Fındık Kabuğunun İçindeki Karpuz

Tarih: 18 Ağustos 2014 13:03
Fındık Kabuğunun İçindeki Karpuz

Pazar günü, Beş Minare Fikir ve Düşünce Akademisinin Başkanı Sayın Serdar Bey beni arayarak “Kadir Bey bizleri Adilcevaz’a davet ediyor, gelir misin?” dedi.

Sayın Durer; konuşmasının devamında “ Gitmişken Aygır Gölü’nü gezeceğiz” dediğinde doğrusu benim için sevindirici bir teklif oldu. Sayın Kadir Köstekçi’yi biliyordum. Adilcevaz’lı genç, idealist bir avukattı. Aynı zamanda bir internet gazetesinde Makale Yazarlığı ile birlikte Adilcevaz Girişim Kültür ve Yardımlaşma Derneğinin Başkanlığını da yapıyordu. Tabi bu daveti memnuniyetle kabul ettim, hem doğa harikası Aygır Gölünü gezecek, hem de Adilcevaz Gençlik Merkezini de yakından tanıma fırsatını elde edecektim.

Gidiş hazırlıklarını tamamlayıp Bitlis Çarşı Merkezinde Serdar Beyle buluştuğumuzda, gideceğimiz araçta başka dostlarımız daha vardı. Bu dostlar yakinen tanıdığım Futbol Antrenörü Devrim Taşçı, Arkeolog Ahmet Bolu ve İngilizce Öğretmeni Murat Bolu’ydu. Hava gayet güzeldi yer yer görülen küçük süt beyaz bulutlar gökyüzündeki yerlerini almıştı. Arkadaşlar da bu durumu fırsat bilerek bir piknik için lazım gelen ne varsa hazırlamışlardı. Derken vakit gelmiş yola koyulmuştuk. Bitlis Tatvan Kara yolunda ilerlerken; yolun güzelliği dikkatimizi çekiyordu, büyükler boşuna dememişlerdi “Bu yola uçak bile konabilir” diye. Doğrusu son yıllarda yapılan yollar, Bitlis’in Merkezini ve ilçelerinin çehresini bir hayli olumlu yönde değiştirmiş bulunuyordu. Oysa eski bozuk yollarda ne canlar feda etmiştik. Yüzlerce can almıştı o eski yollar... Çok dramatik kazalar yaşanmış, nice genç civanlar bu yollarda heder edilmişti! Aklıma geldikçe... Boşu boşuna geçen yıllar, nasıl da fütursuz ve hayâsızca tüketilmişti.

Yol güzergahında bulunan kervansaraylar bir bir geride kalırken Anadolunun en büyük ve en görkemli kervansarayı El-Eman Hanı bütün ihtişamıyla karşınızda duruyordu ve hemen fazla uzağında olmayan Rahovanın olmazsa olmazlarından; Kirkor Dağı, namı diğer Atatürk Dağı adeta bizlere selam veriyormuş gibi dim dik bir şekilde, gelen geçen yolculara yarenlik ediyordu. Tatvan İlçesinin girişinde Van Gölünün o muhteşem maviliği göründüğü anda yaşama sevincimiz artıyor, hayata bambaşka bir manada bakma hissiyatını oluşturuyordu. Tatvan – Ahlat kavşağından dümdüz hareket edince Gölün bütün güzelliği adeta insanı esir alıyor ve gözlerim ufuklara daldığı anda, Odessa Destanındaki deniz kızlarının güzelliği, bir bir geçiyordu gözlerimin önünden. Gerçi buralarda Deniz Kızlarına rastlanılmamış ama olsun, bizim de bir “Van Gölü Canavarı”mız vardı. Araçtaki canlar koyu bir muhabbete dalmış, kah felsefi konular, kah siyasi konular arasında radyoda çalınan “Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç, Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç” şarkısının melodileri kulaklarınızın pasını alıyordu. Sağlı ve sollu tarlalar arasında yılan gibi kıvrılan yollarda ilerlerken; uzaklardan Ahlat İlçesinin yeşil tonunu fark ediyorsunuz. Şehrin girişinin sol yanında yer alan Ahlat Uğur Boran Kuş Cennetinden sonra, Ahlat Müzesi’nin devasa küpleri sizleri karşılarken arka tarafında yer alan dünyanın en büyük tarihi İslam mezarlığı olan; Ahlat Selçuklu Mezarlığı’nı görüyorsunuz. Çağdaş Türk Romancısı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın değimiyle “Bir medeniyetten öbürüne geçerken yahut düpedüz yaşarken kaybolan şeylerin yanı başında zamana hükmeden gerçek saltanatlar ve kültürün asıl şerefli tarafı olarak” gördüğü, 210 bin metrekarelik alana kurulmuş olan ve dantel gibi işlenmiş devasa mezar taşları, sizleri bambaşka mekanlara götürüyor...

Ahlat kümbetlerinin en süslüsü olan Erzen Hatun Kümbeti, Ahlat’ın İkikubbe Mahallesinde bulunan Keşiş Kümbeti, Taht-ı Süleyman Mahallesi’nde yer alan Hasan Padişah Kümbeti, İkikubbe Mahallesi’nin batısında Meydanlık Mezarlığı’nın ucunda yer alan ve sanat tarihi açısından Ahlat kümbetleri içerisinde en ilginçlerinden olan Emir Bayındır Kümbeti, Hüseyin Timur-Esen Tekin Kümbeti, Bugatay Aka-Şirin Hatun Kümbeti, Şeyh Necmeddin Türbesi, Dede Maksut Türbesi, Ahlat’a girerken yolun sağında, Meydanlık Kabristanı’nın güneyinde uzanan tarlalar ortasında, Van Gölü’ne oldukça yakın bir yerde yer alan Usta-Şagirt Kümbeti (Ulu Kümbet), Hz. Ömer döneminde, İyaz Bin Ganem komutasındaki İslam ordusu ile Doğu Anadolu’ya sefere çıkan Peygamber Efendimiz (S.A.V) sancaktarı Muaz bin Cebel oğlu Abdurrahman Gazi’nin şehit olduğu ve adına yaptırılmış olan Abdurrahman Gazi Türbesi sizleri, bambaşka bir boyutta sanki zamanda yolculuğa çıkarıyordu.

Ahlat Devlet Hastanesinde yatmakta olan bir hasta ziyaretinden sonra yolumuza devam ediyoruz. Hoş sohbetler içinde nüfusu 14 bin olan Adilcevaz İlçesine varıyoruz. Araçtaki hiçbirimiz daha önceden Aygır Gölünü görmemiştik. Yoldan geçen birine deyim yerindeyse adresi sorduk.

“-Abi şehrin çıkışında sol tarafta büyük bir kaya var. O kayanın yanından yukarı çıkacaksınız” denildiğinde doğrusu biraz tuhafıma gitmemişti desem yalan olur. Zira bir kaya, adreste belirleyici rol oynuyordu. Derken adres olarak verilen kayayı bulduk. Hakikaten bayağı büyük, tahminen 20 tonluk bir kaya kütlesiydi. Süphan Dağının eteklerinden kopup, sel vasıtasıyla aşağılara taa yolun kenarına kadar sürüklenmişti. Adilcevaz Belediyesi kayaya dokunmamış kaldırımın ortasında duracak şekilde kaldırım taşlarıyla etrafını örmüştü, hatta boyalarla üstü levha gibi yazılmış olup, Aygır Gölünün yönü de belirlenmişti.

Vakit öğlene yaklaşıyordu. Yine sağlı sollu sararmış altın tanesini andıran tarlalar içinde yer alan dar yollardan, Süphan dağının eteklerinden yukarı tırmanmaya başladık. Türkiye’nin ikinci büyük ve aynı zamanda volkanik dağı olan Süphan Dağı’na mevsimin ilk karı yağmış, zirve noktası bulutların içinde kalmıştı. Yaklaşık on dakika süren bir tırmanıştan sonra Aygır Gölüne vardık. Adilcevaz İlçesine 9 km uzaklıkta Süphan Dağı’nın güneyindeki çanakta yer alan Aygır Gölü’nün alanı: Yaklaşık olarak üç buçuk kilometre kadardır. Kendi ismindeki köy üst tarafında yer almaktadır, aynı zamanda bu gölde alabalık üretimi de yapılmaktadır. Halk arasında, bu göle Aygır Gölü isminin verilmesiyle ilgili olarak şöyle bir efsane anlatılmaktadır;

“Adamın biri Aygır gölünün yanından geçerken yorgunluğunu gidermek için burada konaklar. Atını gölün kenarında bırakır ve istirahata çekilir. Bu ara gölden bir aygır çıkar ve adamın kısrağıyla çiftleşir, adam şaşkınlıktan donakalır. Bir süre sonra adamın kısrağı bir tay doğurur. Adam bu duruma sevinir ve kısrağıyla tayını alıp yine göl kenarına gider. Gölden yine bir aygır çıkar. Ama bu defa tayı da yanına alıp göle girer ve gözden kaybolur.” Bu tarihten itibaren de bu göle Aygır Gölü denilmektedir.

Muhteşem bir doğa harikası olan Aygır Gölü’nün bir yanı, söğüt ağaçlarıyla çevrili olarak karşımızda duruyordu. Gölün yan tarafında güzel bir tesis ve onun güler yüzlü personelleri istediğiniz an size hizmet için beklemektedirler. Arkadaşlar hazır bulunan mangalların birinde hemen ateş yaktılar. Sonradan tatlı niyetine yenilecek olan karpuz suya atıldı. Aynı zamanda Serdar’ın tanıdıkları olan tesisin sahipleri etrafımızda pervane olarak bütün ihtiyaçlarımızı gördüler. Birbirinden neşeli şakalar ve fıkralarla birlikte ateşte pişen etlerin, biber, soğan ve közlenmiş patlıcanların enfes lezzetleri ile, gölde balık avlayan ziyaretçilerin o muhteşem görüntüleri içinde zaman, su gibi akıp geçti. İçilen ateş çayının müthiş aroması ile toparlanmamız ve nihayetinde geliş amacımız olan Gençlik Merkezinin ziyareti için gitmemiz gerektiğinin farkına varıyoruz.

Belleklerimizde hoş bir anı olarak kalacağı bu güzel mekândan ayrılıp, tekrar Adilcevaz İlçesinin yolunu tutuyor ve nihayetinde bir katı Adilcevaz Gençlik Merkezi olarak kullanılan bir apartmanın yanında soluğu alıyoruz...

Adilcevaz Girişim Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Sayın Kadir Köstekçi ve Dernek üyelerinden olan Sayın Mazlum Arıkbaş, Sayın Gökhan Dilmen ve Doğan ÇINAR bizleri kapıda karşıladılar. Ayaküstü küçük bir sohbetten sonra, Gençlik Merkezinin gezdirilmesi tekliflerinin karşısında ben normal bir Gençlik Merkezi’nden öte başka bir şey beklemezken, gördüklerimin karşısında hayretler içinde ve hayranlıkla bakakaldım. İnanılmaz bir Kültür Merkezi dizayn edilmişti; hem de küçük bir apartman katında.

Merkezin girişinin sağ tarafında bir toplantı salonu, şimdilik bin kitaptan oluşan bir mini kütüphane, spor aktiviteleri için yer kaplamasın diye katlanabilen bir masa tenisi, mekanı cazibeli bir hale getirmişti. Kadir Bey’in bizleri gezdirmeye devam ettirmesiyle zekice planlanmış başka salon ve birimler gördükçe hayranlığım git gide artmaya başlamıştı. On bilgisayardan oluşmuş bir bilgisayar odası ve kursların yanı sıra, ders verilmek üzere tasarlanmış başka bir salon, bir kültür merkezinde olması gerekenden daha fazlası buralara sığdırılmıştı. Hayranlığımız yüz ifadelerimizden açık ve net bir şekilde görülüyordu. Kadir Bey “-Daha bitmedi başka sürprizlerimiz de var.” dediğinde az daha küçük dilimi yutuyordum İnanamıyordum. Bu küçük binaya koca bir dünya sığdırılmış, yetinilmemiş bir de sinema salonu oluşturulmuştu. Zira her açılan kapıda hayata geçirilen muhteşem projeler üretilmişti. Aksaray’da kapanan bir sinema salonunun orjinal film oynatma makinesi, film sarma aparatlarıyla birlikte makinist odası, projeksiyon cihazı, bir tiyatro sahnesi ve bir kulisi olmak üzere tasarlanan bu sinema salonu beni ziyadesiyle mest etmişti.

İçilen çaylar ve yenilen meyvelerden sonra veda saatimiz gelmişti. Kendilerini tebrik ettiğimiz Adilcevaz Girişim Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Sayın Kadir Köstekçi ve onun değerli üyelerinin gülen gözlerinde yaptıkları muhteşem işlerin haklı gururu ile vedalaştık. Arabamıza binip yola koyulurken arkadaşımız Devrim Taşçı’nın ağzından o sihirli kelimeler döküldü.

-“Adamlar fındığın içine kocaman bir karpuzu yerleştirmişler.” Ve günün en anlamlı sözü olarak hafızalara kazındı.

https://www.bitlishaber13.net/makaleprint/findik-kabugunun-icindeki-karpuz.html