Bitlis'li Genç Yazar Necati Hakan Özdemir ile söyleşi

Röportaj1 Kasım 2016 12:36
Bitlis'li Genç Yazar Necati Hakan Özdemir ile söyleşi
A
a

Bitlisli genç yazarlardan Necati Hakan Özdemir ile sizler için bir söyleşide bulunduk.

Sayın Özdemir Kendinizden Bahseder misiniz?

Necati Hakan Özdemir

1991 senesinde Bitlis'in Tatvan ilçesinde dünyaya misafir olarak geldim. Dedelerimiz aslen Bitlis’li olup tahminimizce 10 kuşak öncesine kadar buraya Semerkant/Buhara kentlerinden göçmüşler. Babamın memuriyeti sebebiyle 6 yaşımdan sonra Tatvan’dan çıktık. Sonrasında Şırnak, Kahramanmaraş ve son olarak Antalya gibi illerde ikamet ettikten sonra öğrenci olarak Bolu’da yaşamaya devam ettim.. Şuanda 10 yıldır Antalya’da yaşıyoruz. Yüksek lisans öğrencisi olarak ara ara İstanbul’a gidip gelmekteyim.



Yazarlığı Size Sevdiren Nedir?

Aslında şöyle alıp kalemi elime yazayım dediğim bir iş olmadı. Kitap okumayı seviyordum. Hiçbir zaman ilerde yazarım diyerek de okumadım. Yazmak açıkcası bence aslında bir külfet. Fakat zamanla okumanın borcu olduğunu anladım. “İlmi, yazmakla bağlayınız.” Hadis-i Şerifi beni çok etkiledi. 15 yaşımdan beri kitaplarla haşir neşirdim zaten. Okuyarak bir şeyleri keşfetme arzumun olduğunu anlamıştım. Dünyanın karmaşıklığı karşısında bir çözüm gibi geldi kitaplar. Ve öyleydi de.. Birgün kasideleriyle okumayı bana sevdiren edebiyat öğretmenim şehrin büyük bölümünü görebildiğimiz sınıfımızın pencerelerinden dışarıya baktırarak manzaraya göz gezdirmemizi söyledi. Hepimiz izledik. Ve neden sonra gözlemlerimizi sordu. Kimimiz yollarda giden arabaları.. Kimimiz kutu kutu üst üste dizilmiş evleri.. Kimimizde koca manzarada yalnız kalmış bir tek ağacı görmüştü.. Saygıdeğer hocam bana aynı şeyi sorduğunda benim gördüğüm şey bu manzaranın arkasında başka daha güzel manzaraların olduğunu söylemek oldu. O zamandan beri bir arayışa girdim yani. Ve okumak boynuma borç oldu. Okumanın da bir borcu vardı. Dediğim gibi o da yazmak.. Bende kelamın izniyle kaleme dokundum. Ve anladım ki ağacın içinden çıkan o avuç içi kadar şey dünyayı değiştirenler için yegane yol..,

Bu Kitabınız Haricinde Farklı Çalışmalarınız Oldu mu?

Üniversite yıllarımda birkaç girişimim oldu ama henüz dimağımın doyum noktasına ulaştığını düşünmediğimden/ki aslında hala öyle düşünmekteyim yarım bıraktım. Daha sonra teklif üzerine 40’lar Kulübü yayınevinde yazarlık yapmaya başladım. Ayrıca çeşitli dergilerde yazım yayımlandı. Şuanda Sergah dergisinde de editörlük yapmaktayım..

Şuana Kadar Çıkartmış Olduğunuz Eserler ve Çıkartmış olduğunuz eserleriniz hakkında bilgi verir misiniz?

Daha önce çıkan kitaplarımız 40’lar kulübü yayınevi çatısı altında çıktı. Bunlardan bazıları;

Miracın Durağına Kırk Adım,

Kırklama Çay,

İslamofobiye Karşı Kırk Sıddık,

Yavuz’un Kırk Mührü,

Kırk Deli Gömleği ve İslam,

Kırk Hikaye İle Bereket,

Put Kıran Kırk İbrahim,

Bir Fatih Kırk Fetih,

Ve son olarak basılan Merhamete Açılan Kırk Kucak isimli kitaplarda yazım yayımlandı. (Kitap Yurdu, D&R, NT, Oda Kitap, Nobel Kitap gibi birçok kitap satış noktasından temin edebilirsiniz.)

Bu saydığım kitaplardan gelen gelirin tamamı yetim çocuklara bağışlanmakta..

Kitaplarımızın bir bölümü ikinci baskılarına girmekte kalanlarda kollarını sıvamaktadır. Toplamda ilk baskılar 10.000 adet kitap basıldı. Şuan hala satışlar devam etmektedir..

Tabi birde dergimiz var. Şimdilik online aylık sayı çıkarmayı düşünmekteyiz.,

Bu kitabınızda ne anlatmak istediniz okuyucularınıza

Şuanda son çıkmış olan ‘’Metaforlar’’ kitabımızı wattpad uygulamasında ücretsiz olarak halkımızın istifadesine sunduk. Her gönüle girsin diye ulaşılabilir olsun istedik. Bu yüzden toplamda 200 sayfayı bulan bu derlemeyi wattpad’den dilediğiniz gibi alıp okuyabilirsiniz. İçeriğine gelince kısaca kalp ağrılarımızın yansımaları diyebiliriz. Birçok usta yazarın Aforizmalar isimli kitabında kısa cümlelerle çok şeyi anlatma sanatına bir atıf diye de düşünebiliriz. Şöyle tanımlamak sanırım yanlış olmayacaktır..

Modern çağın getirilerinden olan sancılardan damıtılmış sözcüklerin bir araya gelmesiyle oluşturulmuş bir kitaptır Metaforlar..

İlgiye muhtaç ve aç bilaç kimselere merhem olma derdini taşır.

Hayata devrik bakmayı seven,

Sevdiği şeyde ısrar eden,

Israrını kaleme döken bir kitapla derttaş olmayı öğrenebilmektir..

Çekilen acıların ve ihtirasların/tabi umudun ve sevincin yansımalarını görebileceğiniz fakat asla bu dört duygudan ziyade kangrenleşmiş insanların çektirdiği hiçbir detayı atlamadan bu kitabın yazılmasına ilmek ilmek neden oldukları için hepsine teşekkür eder Metaforlar..

Aslında metaforlar dediğimiz olayın hayal dünyası gibi görünse de gerçekte hiçte öyle olmadığını görürüz..

Mesela kitabı derlerken düştüğüm notlardan biri ”Bu geceler kalbinden ocaklı… ” cümlesinde altı çizili olmayan ocak sözü tamamiyle gerçektir. Üstelik altı çizili olmamasına rağmen.. Mantıklı gibi gelmez fakat herkes iliklerine kadar bağrına basmıştır bu sözcüğü.. Çünkü herkesin biraz kül olmuşluğu (yada boşver) küllerinden doğmuşluğu yoktur. Evet yoktur. Zira herkes bir tık yanmış olsa/yandığından doğmuş olsa (hiç değilse yanık kokusunu ciğerlerine çekse) bu dünyayı şu hale getirecek kadar kundaklayıcı bir insan evladı çıkmazdı.. Çıkan olsa, yananlar susmazdı.. Yananlar bilir.



Bu çalışmanızdan sonra başka çalışmalarınız da olacak mı

İnşallah.. Metaforlar ilk çıkan derlemem gibi gözükse de ilk göz ağrım olan kitabımı geçtiğimiz mart ayında tamamladım. O da iki yıllık bir çalışmanın ürünü. İsmini ‘’Har’’ olarak düşündük. Ve yine 200 sayfayı bulan bir eser. Naipse önümüzdeki aylarda onun basım işlemlerine geçeceğiz. Şuanda yayınevlerinden teklif alıyoruz.. Bunun yanı sıra ‘’Yer ile Gök Arasında’’ isimli başka bir çalışmam daha var. Hala derlenme aşamasında. Bu kitabımızda Kur’an’ dan süzülen ayetleri çalışıyorum. Wattpad üzerinden yayımlanacak. Tahminen bu çalışma da 120 sayfayı bulacaktır..

Doğduğunuz memlekete gelmeyi düşünüyor musunuz.

Elbette.. Şöyle ki açıkcası çocukluğumdan bu yana memleketim olan Tatvan’a büyük bir hasretle, gurbeti soluklayarak yaşadım. Memleketime hiç uğramama gibi bir noksanlığı şükür ki yaşamadım. Şuan yaşım 25 hatırladığım kadarıyla sadece bir yıl içinde bir kere memleketime gitmediğim olmuştur. Akrabalarımızın hala orada olması bir parçamızın orada yaşaması demekti. Bizde bu vesileyle bu güzel bağı kurup memleketimizin her daim havasını ciğerlerimize çekme fırsatı yakaladık. Babamın memuriyeti münasebetiyle Tatvan’da 4-5 sene kadar yaşadık. Çok küçüktüm ama anılarımın olmayacağı kadar değildi. Sonra Şırnak, Kahramanmaraş ve Antalya gibi beldelerde ikamet etsek de öğrenciliğin verdiği hareket kabiliyetiyle ve sosyal sorumluluk projeleri nedeniyle Tatvan’a gidip gelme imkanım oldu. 2009 yılından itibaren 25 ilimizde kitap kampanyaları düzenleyerek 18.000 kitabı ağırlıklı Tatvan ve köyleri olmak üzere Şırnak, Diyarbakır, Kars, Karabük ve Trabzon gibi illere dağıttık. Tamamiyle hiçbir gaye gütmeden sırf memleketim olan Tatvan’a yani Bitlis’e vefalı bir birey olmaktı amacım. Hala buna layık olmak için aklımda tasarladığım projeler var..

Kalma meselesine gelince.. Çocukken bunu sormuş olsanız ‘’koşa koşa’’ cevabını verirdim. Fakat şu sıralar kalıcı olarak maalesef yaşama imkanım yakın zamanda gözükmüyor.. En önemli nedenlerden biri Bitlis’imizde Bitlis için çabalamanın, gurbette çabalamadan daha fazla katkı sağlayacağını düşünmemem.. Hasılı dışarıda Bitlis’e daha çok şey kazandıracağıma inandığımdan şuan beklemedeyim. Bunu yanında beşeri nedenlerde geliyor.. Öğrencilik ve gündelik hayatımın devam etmesi şimdilik memlekete giden yolları kapatmakta.. Tabii memleketimin dışında yaşamam ileride kuracağım ailemin memleketimle bağını koparmasını hiç istemiyorum. Aileme ait küçük bir evimin orada olması ve her zaman gelip gitmeyi, o güzel peynirinden, büryanından, avşorundan, ciğer taplamasından, gari aşısından, çortu taplamasından, has dolmasından, katıklı dolmasından, köftesinden ama hepsinden önemlisi insanlarımızın sıcak samimiyetinden ve hoş görüsünden uzak durmak istemiyorum..

Memleketinize söyleyeceğiniz bir şeyler var mı

O kadar çok şey var ki .. Şair Abdurrahim Karakoç şiirinde belirttiği gibi

‘’Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun. ‘’ dizleri hal-i pürmelalimizi anlatmaya yeter mi bilmem.. Ama ‘’Oku’’ emrine sahip bir kitaba iman etmiş bir ümmet olarak şöyle bir hikayeyle anlatmaya çalışayım..

‘’Uzun ağaçların gölgelendiği eski zaman orman sakinlerinin bulunduğu bir yerde yaşamını sürdüren hayvanlar vardı. Serin selvilerin barınaklık ettiği altında gölgelenen hayvanların hem beslenip hem besi olduğu bir yerdi. Zaman eski olsa da kural değişmezdi. Yaşamak için ölüm öldürmek için yaşamdan ziyadeydi. Kah ot azık olur kah otla beslenen azık olurdu yaşayanına.. İşte böyle bir günde yine karınlarını doyurmak için yola düşen gözü pek arslan ve kaplan iki avcı rızıklarını arıyordu. Teni, canı ve kanı bir olmasa da sivri dişlerinin ve o dişlerde öğütülüp gidecek midenin amacı aynı olunca bu iki hayvan birbirine dost olmuş, beraberce yaşıyorlardı. Orman şartları çetindi. Ya yem olurdun, ya yemi yiyen. Arası yoktu. Bu iki dost herşeyin farkındaydı ama ne olursa olsun birbirilerine karşı sevgi ve saygılarını yitirmemek için ellerinden geleni yapardı..

Gel zaman, git zaman, yine birgün ava çıkmışlar ve hergün olduğu gibi az da olsa midelerini bastıracak bir av aramaya çıkmışlardı. Ormanın derinliklerine indikçe gölge daha bir ağırlaşıyor, iki dostun gözleri daha bir kısılıp dikkat kesiliyordu. Adeta canlı bir radar gibi etrafı süzerek dişlerine göre bir yemek arıyorlardı. Arayalı epey bir zaman olmuştu ki önlerine çıkan manzara karşısında şaşa kalmışlardı. Büyükçe bir et parçası oracıkta kendilerini bekliyordu. Aslan ve kaplan önceki günden ancak ayakta kalacak kadar yemek yiyebilmişti. Onun için büyük bir heyecanla aslan hemen etin üzerine atıldı. Kaplan da aynı hamleyi yapacaktı ki aslan eti arkasına alarak engelledi. Niyeti eti tek başına yemekti.

Kaplan bu duruma şaşırarak:

“Ey arkadaş, senelerdir beraberce ne güzel yaşıyoruz. Gel de bu eti ortadan kardeş payı bölüşelim. Böylece dostluğumuz bozulmasın. Biz bir ve beraber oldukça bize kimse dokunamaz” dedi.

Arslan, kaplanla o güne kadar hiç dost değilmiş, yediği içtiği beraber gitmemiş, ilk defa karşılaşmış gibi umursamaz bir tavırla:

“Ben bu ormanların kralıyım. Bunu tek başıma yemek de benim hakkımdır. Sana en ufak bir parçayı yedirmeyeceğim” dedi.

Bunun üzerine kaplan hem dostunun ihanetiyle hem de açlığın verdiği hırsla arslanın üzerine bir hınçla atıldı. Öyle boğuştular ki, her ikisinin de pençeleri havada uçuşuyor, kükreme sesleri ağaçlarda ki kuşları göğe fırlatıyordu. Yerden kalkan toz toprak yere geri serildikten sonra herşey ayyuka çıkmıştı. Daha az evvel kardeş ve dostça ormanda salınan, birbirinin arkasını kollayan arslan ve kaplan aldıkları ağır yaralardan dolayı kan kaybından dilleri bir karış dışarıda boğuşmalarına neden etin yanı başında öldüler. Orman bir kardeş katline şahit olmuştu..

Bu sırada oradan geçen bir tilki manzarayı görünce minik ve hızlı adımlarla etin başına geçip oturur. İlk başta bir sinsi gülme alır kendisini sonra cazibedar eti bir güzel oturur yer.Sonra yerde ölü arslan ve kaplana şöyle uzun uzun bir baktıktan sonra:

“Arslanlarla Kaplanlar, bir menfaat için dostluklarını bırakıp sık sık böyle kavga etseler ne güzel olur, meydan tilkilere kalır”

Böylece hep alışılageldiğimiz hayvanların eğitilmesi yerine bu defa tam tersi hayvanlar biz insanlara büyük bir ders vermiş olur..

Ne demişler..

”Kuşlar gibi uçmayı balıklar gibi yüzmeyi öğrendik ancak bu arada basit bir sanatı unuttuk kardeşçe yaşamayı!”

Sevgiyle kalın.

Sayın ÖZDEMİR son olarak söylemek istediğiniz bir şey varmı?

Sizlere çok teşekkür ediyorum. Başarılarınızın devamını ve kolaylıklar diliyorum. Bize zaman ayırdığınız ve sorularımızı cevaplandırdığınız için biz teşekkür ederiz.
arşiv HABER ARŞİVİ
BİTLİS HABER13 YORUM KURALLARI
Haber İhbarı
Bitlis Nöbetçi Eczaneleri
Bu haber ilginizi çekebilir! Kapat


Sitedeki tüm harici linkler ayrı bir sayfada açılır. Siteadi harici linklerin sorumluluğunu almaz.