SURİYE

Tarih: 27 Ocak 2023 12:54
SURİYE

Günlerden 7 ocak 2023. Daha önce Yaptığımız Suriye seyahat planına göre İHH Bitlis İl Başkanı ve Bitlis Genç İHH üyesi arkadaş ile birlikte, sabahın 07 sinde, aracımızın yakıt ihtiyacını sağladıktan sonra yola koyulduk. Çok geçmeden gün iyice aydınlandı, güneş yüzünü gösterdi, bedenlerimiz ısındı, yolculuk daha bir neşelendi.

Bu akşam İHH Kilis Lojistik ve Koordinasyon Merkezine ait misafirhanede kalmayı, sabah saat 09 da Kilis Öncüpınar sınır kapsından, Türkiye’nin kontrol ve himayesinde bulunan bölgeye, Çoğunluğunu Bitlis’ten hayırsever ailelerin katkı sağlayarak, İHH insani Yardım Vakfı aracılığı ile alınarak sevkiyatı yapılmış olan, 120 Yetim çocuk için Bot ve Montları, kendimiz yerinde dağıtımını sağlamayı planlamıştık. Tabi Evvelce Sınır kapısından içeriye alınmamız için izin talebinde bulunmuş, bu hususta geçiş iznimizin sisteme düştüğü haberini almıştık.

Buruk bir heyecanla beklediğimiz an gelmişti. Sabah saat 09 da gece misafir olarak kaldığımız, Kilis Lojistik Ve Koordinasyon Merkezinden İHH’ya ait araçla ayrılarak Öncüpınar sınır Kapısına dayandık. Her üç Kapıdan gerekli arama ve sistem üzerinden gerekli izin denetimleri yapıldıktan sonra Suriye topraklarına geçtik. Kapının hemen ötesinde İHH’ya ait depoya vardık. Bizim için hazırlanan Kahvaltıyı yapmadan önce Etraftaki çadır ve baraka yerleşkelerini görmek için iki katlı çatıya çıktık. Manzara içler acısıydı, çoğunluğu barakalardan oluşan, alabildiğine geniş, ama iç içe geçmiş çadır bir kent geniş bir alana çarşaf gibi yayılmıştı. Aldığımız bilgilere göre burası ilk kurulan çadır kent. On bir yıl önce zalim Esed, kendi vatandaşlarını, kendi kentlerini Rusya’nın da desteği ile varil bombaları ile bombalamasının ardından, sınıra gelen ilk çaresiz halk için kurulmuştu burası. O günden sonra bu çaresiz insanların durumu insani açıdan hiç değişmedi. Ama burada can güvenlikleri vardı, çünkü Esed burayı bombalayamıyordu. Türkiye’ye sığınmışlardı. Hani derler ya kapıya gelmiş. İşte bu insanlarda kapıya gelmiş, Türkiye’ye sığınmışlar ve Türkiye onları ölüme terk etmeyerek Rusya, İran ile Esed saldırılarından on yıldır koruyordu. Ne var ki insan için can güvenliği birinci öncelikli ihtiyaç olmasına rağmen, bunu sağlamak insan ihtiyacı için yeterli değildir. Belki de İnsanı diğer canlılardan ayıran bir özelliği de ihtiyaçlarının çok fazla oluşudur. Güvenlik, asayiş, yeme içme, barınma, giyinme, yıkanma, temizlik, mutfak, banyo, wc, ısınma, su, kanalizasyon, Elektrik, yol, okul, camii, park, çarşı Pazar ve iş imkanları gibi sınırsızdır insanın ihtiyacı. İşte bu zorunlu misafirlerin de ihtiyaçları böyledir.

Burada barınan nüfus çoğunlukla kimsesiz, yetim, yaşlı, özürlü ya da kadınlardan oluşmaktadır. Tamamı insani yardımlarla yaşam sürmektedir. Görünen odur ki Türkiye devleti ile Türkiye halkından başka yardım kuruluşları pek yoktur ortalarda.

Aldığımız kısa bir bilgiden sonra içler acısı manzarayı bırakarak aşağıya indik. Bizim için hazırlanan yöresel kahvaltıdan sonra başka bir araçla, bölgeyi görmek ve yardımlarımızı dağıtmak maksadı ile yola çıktık. Bu arada özellikle çocuklar için aldığım, bizzat dağıtmayı düşündüğüm, ve sınırdan geçmez endişesi ile getirdiğim çorapları diğer araçta unuttuğumuzu fark ettim. Demek ki bir şeyi çok arzulamak, gerçekleşmesi için yeterli değildir. Arzu başka,

ilahi takdir başkadır. Daha sonra dağıtmaları için bize rehberlik yapan İHH görevlilerine ricada bulunduk. Zaten işleri de buydu. Hep veren el olmuşlardı. Türkiye halkının mazlumlara uzanan veren elleri idi bu arkadaşlar. Yola devam ediyoruz. Her taraf çadır ve baraka kent. Çadırlar üzerinde gördüğümüz yazılardan anlaşılan, İHH, Diyanet vakfı, ile AFAD etkin olarak çalışmış buralarda. Elbette başka yardım kuruluşlarının da gayretleri var, ancak çoğunlukla bu kuruluşlar dikkatimi çekti. Afrin’e doğru yol almaya devam ederken, yolların çok bozuk olması, şoförün de hızlı araç kullanma alışkanlığı beni biraz rahatsız etmesi, gördüğüm manzaradan gözümü almama engel olmadı. Her tarafa çadır yerleşkeler serpilmişti. Yağmur olmadığı halde, mutfaksız ve banyosuz çadırların, kamyonlarla taşınan, her çadırın önünde bulunan 20-30 litrelik su deposundan kullanarak orta yere akan atık su, her yanı çamur haline getirmişti. Çadırlarda elektrik yok, ısınma yok ama hava soğuktu. Bazı çadırlarda soba kurulmuştu ama onların da yakacağı yoktu. Zaten çadır ısınmaz ki.. Komşu kavgası nedeni ile daha bir uzağa kurulan çadırlar vardı. Her 70-80 çadıra bir erkek bir de bayan için kanalizasyonsuz wc düşünün... Çadırda kilit yok, mahremiyet ise minimum düzeyde… İnanın bu manzara, burada bulunan insanların çaresizliğinin ispatı, bizim de sınavımızdır.

İlginç ve buruk bir yolculuktan sonra Afrin merkeze ulaştık. Burada İHH lojistik Merkezinde bulunan görevlilerce karşılandık, sıcak bir tebessüm ile sıcak çay ikramları vesilesi ile dinlendik. Daha sonra dışarı çıkarak dolaştık. Önce İHH aracılığı ile Türkiye’deki hayırseverler tarafında yaptırılan ve inşaatı devam eden merkezdeki iki cami inşaatını gezdik. Bunlardan inşaatı tamamlanma aşamasında gelen ve halıları serilmiş olan Afrin Merkez Zakirin Camii’nde, benim için Afrin’de ilk olan namazı eda ettikten sonra devam ettik. Burası gayet güzel, çarşı pazarı canlı, yıkık döküğü olmayan, gayet gösterişli mermer kaplı yapıları, düzenli, planlı, tatlı bir kent. Kentin çevresini sarmalayan ip gibi dizilmiş zeytin ağaçlarını seyrederken, Bana Hacı Abi diyerek seslenen, İHH Bitlis il başkanı Muzaffer beyin sesi ile, Yaşadığım kent ile Afrin’i aklımda kıyaslayarak, Tatvan’ı tenzih ederek, neden Afrin gibi olamıyoruz dalgınlığından irkildim. Aldığımız bilgiye göre burası PYD’den Çatışma yaşanmadan alındığı için savaşın izleri yoktu. Hali hazırda yönetim kurulan kent meclisi ile sağlanmaktadır denildi.

Tekrar yola devam ediyoruz. Geçtiğimiz şehir merkezlerinde, orta refüj üzerindeki tüm aydınlatma direkleri Türkiye ve Suriye bayraklarının yan yana asılması ile süslenmişti. Tabelalarda yazılar çoğunlukla Arapça olarak, mobil telefon hizmeti Türkiye tarafından sağlandığı yine tabelalara yazılan telefon numarasından anlaşılıyordu. İhtiyaçların tamamı Türkiye’den sağlanıyor, Türk lirası tedavülde idi, işçilik daha ucuz, diğer tüm fiyatlar Türkiye ile hemen hemen aynı.. Geçtiğimiz Azez kent merkezindeki kavşakta bulunan PTT binası ile döner kavşağın ortasında bulunan, İki elin bir bileğinde Türkiye bayrağı, diğer bilekte Suriye bayraklı bileklik resmedilmiş olarak, oldukça büyük tokalaşan Türkiye-Suriye el ele dostluk heykeli hemen dikkatimizi çekti. Yine geçtiğimiz ………….şehir merkezindeki, ABD’nin işgal, zülüm ve katliamlara gerekçe olsun diye ürettiği, islam şemsiyesine bürünmüş şeytani virüs DAİŞ’in insanları bu göbekte bulunan anıta asarak idam ettiğini duyunca, Allah’ın cehennemi boşa yaratmadığını, zaten bundan münezzeh olduğunu anımsadım.

Yine yol üzerinde yapılan, ancak sayıları fazla olmayan Bitlis imalatı briket malzemeden yapılmış yetim köyünü gezdik. Burası planlı, altyapısı olan, güneş enerjisi ile çalışan sokak aydınlatması, içinde cami ve okul bulunması ile Türkiye’de ki afet konutlarını andırıyordu. Arkadaşlarımız buraya yerleşen insanların, mahremiyetin sağlanması, hırsızlığın önlenmiş olması, başka bir deyişle bir anahtara sahip olmanın verdiği mutluluğu ve şükranın görülmeye değer olduğunu, kendilerinin burada barınan insanların bu duygularından çok etkilendiklerini ifade ettiler. Evimize ait anahtarın değerini ve neler ifade ettiğinin şimdi farkına varıyorum. Bizde Allah hayır sahiplerinin hayırlarını kabul etsin, İyilik yapan iyilik bulsun. Nedense iyilik deyince aklıma hep Ahmet Eren gelir. Gerçek bir iyilik ve yardımsever örneği.. Kim bilir buralara ne kadar yardımda bulunmuş düşüncesine dalarken, içimden Rabbim Hidayette olanların iyilik ecirlerini sınırsız vermesi, hidayette olmayanlara da hidayet kapısını aralaması dileği ile dua ettiğimi fark ettim.

Buralara geliş maksadımızın hasıl olacağı, yetim çocuklara bot ve mont dağıtacağımız yere ulaştık. Aracımız yavaşlarken yetim çocukların görevliler tarafından bir araya toplandıklarını, hepsinin gözünde içimizi ısıtan tarifsiz bir ışıldama olduğunu fark ettim. Beni de bir mutluluk sardı. Yine iyilik timsali Eren Ailesini düşünmeden edemedim. Aklımdan bir tür kıyaslama geçti. Araçtan iner inmez, çocukların çekingenlik edasıyla çevremizi sarmaladılar. Toplu resim çektirme esnasında, birkaç çocuğun ayaklarında ayakkabı olmadığını fark ettim. Dünyanın her yerinde din, dil, ırk, renk, mezhep, coğrafya fark etmeksizin çocuk çocuktur, mazlum mazlumdur şiarı zihnimde tekrarlandı. Zira hiçbir vicdanlı insan bu çocuklara suç addedemez.

İHH’da görevli arkadaşlara neden dağıtımı çadır aralarında değil de bu tenha alanda yaptığımızı sordum. Edindiğimiz deneyim gereği, izdihama ve tatsız çekişmelere mahal vermemek için çocukları toplayıp buraya getirdik dediler. Benim üzerimdeki tatlı heyecan kanaatimce çocukların heyecanından fazlaydı. Bu projeye katkı sağlayan hayırseverlerin isimlerini okuduktan sonra çuvalları açıp çocukları giydirmeye başladık. Giydirdiğimiz çocukların sevinci, buralara kadar gelmeye fazlası ile değdi. Dağıtım tamamlandıktan sonra vakit darlığından hemen buradan ayrıldık. Dönüş güzergahımız yakınlarında bulunan ve İHH tarafından inşa edilen “İHH Zafer Ersoy İmam Hatip Lisesi’ni” ziyaret ettik. Okul dağılmıştı. Okul müdürü ile konuştuk. Derslerin Arapça yapıldığı, 600 öğrencisinin olduğunu, Kent meclisince atandığını, aylık bin yüz TL aldığını arkadaşlarımız aracılığı ile tercüme ettirerek anlattı. Kapıdan saat 17 den önce geçmemiz için zaman daralmış olduğundan tekrar yola koyulduk. Yol bozuk, şoför hızlı olunca epey sarsıldık ama, buruk mutluluğumuz yorgunluğu bastırmıştı. Kapıda kontrolden önce arkadaşlarla vedalaştık, çıkış işlemlerinden sonra kapıdan ayrıldık. Reyhanlı İHH Lojistik merkezinde konaklamak üzere Kilis bölgesinden ayrıldık.

 

https://www.bitlishaber13.net/makaleprint/suriye.html