi. Sevindirici bulduk, önceden yapmamızda ileride çıkacak dedikoduların önünü kesti. İmralı’nın Risale-i Nur’a kulak vermesi çok sevindiricidir. Çünkü Kürt Halkı böyle bir şeyi bekliyordu.

Nurcuların Kürt sorununa ve İslam Kongresine bakışı nedir şu an?

Bütün Nurcular adına konuşmam zor tabi. Şunu söylemekte yarar var, İslam Kongresinin Kürt siyasal Hareketi tarafından düzenlenmesi olumlu, alkışlanacak fakat gecikmiş bir davranış. Bu kongrede Müslümanların ve Kürt Hareketinin bir araya gelmesi şöyle ele alınabilir; Müslümanlar daha önce Kürt sorununa duyarsızdı ve haksızdırlar bu konuda. Bu kongreye katılıyor olmaları kendilerine bir özeleştiridir. Kürt siyasal hareketinin son Newroz mektubuna kadar İslam’a bakış açısı eksikti ve yanlıştı, onların da böyle bir kongreyi düzenliyor olmaları kendileri açısından bir özeleştiridir. Yapıcı tavırlarla birlikte meyvelerin verileceğine inanıyorum. Burada Medine Vesikası çok önemlidir. Günümüzün Ortadoğu, Asya, bütün İslam coğrafyasına, hatta dünyaya bile model olabilecek bir vesikadır. Bazı yazarlara göre, ilk yazılı anayasa olarak değerlendiriliyor ki, doğrudur. Çok dilli, çok kültürlü, çok uluslu birliktelik modelidir. Günümüzün sorunlarına da birebir cevap veriyor. Medine Devleti’nde Yahudiler özerk bir yapıdaydı, Arap ve müşriklerle beraber yaşıyorlardı ve bu hukuki kanuni bir devletti. Bundan herkesin ders niteliğinde mesajlar alacağına inanıyorum. Kongrede ismine uygun, önyargısız ve zamanına uygun gecikmeden yapılmalıdır.

Kitabınızın önsözünü HDP kurucu üyesi; Ayhan Bilgen yaptı. Kendisi de Adana Seyhan Belediyesi Eşbaşkan adayı. Seçimler hakkında düşünceleriniz nelerdir?

Ben siyasi bir partiye bağlı değilim. Ayhan Bilgen Bey’de kitabımın önsözünü yazdığı zaman HDP’den aday değildi. Kendisi Risaleye ve dine duyarlı özgürlükçü bir Müslüman, diyaloğumuz devam ediyor. Adaylığını sonradan duydum, hayırlı hizmetlerinde muaffak olmasını diliyorum. Belediyedeki hizmetleri de görüşleri gibi halka faydalı, güzel gelişmelere vesile olur inşallah.

Son olarak hükümet ve Fettullah Gülen arasında yaşanan gerginlik için neler söylemek istersiniz?

Dâhilde şeffaf olmayan bir kavga var. Yolsuzluk ve paralel yapılara taraf olunmaz. Şeffaflık bekliyoruz Asrın İmamı "Gizlilikten şüphe doğar" buyurmuş. Şimdi Ankara, Pensilvanya, Kandil'in Bediüzzaman'a kulak verme zamanı geldi. "Selamet-i Millet için bir fikrim var. Afv-u umumi, sülh-u umumi, ref-i imtiyaz lazım.(Genel Af, Genel Barış, Her türlü ayrıcalıkların kaldırılması)" wessellam.

Muhammed Salar Kimdir?

Batman-Hasarê’lidir. İktisad Fakültesi mezunudur. Çeşitli illerde Risale-i Nur endeksli çalışmalarda bulunan Salar, katıldığı konferans, panel, sempozyum ve radyo-tv programlarında genellikle Hz. Muhammed (s.a.v), Bediüzzaman (r.a), İslam ve barışı ele aldı. “Nur’dan İmani-İctimai Yakutlar” yazarın yayınladğı ilk kitabıdır. Yazar halen Risale-i Nur Hukukunu Muhafaza Derneğinin başkanlık görevini yürütmektedir.


Kaynak:(Mahmut Sönmez - Özgür News)

https://www.bitlishaber13.net/roportajprint/sansur-ve-tahrifat-yapanlar-ozur-dilemelidir.html