VADİDEKİ ŞEHİR

Tarih: 20 Ağustos 2014 12:12
VADİDEKİ ŞEHİR

İrlandalı ünlü yazar ve düşünür George Bernard Shaw; yaşadığı 1850’li yıllarda

“-Yaratmanın başlangıcıdır hayal gücü. Dilediğinizi hayal edersiniz, hayal ettiğinizi amaçlarsanız, amaçladığınızı yaratırsınız nihayet.” sözleri zihinlerde yer edinirken; aynı dönemlerde yaşamış olan Fransız yazar Jules Verne: 1865 yılında “Aya Seyahat” adlı romanıyla hayal etmenin sınırlarını zorluyordu... O zamanlar bilimin dahi kabullenemediği “Aya Yolculuk Planları”nın gerçekleştirildiği 1960’lı yıllar; insanoğlunun ulaşabileceği hedeflerin kendi uzağında olmadığının gerçeğine bir kez daha varıyordu!

Hani ünlü şair Orhan Veli Kanık, Bir şiirinde “İstanbul’u Dinliyorum Gözlerim Kapalı” dizeleriyle İstanbul’a olan özlemini dile getirirken; içinde bulunduğu bu ruh halinde bir paradoks yaşamış mıdır acaba? Bunu benim ya da sizlerin bilebileceğinden pek emin değilim... Bitlis’in yetiştirmiş olduğu büyük şahsiyetlerden Muştak Baba: (1759-1839) henüz 15 yaşlarındayken sık sık medreseden kaçıp musikiye yönelmesiyle muhtemelen çeşitli paradokslar yaşamıştır... Aynı zamanda divan şiiri de yazan Muştak Baba; bir dut ağacının gölgesinde udu ve sesiyle icralarına başlarken çevre baskısından dolayı sancılı bir geçiş dönemi yaşamış ancak yıllar sonra anlaşılabilmiştir.

Aradan birkaç yüzyıl geçmesinden sonra, feylesof insanların anlatmak istediklerini yeni yeni anlıyoruz...

Acaba bizler de içinde yaşadığımız kent, köy, ya da kasabaların sesini, bir Orhan Veli hassasiyetiyle gözlerimiz açık ya da kapalı dinleyebiliyor muyuz? Ya da bir udun telleri ile sarısabır ağacın o muhteşem buluşmasının melodilerinde terennümlere dalabiliyor muyuz? İşte bunun için insan kendi iç dünyasının yanı sıra, zaman zaman yaşadığı kentlerin sesini de duyabilmelidir! An gelir ki; üzüntülere ve sevinçlere tanıklık edersiniz ve bazen sessiz çığlığınızı ruhunuzun derinliklerinde hissedersiniz!

Dünyanın neresine giderseniz gidin, vadilerde kurulan hayatlar birbirinin aynısıdır. Sosyo-Kültürel benzerliklerin yanı sıra jeopolitik konumları, içinden akan dereleri ve eski çağlardan kalan kaleleriyle, etrafının dağlarla çevrili olmasından ve “Doğal Kale” görünümlerinden dolayı geçiş noktalarını da ellerinde bulundururlar. İnsanoğlunun yaklaşık olarak 10 bin yıl önce yerleşik hayata geçiş yapmasının en tipik yerlerinden birisi olan Bitlis gibi tarihi kentler: Baharat ve İpek Yollarının “Kültür Tarihinde” önemli rol oynamasından dolayı başta sanat, ahlak, adalet, örf ve adetleriyle birlikte zengin bir folklorik yapıya sahip olmuşlardır. Bunlardan dolayıdır ki “Hayatlar, Kentlere Göre Şekillenirler.”

İlimizin genç kalemlerinden Araştırmacı Yazar ve aynı zamanda eski bir Milli Sporcu olan Serdar Durer ile bazen, kentimizin sorunlarına yelken açıp hayaller kurarız... Zaman zaman yaşadığımız kentin sesini dinler, yapılması gerekenlerle ilgili fikir alış verişinde bulunuruz... Zaman zaman da Bitlis ile ilgili onlarca proje tasarlar,

yaşadığımız bu kentin daha iyi bir yere gelebilmesi için beyin fırtınası yapar, bundan da büyük bir keyif alırız.

Her ne kadar Bitlis’in tarihi 7 bin yıllık olduğu söylense de; Bitlis ve çevresinde 9 ila 10 bin yıllık bir geçmişin izlerini rahatlıkla görebilirsiniz... Kentin kuzey yönünden gelen Kösür Deresi, kuzeydoğusunda Rabat Deresi ve doğu yönündeki Avik Dereleri ve bunlara iştirak eden Mutki Deresinin muhteşem görüntüleri; birçok ili ve yöneticilerini kıskandırmıştır... Her geçen gün farklı alternatif turizm alanların gelişmesi ve bundan pay alma çabaları yerel yönetimleri düşünmeye iterken, tabiatın Bitlis’e ve İlçelerine vermiş olduğu bu Doğal güzelliklerin, bir şans olarak değerlendirilmesi gerektiğinin kanaatindeyim.

Fazla uzağa gitmeden; sadece Kent Merkezinin sahip olduğu potansiyeller üzerinden bile deyim yerindeyse, bir sörf yaparak gezinecek olursak, oluşacak tablodan geleceğin resmini açık ve net görebiliriz!

Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında Bitlis şehir merkezinde bulunan Kösür, Rabat ve Avik Derelerinin Kermata Bölgesine kadar olan kısımlarında debilerinin yüksek olmasından dolayı, Rafting Sporunun en alasının yapılabileceğinin hayali, gerçeğin ta kendisi neden olmasın?

Doğa Sporlarına çeşitli alternatifler sunabilen, Kentin çevresini kuşatan dağlarında tırmanma yürüyüşleri, doğal mesire alanları iç turizmin canlandırılmasında etkin rol oynayabilir... Tarih içerisinde seyyahların uğrak yerlerinin başında gelen ve “Sihirli Dağ” olarak adlandırılan Dideban Dağında; çay bahçeleri ve bu bahçelere ulaşabilmek için yamaç asansörleri ya da teleferiklerle Dideban Dağı’ndan Nemrut Krater Gölü’nü, Tatvan, Ahlat ve Adilcevaz İlçelerinin kıyı şeritlerine günü birlik turlar düzenlemek, düşük maliyetli projeler olması nedeniyle, bugünün şartlarında en kolay ve en basit tasarıların başında gelirler. Sizler Dideban’da büyük bir keyifle çayınızı ya da kahvenizi yudumlarken, Ünlü Seyyah Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde söylediği “-Bitlis Şehrine hakim bir dağ vardır adına Dideban Dağı derler. Pek yüksek olmamasına rağmen üzerinde en yüksek dağların dahi arkasını görebilirsiniz. Dağ tılsımlı olup halkın bundan haberi yoktur” sözleri adeta rüzgarın o tatlı esintisi içerisinde kulaklarınızda bir fısıltı halinde kendisini bir kez daha dillendirecektir. Farsça bir kelimeden gelen Dideban, anlam olarak gözeten-gözetleyen manasına gelir. Daha evvel üzerinde bir gözetleme kulesi olan Dideban’ın stratejik önem arz etmesi nedeniyle ve 1916 Rus İşgalinde yaşanan dramatik olaylar neticesinde halk tarafından Murat Taşı olarak dilden dile anlatıla gelmiştir.

Konumuz sadece Dideban Dağı olsa elbette ki söylenecek çok şey var. Sadece Didebanla ilgili unutulmaya yüz tutmuş gelenek ve göreneklerin yanı sıra türkü, mani ve ağıtları da buradan aktarmaya çalışsak, onlarca kağıda sığmayacak kadar bilgi elde ederiz!

Hiç unutmam, bundan birkaç yıl evvel Bitlis’i kuş bakışı görebilmek için, Serdar ile birlikte Dideban Dağı’na arabayla çıkmıştık. Arabanın lastikleri taşların üzerinde

patinaj yaparken; yolun beklenenden daha da zorlu olduğu her halinden anlaşılıyordu. Buna rağmen zorlanan motorun çıkarmış olduğu sesler umurumuzda olmamıştı. Ortama hakim olan kenger, geven ve kekik kokuları bizleri ziyadesiyle mest etmiş, ayaklarımızın altında kalan şehir ile birlikte dağlar ve ovaların eşsiz görüntüsü bizleri büyülemişti…

Günümüz dünyasında gelişimlerinin son evresinde olan metropol kentler, ihtiyaçlarının dışında artık “Çılgın Projeler” ile kendilerinden söz eder oldular. Maliyetleri milyar dolarlarla anılan bu projelerin onda biri Anadolu kentlerine aktarılsa kanayan yara olan “Geri kalmışlık” bir kader olmaktan çıkacak ve belki de ülkenin itici lokomotif gücü haline gelecektirler.

Anadolu şehirlerinin en kadim kentlerinden birisi olan ve binlerce yıl gelip geçen yolculara yarenlik etmiş, nice İskender’ler ve Darius’lar görmüş olan, aynı zamanda sinesinde barındırdığı yüzlerce kültürel mirasıyla, gelecek kuşaklara aktarılması gereken Van Gölü Havzasının bu tarihi kentini, bir çırpıda anlatabilmek elbette ki kolay değil. Buna zaman yetmez. Ancak; bizler Bitlis ve İlçeleriyle birlikte bağlı merkezlerde var olan turizm potansiyellerinin en azından bir kaçını uygulamaya geçirebilsek; kentimizin “Yaşanılabilir Kentler Sıralaması”ında üst seviyelere çıkışını açık ve net olarak göreceğiz.

Saygı ve sevgilerimle…

https://www.bitlishaber13.net/makaleprint/vadideki-sehir.html