Ahmed Arif Hayatı Ve Şiirleri

Kategori: Kimdir ? - Tarih: 6 Eylül 2013 13:36

Anlatılanlara göre, 1927 Nisan ayının 21. Gününde doğmuşum, Diyarbakır’da Yağcı sokak 7 nolu evde. Yani, yazlık ve kışlık odalarıyla, geniş avlusuyla, bahçesiyle dönemin tipik Diyarbakır evlerinden birinde.

Asıl adım, Ahmed Önal. Ahmed Arif olarak bilinirim. Öz anamın adı, Sayre. Kürt'tür. İki yaşındayken kaybettim onu, kardeşimin doğumu sırasında. Beni büyüten, emziren, yedirip içiren, eğiten Arife Anamdır. Babam, Kerküklü Arif Hikmet. Kürt değildir. Rivayete göre, babamın büyük babası Rumeli’den göçmüş buralara. Babamın sivil hayattaki son görevi, nahiye müdürlüğü. Bu üçünü de çok severim; hayatta laf söyletmem onlara. Hatta bir keresinde, nezarethanede polis, anama babama sövdü, aynı dille karşılık verdim ona; tabi cezayı kesti hemen ama olsun yinede yutmadım savurduğu küfrü.

İlkokulu Diyarbakır Siverek İlkokulunda okudum. Hatırlıyorum o dönemde “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası başlatılmıştı. Türkçe konuşmayanlar ya da konuşamayanlar, karakola götürülüp dövülüyordu. Tam olarak hatırlamıyorum ama galiba 1934 yılıydı. Karakolun önene birini yatırmışlar, adam çıplak. Polis öldüresiye dövüyor adamı. Adam “Ya Muhammed” diye bağırıyor durmadan. Bağırmasından adamın Arap olduğunu anladık. Çünkü Türk, Kürt ya da Zaza olsaydı başka türlü bağırırdı. Biz çocuklar, aşağı yukarı yetmiş-seksen metre daha yukarıdayız; hepimizin elinde ip sapan. Anlaştık aramızda ve polislere bıraktık taşları; Arab’ı vurmamaya da gayret ettik tabi. Sapanlarla iki polisi yıktık yere, sonrada başladık kaçmaya. Akşama herkes bizden söz ediyordu mahallede.

Ortaokulu da Urfa’da okudum. Liseyi ise yatılı olarak, Afyon Lisesinde. Bütün okul hayatımda, tanıdığım en yetenekli, en yiğit, en mert, en bilgili adamlar o lisedeydi. İşte o yıllar… Yıl 1943 olmalı… Taş çatlasa 16–17 yaşındayım. Durmadan şiir yazıyorum. Bir dergi, Seçme Şiirler Demeti adıyla kuşe kâğıda basılıyor. Bir sayfanın sol başında Neyzen Tevfik, sağ başında Ahmed Arif. Ben Neyzen Tevfik’in torunu yaşındayım tabi o zaman hatta daha da küçük. Birde 10 Lira geliyor bana dergiden, telif hakkı. Düşünün Babam bana ayda 5 lira gönderebiliyor. O yüzden 10 Lira büyük paraydı o zaman için.

İlk şiirim, 1942 yılında Afyon Halkevi dergisi, Taşpınar’ın kasım sayısında yayınlandı. Şiirimin ismi “Gözlerin”

Gözlerim maviliğin ruhudur.
Fecirlerin tebessümü içer.
Berraklığında ilah çocukları uyur
Ve emer sukutu beyaz gölgeler.

Aslında bu şiiri, ortaokulda yazmıştım ama son düzeltilerini lisede yaptım.

1947 yılı sonbaharında, yüksek öğrenim için Ankara’ya gittim. Dil ve Tarih, Coğrafya, Felsefe Bölümüne kaydımı yaptırdım. Bir yıl sonra Merkez Bankası’nda işe girdim. 1951 yılı Ekim ayında başlatılan “solcu tevkifatı’nda” iş yerimden alınarak götürüldüm, bunun yüzünden de eğitimi mi tamamlayamadım. Dokuz gün işkenceye mahruz kaldım. Benden, para toplayarak komünistlere dağıttığıma dair bir belgeyi imzalamamı istediler. Daha sonra soruşturma kapsamında beni İstanbul’a götürdüler; Sansar yan Hanında bir hücreye attılar beni. Orada bulduğum bir kibrit çöpüyle duvarda bir takvim oluşturdum. Doğru mu bilmiyorum ama tam 128 gün saydım. İşkenceler çok kötüydü, iddia ediyorum bana yapılan işkence kimseye yapılmamıştır bu ülkede. Çıldırmak üzereydim, sesler duyuyordum. İnsanın bazı duyuları çalışmadığında çalışan duyular eskisinden daha fazla çalışıyor. Benimde hücrede görme duyum çalışmıyordum çünkü hep karanlıktı, çığlıklar, haykırmalar duymaya başladım. Sonra dedim ki “Oğlum Ahmed burada delirirsin filan arkandan söylenti çıkarırlar, korkusundan delirdi diye kalk önüne geç bunun” ve sonra bileklerimi kestim. Sonrasını hatırlamıyorum, hastanede uyandım; zar zor yetiştirmişler. Garip… Hem işkence ediyorlar, içerde bile acı çektirmek için o kadar uğraşıyorlar hem de ölmeme izin vermeyip beni hastaneye yetiştiriyorlar. Sakın onarlın yaptığını iyilik ya da insanlık olarak algılamayın. Daha fazla acı çektirmek için beni yaşattıklarını öğrenmem uzun sürmüyor. İyileşip hücreye tekrar atılmamdan sonra, bir gece yıldırım bir telgraf geliyor bana, Anamdan. Şöyle diyor “Baban öldü, cenaze yerde kaldı, ben oralara gelemiyorum. İmza: Annen Arife. O an telgrafı okur okumaz neler yaptığımı anlatmak istemiyorum. Gençler bilmesin bunları. Ama öyle demoralize olmuşum ki hemen hastaneye yetiştiriyorlar. Daha sonra bu telgrafın düzmece olduğunu doktordan öğreniyorum. Meğerse Anam bana hiç telgraf çekmemiş.

Babamı 1953 yılında kaybettim, hala içerdeyim o vakit. Ama benim tutuklandığımı hiç bilmedi babam, başından beri benim Avrupa’da olduğumu sanıyordu.

TCK’nin 141. Maddesine ihlalden toplam 38 ay tutuklu kaldım. Tekrar ediyorum 141. Maddeye ihlalden. Nedir 141. Madde? Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir. Yani bana 1951 de zorla imzalattırdıkları belge. Düzmece kişilerin, düzmece tanıklarla desteklendiği, düzmece bir mahkeme tarafından, düzmece bir suçun kabulü, benim tam 38 ayıma mal oldu. 7 Ekim 1954’te tahliye edildim, tabutluktan yattığım 17 günün neticesi sağ omzumdaki ağrıyla. Hala çekerim o ağrıyı.

1956’ dan itibaren Medeniyet, Öncü ve son olarak Halkçı gazetelerinde düzeltmenlik yaptım. Şiirlerim başta Pazar Postası olmak üzere birçok dergi ve gazetede yayınlandı. İlk ve tek şiir kitabım Hasretinden Prangalar Eskittim ’i 1968 yılında çıkardım. Tek kitabımdı ama tam 20 senemi verdim o kitaba. Sonraki baskılarla eklenmiş şiirleri sayarsak tam 50 yıl. Şiirlerim kısa zamanda devrimciler, bilim adamları, gazeteciler, aydınlar ve üniversite öğrencileri arasında çok sevildi, bunu kitabımın baskı üzerine baskı yapmasından idrak ediyorum. Şüphesiz şiirlerim 1971 ve 1980 darbelerinde tutuklanan gençlere ve aydınlara dayanak oldu.

Emekliliğimden sonra Ankara’daki mütevazı evime çekildim. Gösteriş ve gürültüden uzak durmuşumdur hep, çünkü ben doğuluyum. Az gelişmiş değil, sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ülkenin aşiret töreleriyle yetişmiş bir çocuğuyum.

1983’te Anam Arife Önal’ı kaybettim. Okumamıştı ama… Pardon, okumamış yanlış oldu. Okutulmamıştı ama şirin bir kadındı. Bir keresinde komşularıyla toplanmışlar muhabbet ediyorlar. Komşu kadılar sürekli oğullarıyla övünüyorlarmış “Benim oğlum İzmir’e gitti doktor oldu. Benim oğlum İstanbul’a gitti mühendis oldu. Büyük oğlum Bursa’ ya gitti mimar oldu” diye. Anam altta kalır mı? Oda “Benim oğlumda Ankara’ya gitti komünist oldu” demiş. Garip anam ne bilsin, komünistliği de doktorluk, mühendislik gibi bir meslek zannediyor.

Asıl adım Ahmed Önal, Ahmed Arif olarak bilinirim. Yaşamım boyunca hakkı aradım; ezilenin ve güçsüzün yanında durdum. Memleketlilerim sömürülmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim ölmesin diye konuştum. Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri göremeyeceğimi bilsem de birilerine o günleri gösterebilmek için öldüm 

ANADOLU

Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar
Havva Anan dünkü çocuk sayılır
Anadoluyum ben
Tanıyor musun?

Utanırım
Utanırım fukaralıktan
Ele, güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın
Beraberliğin
Atom güllerinin katmer açtığı
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında
Kalmışım bir başıma
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun?

Binlerce yıl sağılmışım
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım
Ne şah, ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun?

Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu'yu
Karayılanı
Meçhul Askeri...
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz
Bir nice sevda...
Bir bilsen
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı
Minareden, barikattan
Selvi dalından
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim
Duyuyor musun?

Öyle yıkma kendini
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol
İçerde, dışarda, derste, sırada
Yürü üstüne - üstüne
Tükür yüzüne celladın
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım
Oğullarım var gelecekte
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası
Gözlerinden
Gözlerinden öperim
Bir umudum sende
Anlıyor musun?

AY KARANLIK

Maviye
Maviye çalar  gözlerin
Yangın mavisine
Rüzgarda asi.
Körsem
Senden gayrısına yoksam
Bozuksam
Can benim, düş benim
Ellere nesi?
Hadi gel
Ay karanlık...

İtten aç
Yılandan çıplak
Vurgun ve bela
Gelip durmuşsam kapına
Var mı ki doymazlığım?
İlle de ille
Sevmelerim
Sevmelerim gibisi?
Oturmuş yazıcılar
Fermanım yazar
N'olur gel
Ay karanlık...

Dört yanım puşt zulası
Dost yüzlü
Dost gülücüklü
Cigaramdan yanar.
Alnım öperler
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş
Etme gel
Ay karanlık...



BU ZINDAN, BU KIRGIN,BU CAN PAZARI

   Gördüler
   Yedi cihan,
   In, cin Kaf daginin ardindakiler,
   Kitlik da kiran da olsa
   Gördüler analar neler dogurur
   Aman aman hey...

   Dünyalar vardir elvan,
   Bir su damlasinda, bir kil ucunda,
   Meyvalar vardir, meyvalar,
   Agaci, omcasi yok,
   Sana vurgun, sana dost.
   Beride Kabil'in murdar baltas
   Ve kan degirmenleri,
   Kader kahpesi.
   Beride borazancilari o pust ölümün,
   Hazir irzini vermege
   Yigitler vuruldukça.
   Timsah kismi çünkü yavrusunu yer
   Akarsu duruldukça.
   Cadi, yalan hamurunu dag - dag yogurur
   Aman aman hey

   Bu zindan, bu kirgin, bu can pazari,
   Macera degil.
   Yasamak, sade "yasamak"
   Yosun, solucan harcidir.
   Öyle açar ki murat.
   Susuz, günessiz de kalsa, koparilsa da
   Savki, bulut güllerinden daha bir suna,
   Daha bir burcu - burcudur.

   Bu zindan, bu kirgin, bu can pazari
   Macera degil
   Sardigim topragimin altin sabridir.
   O sert, erkek hüznüdür lahza basinda
   Cigara degil.
   Ve sevgilim uykusunda bagrir
   Aman aman hey...

   Meltemin bir tadi, ustura agzi
   Biri, kiz memesi, tilsim,
   Yagmurun bir damlasi süzülmüs küfür,
   Bir damlasi, ask.
   Senin uykularin hayin,
   Düslerin kardes.
   Duyar misin, anlayip sizlar misin ki?
   Gece, samanyollarinda rüzgar çikincayadek,
   Misralarim kardes - kardes çagirir
   Aman Aman hey...

   Serabin bir sonu vardir,
   Ufkun, siradagin sonu.
   Uçarin, kaçarin bir sonu vardir
   Senin sonun yok.
   Mandalarin, kavaklarin pazari olur,
   Senin pazarin olamaz.
   Sensiz nar çatlamaz, bebek giii demez.
   Beni böyle sair, dizane etmez,
   Kizimin çatal gögsü.
   Senin yüzün suyu hürmetinedir
   Bugdalara, cevizlere yürüyen
   Kara topragin ak südü...

   Bir bilsen kimlere tasa, kedersin,
   Anlar misin, sasirip aglar misin ki?
   Bir bilsen kardeslerim ne can çocuklar
   Ve bilsen nasil vurur beni bu duvar.
   Aksam - aksam, kara sevdam agirir
   Aman, aman hey...

DIYARBEKIR KALESINDEN NOTLAR
    VE ADILOS BEBENIN NINNISI

 1.
   Varamaz elim
   Ayvasina, narina can dayanamazken,
   Kirar boynumu yürürüm.
   Kurdun, kusun bilecegi hal degil,
   Sormayin hiç
   Laaaaal...
   Kara ferman çikadursun yollara,
   Yarin bahçesi tarumar,
   Kan eder perçem

   Olancasi bir tutam can,
   Kadasina, belasina sundugum,
   Ben öleydim loooy...
   Elim bos,
   Ayagim pusu.
   Bir ben bilecegim oysa
   Ne afat sevdim.
   Bir de agzi var dili yok
   Diyarbekir Kalesi...
   2.
   Açar,
   Kan kirmizi yediverenler
   Ve kar yagar bir yandan,
   Savrulur Karacadag,
   Savrulur zozan...
   Bak, biyigim buz tuttu,
   Üsüyorum da
   Zemheri de uzadikça uzadi,
   Seni, baharmisin gibi düsünüyorum,
   Seni, Diyarbekir gibi,
   Nelere, nelere baskin gelmez ki
   Seni düsünmenin tadi...
   3.
   Hamravat suyu dondu,
   Diclede dört parmak buz,
   Biz kuyudan isliyoruz kaba - kacaga,
   Çayi kardan demliyoruz.
   Anam sir gibi saklar siyatigini,
   "Yel" der, "Baharin geçer".
   Bacim, ikicanli, agir,
   Güzel kizdir, bilirsin.
   Ilki bu, bir yandan sakli utanir
   Ve bir yandan korkar
   Ölürüm deyi.
   Bir can daha çogalacagiz bu kis.
   Bebegim, neremde saklayim seni?
   Hos gelir,
   Safa gelir,
   Ahmed Arif'in yegeni...
   4.
   Dogdun,
   Üç gün aç tuttuk
   Üç gün meme vermedik sana
   Adilos Bebem,
   Hasta düsmeyesin diye,
   Töremiz böyle diye,
   Saldir simdi memeye,
   Saldir da büyü...

   Bunlar,
   Engerekler ve çiyanlardir,
   Bunlar,
   Asimiza, ekmegimize
   Göz koyanlardir,
   Tani bunlari,
   Tani da büyü...

   Bu, namustur
   Künyemize kazinmis,
   Bu da sabir,
   Agulardan süzülmüs.
   Saril bunlara
   Saril da büyü...

 HANI KURSUN SIKSAN GEÇMEZ GECEDEN

   Yigit harmanlari, yiginaklar,
   Kurulmus çetin daglarinda vatanlarin.
   Dize getirilmis haydutlar,
   Hayinlar, amana gelmis,
   Yetim hakki sorulmus,
   Hesap görülmüs.
   Demdir bu...

   Demdir,
   Derya dibinde yanginlar,
   Kan kesmis ovalar üstünde Mayis...
   Uçmus, bir kustüyü hafifliginde,
   Çelik kadavrasi korugan'larin.
   Ölünmüs, canim,ölünmüs
   Murad alinmis...

   Gelgelelim,
   Beter, bize kismetmis.
   Ölüm, böyle alti okka koymaz adama,
   Susmak ve beklemek, müthis
   Genciz, namlu gibi,
   Ve çatal yürek,
   Barisa, bayrama hasret
   Uykulara, derin, kaygisiz, rahat,
   Otuziki disimizle gülmege,
   Doyasiya sevismege,yemege...
   Kaç yol, aglamakli olmusum geceleri,
   Asil, bizim aramizda güzeldir hasret
   Ve asil biz biliriz kederi.

   Içim, bir suskunsa tekin mi ola?
   O Malta biçagi,kinsiz,uyanik,
   Ve genç bir misradir
   Filinta endam...
   Neden, neden alnindaki yikkinlik,
   Bakislarindaki öldüren bugu?
   Kaç yol aglamakli oluyorum geceleri...
   Nasil da almis aklimi,
   Sürmüs, filiz vermis içimde sevdan,
   Dost, düsman söz eder kendi kavlince,
   Kinanmak, yigit basina.
   Bu, ne ayip, ne de yasak,
   Öylece bir gerçek, kendi halinde,
   Belki, yasamama sebep...

   Evet, aglamakli oluyorum, demdir bu.
   Hani, kursun siksan geçmez geceden,
   Anlatamam, nasil issiz, nasil karanlik...
   Ve zehir - zikkim cigaram.
   Gene bir cehennem var yastigimda,
   Gel artik...

HASRETİNDEN
PRANGALAR ESKİTTİM


Seni, anlatabilmek seni
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni
Namussuza, halden bilmeze
Kahpe yalana.

Art arda kaç zemheri
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım
Kaç leylim bahar
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım
Bir o yana
Bir bu yana...

Seni bağırabilsem seni
Dipsiz kuyulara
Akan yıldıza
Bir kibrit çöpüne varana
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin
Yitirmiş öpücükleri
Payı yok, apansız inen akşamlardan
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...

İÇERDE

   Haberin var mi tas duvar?
   Demir kapi, kör pencere,
   Yastigim, ranzam, zincirim,
   Ugruna ölümlere gidip geldigim,
   Zulamdaki mahzun resim,
   Haberin var mi?
   Görüsmecim, yesil sogan göndermis,
   Karanfil kokuyor cigaram
   Daglarina bahar gelmis memleketimin...

KARANFIL SOKAGI

Tekmil ufuklar kışladı
Dört yön, onaltı rüzgar
Ve yedi iklim beş kıta
Kar altındadır.

Kavuşmak ilmindeyiz bütün fasıllar
Ray, asfalt, şose, makadam
Benim sarp yolum, patikam
Toros, Anti-toros ve asi Fırat
Tütün, pamuk, buğday ovaları, çeltikler
Vatanım boylu boyunca
Kar altındadır.

Döğüşenler de var bu havalarda
El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem
Ümit, öfkeli ve mahzun
Ümit, sapına kadar namuslu
Dağlara çekilmiş
Kar altındadır.

Şarkılar bilirim çığ tutmuş
Resimler, heykeller, destanlar
Usta ellerin yapısı
Kolsuz, yarı çıplak Venüs
Trans-nonain sokağı
Garcia Lorca'nın mezarı
Ve gözbebekleri Pierre Curie'nin
Kar altındadır.

Duvarları katı sabır taşından
Kar altındadır varoşlar
Hasretim nazlıdır Ankara.
Dumanlı havayı kurt sevsin
Asfalttan yürüsün Aralık
Sevmem, netameli aydır.
Bir başka ama bilemem
Bir kaçıncı bahara kalmıştır vuslat
Kalbim, bu zulümlü sevda
Kar altındadır.

Gecekondularda hava bulanık puslu
Altındağ gökleri kümülüslü
Ekmeğe, aşka ve ömre
Küfeleriyle hükmeden
Ciğerleri küçük, elleri büyük
Nefesleri yetmez avuçlarına
- İlkokul çağında hepsi -
Kenar çocukları
Kar altındadır.

Hatip Çay'ın öte yüzü ılıman
Bulvarlar çakırkeyf Yenişehir'de
Karanfil Sokağı'nda gün açmış
Hikmetinden sual olunmaz değil
"Mucip sebebin" bilirim
Ve "kafi delil" ortada...

Karanfil Sokağı'nda bir camlı bahçe
Camlı bahçe içre bir çini saksı
Bir dal süzülür mavide
Al al bir yangın şarkısı
Bakmayın saksıda boy verdiğine
Kökü Altındağ'da, İncesu'dadır.

 LEYLIM - LEYLIM

   Leylim - leylim dünyamizin yarisi
   Al - yesil bahar,
   Yarisi kar olanda
   Gene kavim - kardas, can - cana düsman,
   Gene yedibogum akrep,
   Sari engerek,
   Alnimizin akliginda pust isi zulüm
   Ve canim yari geceler
   Çift kanat kapilarina karsi daragaçlari,
   Mahpusanede çesme
   Yandan akar olanda,
   Gelmis yoklamis ecel
   Kaburgam arasindan.
   Yoklasin hele...

   Çagidir, can dayanmaz,
   Çagidir, en çatal, en asi,
   Cehennem koncasi memelerinin.
   Çagidir, kirk gün - kirk gece
   Kollarin boynuma kement,
   Ha canim kötüye inat...
   Vah ki ne desem,
   Kursunlari namlulara sürülü,
   I'kelleri kan,
   Baskincilar uykumuzu yikar olanda,
   Alir yüregim:

   Yankin yasak, aynalara.
   Inemem bahçende talan,
   Tam, bos yani bu, derim namussuzun,
   Tam, biçagim cehennem gibi güzelken,
   Aklima düsüyorsun
   Ellerim arik...

   Bilmis
   Bütün zula'lar
   Egri hançer, kara mavzer, kan pusu.
   Ve insan düsüncesinin o en orospu,
   O en ayip, frengili yemisi,
   Çildirtilmis uranyum
   Bilmis,
   Bilsinler!
   Sana nasil yandigimi
   Uuuuy gelin...

   Iste kan tutmus korsanlar,
   Haramla beslenmis azgin,
   Düzmece peygamberler
   Ve cüceleri
   Ve igdis ve aptal kölelerine karsi,
   Iste bir kez daha
   Bu can bendeyken,
   Delin, divanenim iste
   Uuuuy gelin...

   Bu yasaklar,
   Firavun kalintisi.
   Yoksun,
   Akdan - karadan.
   Gizline, canevine kurulu faklar.
   Gün ola, umut kesip korkunç yetinden,
   Murdar tutkusuna dünyasizligin,
   Gün ola, düsesin bekler.
   Düsme!
   Ölürüm...
   Gözlerinden, gözlerinden olurum.

   Leylim - leylim
   Ayvalar, nar olanda
   Sen bana yar olanda.
   Belali basimiza
   Dünyalar dar olanda.

MERHABA

   Gün açar,
   Karin verir yagmurlu toprak.
   Incesu Deresi, merhaba.
   Saçakta serçeler daha çilgindir,
   Bulutlarda kartal,
   Daha çalimli.
   Koparir gögsünden bir dügme daha,
   Tezkere bekliyen biri.
   Incesu Deresi, merhaba.

   Genç bayraklar vardir,
   Baris düsünür,
   Kuyularda isçi, mavilikleri.
   Ben hepsini düsünürüm,
   Yirmidört saat
   Ve seni düsünürüm,
   Karanlik,hirsli...
   Seni, cihanlarin aziz meyvasi.
   Ilan-i ask makamindan bir misra,
   Yeserip, kimildar içimde,
   Düser aklima gözlerin...

   Oysa murad alamam.
   Oysa akdan - karadan
   Bilirim, payim bu kadar...
   Unutmus gülmeyi gözbebeklerim.
   Unutmus dudaklarim öpmeyi.
   Incesu Deresi, merhaba...

TERKETMEDİ SEVDAN BENİ

Terketmedi sevdan beni
Aç kaldım, susuz kaldım
Hayın, karanlıktı gece
Can garip, can suskun
Can paramparça...
Ve ellerim, kelepçede
Tütünsüz uykusuz kaldım
Terketmedi sevdan beni...

UNUTAMADIĞIM

Açardın
Yalnızlığımda
Mavi ve yeşil
Açardın.
Tavşan kanı, kınalı berrak.
Yenerdim acıları, kahpelikleri...

Gitmek
Gözlerinde gitmek sürgüne.
Yatmak
Gözlerinde yatmak zindanı
Gözlerin hani?

"To be or not to be" değil.
"Cogito ergo sum" hiç değil...
Asıl iş, anlamak kaçınılmaz'ı
Durdurulmaz çığı
Sonsuz akımı.

İçmek
Gözlerinde içmek ayışığını.
Varmak
Gözlerinde varmak can tılsımına.
Gözlerin hani?

Canımın gizlisinde bir can idin ki
Kan değil sevdamız akardı geceye
Sıktıkça cellat
Kemendi...

Duymak
Gözlerinde duymak üç-ağaçları
Susmak
Gözlerinde susmak
Ustura gibi...
Gözlerin hani?

  YALNIZ DEGILIZ

   Bir ufka vardik ki artik
   Yalniz degiliz sevgilim.
   Gerçi gece uzun,
   Gece karanlik
   Ama bütün korkulardan uzak.
   Bir sevdadir böylesine yasamak,
   Tek basina
   Ölüme bir soluk kala,
   Tek basina
   Zindanda yatarken bile,
   Asla yalniz kalmamak.

   Safaklari ben baliga çikarim
   Akan akmayan sularda
   Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden
   Bir bahar aksami dünyada.
   Ben dört duvar arasinda degilim
   Pirinçte, pamukta ve tütündeyim,
   Karacadag, Çukurova ve Cibalide.

   Zehirli kör yilanlari
   Ve sitmasiyla
   Gün yirmidört saat insan avinda
   Karacadagda çeltikler.
   Bir kiz çocugunun gözyasi gibi
   -  Ayak bileklerinde bir dizi boncuk,
   Sol omzunda nazarlik,
   Dag basinda unutulmus üsümüs,
   Minicik bir asiret kizinin  -
   Damla-damla, berrak olur pirinci.
   Kamyonlarla, katir kervanlariyla
   Beyler sofrasina gider...

   Çukurovam,
   Kundagimiz, kefen bezimiz
   Kani esmer, yüzü ak.
   Sicaginda sabir taslari çatlar,
   Çatlamaz irgadin yüregi.
   Dilerse buluttan ak,
   Köpükten yumusak verir pamugu.
   Külhan, kavgacidir delikanlisi,
   Ünlü mahpusanelerinde Anadolumun
   En çok Çukurovalilar mahpustur,
   Dostuna yarasini gösterir gibi,
   Bir salkim sögüde su verir gibi,
   Öyle içten
   Öyle derin,
   Türkü söylemek, küfretmek,
   Çukurova yigidine mahsustur...

   Tütünü bilir misin?
   "Kiz saçi" demis zeybekler,
   Su içmez her damardan,
   Yerini kolay begenmez,
   Üsür
   Naz eder,
   Darilir
   Iki parmak arasinda kiyilmis,
   Bir parçasi var kalbimin
   Incecik, ak kagitlara sarilir,
   Dar vakit yanar da verir kendini.
   Dostun susan dudagina...

   Sokaklardan,
   Kiyilardan,
   Gök mavisinden,
   Ekmeginden,
   Canevinden ayri düsmeye
   Yani bütün hasretlerin kahrina
   Ve zehrine çaresiz kalmalarin,
   Ilk nefesi Hizir gibi yetisir
   Cibalide sarilan cigaranin...

   Tütün isçileri yoksul,
   Tütün isçileri yorgun,
   Ama yigit
   Piril - piril namuslu.
   Nami gitmis deryalarin ardina
   Vatanimin bir umudu...

TUTUKLU

Birden
Kurşun yemiş gibi susar
Gözbebeklerime karşı
Susar da
Açılıp yol verir şehir
Sade radyolarda bir gamlı hava
"Elaziz uzun çarşı"

Firarda gözüm yok
Namussuzum yok
Yok pişmanlık bir halim
Yaslanıp
Bir cigara yakmak isterim
Dumanı cevahir değer

Mağlup mu desem mahcup mu
Ama ikisi de değil
Ben garip sen güzel
Dünya umutlu

Öyle bir tuhafım bu aksamüstü
Sevgilim
Canavar götürür gibi
İki yanım
İki süngü

YURDUM BENİM ŞAHDAMARIM

Engereğin dişlerine işledim,
Ağu dişlerine
Oluklu, çentik...
Ve vurgun,
Gözleri bir çift cehennem
Burnuna kan tütmüş
Pars bıyığına...
Dağın pulat yüreğine işledim,
Şimşeğin masmavi usturasına
Sevdanı usul-usul
Sevdanı mısra-mısra
Lo ben seni hapislerde sevmişim,
Ben seni sürgünlerde.
Yurdum benim şahdamarım...

Yücende buzul
Ve kar,
Maviş dağ tavşanları
Gün vuranda alaran
Zemheri yılanları
Ve yakut bir hışımla
Öyle çakılan
Sonsuzluğun yakışığı kartallar.

....................
....................
Başım gözüm üstünesin
Suskum, avazım üstüne...
Adından başka silah
Yazgından başka günah
Daha yazmamış
Hiçbir gizli dosyada
Hiçbir açık kitapta.

Peşinde azgınları
Kanlı paranın
Yani Doların itleri,
Altın, Sterlin kurtları
Ve petrol Nemrutları
Ve kurşun Yezitleri...

....................
....................
Kaçgunda, kaçakta
Can havlindesin...
Ve çocuk ölüleri
Parçalanmışlar
Daha süt kokuyorlar
Ve anne ölüleri
İncecikten, gencecikten
Açık hepsinin gözleri.
Halkım benim
Askıda çığ...

33 KURŞUN

1.
Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van'da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari guvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü
Keklik takımı...

Yiğitlik inkar gelinmez
Teke tek doğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzuç kan pınarı
Akmaz
Göl olmuş bu dağda...
2.
Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alaçakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit
Baktı kolları vurulu
Cehennem yurekli bir yiğit
Bir garip tavşana
Bir gerilere.

Düştü nazlı filintası aklına
Yastığı altında küsmüş
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu
Alnında akıtma
Üç topuğu ak
Eşkini hovarda, kıvrak
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı
Sığınabilirdi yuceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı
Yanan cigaranın külünü
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini
İlk atımda uçuran
Usta elleri...

Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı
Buyruk kesindi
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...
3.
Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...

Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
4.
Ölüm buyruğunu uyguladılar
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden...

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz
Gayrı eşkıyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
5.
Vurun ulan
Vurun.
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız kuşatmasına karşı koyanda

Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı
Hafif
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...

SUSKUN

Sus, kimseler duymasın.
Duymasın ölürüm ha.
Aydım yarı gecede
Yeşil bir yağmur sonra...
Yağıyor yeşil.

En uzak, o adsız ve kimselersiz
O yitik yıldızda duyuyor musun?
Bir stradivarius inler kendi kendine
Yayı, reçinesi, köprüsü yeşil.
Önce bendim diyor ve sonra benim...
Ölümsüz, güzel ve çetin.
Ezgisidir dolaşan bütün evreni
Bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları.
Canımı, tüylerimi sarmada şimdi
Kendi rüzgarıyla vurgun...
Sarıyor yeşil.

Rüya, bütün çektiğimiz.
Rüya kahrım, rüya zindan.
Nasıl da yılları buldu
Bir mısra boyu maceram...
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi
Bilmezler nasıl sevdik
İki yitik hasret
İki parça can.
Çatladı yüreği çakmaktaşının
Ağıyor gökkuşaklarının serinliğinde
Çağlardır boğulmuş bir su...
Ağıyor yeşil.

Yivlerinde yeşil güller fışkırmış
Susmuş bütün namlular...
Susmuş dağ
Susmuş deniz.
Dünya mışıl-mışıl
Uykular derin
Yılan su getirir yavru serçeye
Kısır kadın, maviş bir kız doğurmuş
Memeleri bereketli ve serin...
Sağıyor yeşil.

Aydım yarı gecede
Neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat
Ve Sezarsa, bir ad, yıkıntılarda.
Ama hançer taşı sanki
Koca Kartaca!
Hani, kibrit suyu vermişlerdi üstüne
Bak nasıl alıyor, yiğit
Binlerce yıl da sonra
Alıyor yeşil.

Vurur dağın doruğundan
Atmacamın çalkara
Yalın gölgesi.
Kuş vurmaz, tavşan almaz
Ama aç, azgın
Köpek balıklarıydı parçaladığı
Bak, Tiber saygılı, suskun.
Bak nilüfer dizisi zinciri.
Bunlar bukağısı, kolbağlarıdır
Cihanın ilk umudu, ilk sevgilisi
Ve ilk gerillası Spartakus'un.
Susuyor yeşil.

Sus, kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.
Aymışam yarı gece
Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerinde elma kokusu.
Bir daha hangi ana doğurur bizi?

Ruhum...
Mısra çekiyorum, haberin olsun.
Çarşılarin en küçük meyhanesi bu
Saçları yüzümde kardeş, çocuksu.
Derimizin altında o olüm namussuzu...
Ve Ahmedin işi ilk rastgidiyor.
İlktir dost elinin hançersizliği...
Ağlıyor yeşil.

                                                 AHMED ARİF

https://www.bitlishaber13.net/haberprint/ahmed_arif_hayati_ve_siirleri-1011.html