DEM Bitlis Belediye
Losev

Câfer-i Sâdık

A
a

Câfer-i Sâdık hazretleri Ehl-i beytten olup, İmâmiyye mezhebinin kabul ettiği on iki imamın altıncısıdır. Hicri 83 (702) yılında Medîne-i Münevvere’de doğan Câfer-i Sâdık’ın babası Muhammed Bâkır, şehidlerin efendisi Hz. Hüseyin’in torunudur.

 Annesi Ümmü Ferve, Hz. Ebû Bekir’in torunu olan Kasım b. Muhammed’in kızıdır. Annesinin annesi ise Hz. Ebu Bekir’in oğullarından Abdurrahman’ın kızıdır. Dolayısıyla Câfer-i Sâdık; hem Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın Nesl-i Pâkinden, hem de Hz. Ebû Bekir Radıyallâhü Anh’ın soyundan gelmektedir.


    Künyesi Ebû Abdullah’dır. Aslında büyük oğlu İsmail’e nisbetle künyesi Ebû İsmail ise de, onun kendisinden önce vefat etmesi sebebiyle daha çok Ebû Abdullah diye anılmıştır. Sâbir, Tâhir, Fâzıl ve Âtır gibi bir çok lakapları olan Câfer-i Sâdık’ın en meşhur lakabı “Sâdık”tır. Doğruluğu ve sadâkati o kadar çoktur ki, bundan dolayı kendisine “Sâdık” lakabı verilmiştir. Yine bununla alakalı hayatında hiç yalan konuşmadığı ve dinine her zaman sâdık kaldığı için bu lakabı aldığı söylenir.
    Câfer-i Sâdık hazretleri, doğru sözlü olduğu gibi tatlı dilliydi. Güzel ve güleç yüzlüydü. Teninin rengi, beyaz-kırmızı karışımıydı, pembemsiydi. Saçları kumrala yakındı. Başı büyükçeydi. Bedeni sanki nûr saçıyordu. Orta boylu, güçlü kuvvetliydi. Büyük dedesi Hz. Ali Radıyallahü Anh’a çok benzerdi. On evlâdı olup yedisi erkek, üçü kız idi. Oğulları: Mûsâ Kâzım, İshâk, Muhammed, İsmâil, Abdullah, Abbâs ve Ali’dir. Evlâtlarının hepsi gerek zâhiri gerekse batınî ilimleri tahsil etmişler, zamanın büyükleri arasına girmişlerdi.
    Câfer-i Sâdık’ın büyük dedesi Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinden sonra, Peygamber çocukları siyâsetle uğraşmamış, kendilerini tamamen ilme vermişlerdir. Câferi Sâdık’ta, amcası Zeyd b. Ali’nin, yapılan zulümlerden dolayı yöneticilere isyan etmesi neticesinde öldürülmesinden sonra ağırlaşan şartların da tesiriyle, siyasetten tamamen uzaklaşmış ve Medine’de ilimle meşgul olmuştur.
    Câfer-i Sâdık’ın hayatının bir kısmı Emevî halifeleri döneminde, bir kısmı da Abbâsî hilâfeti zamanında geçmiştir. Hilâfet, Abbâsî hânedanına geçtikten sonra da siyâsi tutumda bir değişiklik olmadığını görerek siyasetten uzak kalmaya devam etmiş, bir takım siyâsî çekişmelerin içine girmemiştir.
    O, mânevî otoritesini kurarak manâ âleminin halifesi olmuştur. Tabi bazı idareciler Onun mânevî nüfûzundan korkmuşlarsa da, mehâbeti karşısında ona saygı duymaya mecbur olmuşlardır.
    Câferi Sâdık her yönden çok iyi yetişerek ilim ve fazilette zamanının bir tanesi oldu. Fıkıhta müctehid derecesine ulaştı. İmâm-ı Azâm Ebû Hanîfe, Onun hakkında; “Ondan daha fakih, fıkıh ilmini bilen kimse görmedim.” buyurmuştur. Hadis ilminde sîka, güvenilir bir râvi olup, kendisinden pek çok hadîs-i şerîf rivâyet edilmiştir. Gerek Tabiinden gerekse Tebe-i tabiin neslinden pek çok hadis aldı. Bunların başında Babası Muhammed Bâkır ile, anne tarafından dedesi olan Kâsım b. Muhammed gelmektedir.
    Bunlardan başka, Ata bin Ebî Rebâh, Urve b. Zübeyr, Ubeydullah b. Ebû Râfî, Nâfî ve Zührî gibi birçok kimseden hadis öğrenip rivâyetlerde bulundu.
    Kendisinden de, oğlu Mûsâ Kâzım, Şu’be, Süfyân-ı Sevrî, Süfyan b. Uyeyne, Yahya b. Said, İbni Cüreyc, İmâm-ı Azâm Ebû Hanîfe ve daha pek çok kimse hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.
    Hadis ilminde, İmâm-ı Şâfiî ve Yahyâ bin Muîn, onun sika, güvenilir olduğunu bildirmişlerdir. Ebû Hatim şöyle demiştir: “Câfer-i Sâdık her mânâda kendisine güvenilen bir zattır.” Buhârî dışında bütün Kütüb-ü Sitte müelliflerinin kendisinden rivayetleri bulunmaktadır.
    Câfer-i Sâdık din ilimlerinde olduğu gibi, zamanın bütün fen ilimlerinde de söz sahibiydi. Neredeyse öğrenmedik bir bilgi bırakmamıştı. Her ilimde üstâd, her marifette mâhirdi. Sâlih bin Ebil-Esved, İmâm-ı Câfer’in; “Beni kaybetmeden önce, her ilimden sorunuz. Benden sonra size benim gibi söyleyen birisini bulamazsınız” buyurduğunu haber verdi. Fizik ve kimya ilimleri başta olmak üzere, bilcümle müsbet ilimlere vakıf olan Câfer-i Sâdık Hazretleri, bu ilimlerde de talebeler yetiştirmiş ve bu talebeler cebir ve kimya ilimlerinde çeşitli keşifler yapmışlardır. Hatta Kimyanın babası sayılan ve Kimya ilmi tarihinde ismi ölümsüzleşen, cebir ilminin de temellerini atan Cabir b. Hayyan, Câfer-i Sâdık’ın talebesidir. Bu konularla alakalı bin sayfalık bir kitap yazan Cabir b. Hayyan, bu kitabı Câfer-i Sâdık‘ın beş yüz kadar risalesini cem ederek yazdığı rivayet edilmektedir.
    Câfer-i Sâdık‘ın en meşhûr talebesi ise, İmâm-ı Âzâm Ebû Hanîfedir. İmâm-ı Âzâm, Câfer-i Sâdık’ın derslerine ve sohbetlerine iki sene devâm ederek, o mârifet kaynağından zâhirî ve batınî ilimleri tahsil ederek çok istifâde etti. Bazı kaynaklarda: “İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin babası Sâbit vefat edince, annesi Câfer-i Sâdık‘la evlenmiştir. Böylece İmâm-ı Âzam, Câfer-i Sâdık’ın evlatlığı olmuştur.” diye zikredilse de, Câfer-i Sâdık ve İmâm-ı Âzam’ın hemen hemen aynı yaşlarda olduklarına bakılırsa, bu iddianın doğru olma ihtimali uzak görünmektedir. Fakat dostlukları ve yakınlıkları bilinmektedir.
    Hatta Ebû Hanîfe’nin onu tanıdıktan sonra hayatında meydana gelen mânevî değişikliği ve Onun huzurunda kavuştuğu yüksek mertebeleri ifade etmek için: “Son iki yılım olmasaydı, Nûman helak olurdu” sözü meşhurdur. İmâm-ı Âzâm bu sözü ile hem hocası Câfer-i Sâdık hazretlerinin büyüklüğüne, hem de tarikat ve tasavvufun insanı kavuşturduğu yüksek derecelere işaret etmiştir.
    Bir gün Caferi Sadık, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’ye sordu:
    - Akıl nedir? Ebu Hanife cevap verdi.
    - Hayır ile şerri temyiz eden melekedir. Câfer-i Sâdık:
    - Onu atlar da temyiz eder. Mesela sahibi atın yanına gelirken, “ata ot mu getiriyor, yoksa kırbaç mı vuracak?” bilir. Ebu Hanife bu söz üzerine durdu. Câfer-i Sâdık devam etti: – Akıl; iki mühim hayır zuhur ettiği zaman, hangisinin daha hayırlı olduğunu temyiz eden melekedir, buyurdu. Ebû Hanîfe aklın bu tarifini çok beğendi. Bir keresinde Câferi Sâdık, Ebû Hanîfe’ye:
    - Geyiğin azı dişi arasındaki dört dişinin kırılmasının haramlılığı hakkında görüşün nedir? Ebû Hanîfe:
    - Ey Allah Resûlünün torunu! Bu konuda bir bilgim yok. Bunun üzerine Câfer-i Sâdık tatlı bir tebessümle şöyle dedi:
    - Sen ki bu kadar çalışıp ilim için emek veriyorsun. Fakat geyiğin iki azı dişi arasında dört dişi bulunmadığını bilmiyorsun. Geyiğin sadece altta ve üstte ikişer dişi olur.
    Bütün tasavvuf yolları, İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretlerinde birleşmektedir. Câfer-i Sâdık iki yoldan Resûlullâh’a bağlıdır. Birisi babalarının yolu olup, Hz. Ali radıyallâhü anh vâsıtası ile Resûlullâh’a bağlıdır ki, bu yola “Velâyet yolu” denir. İkincisi ise; annesinin babalarının yolu olup, Hazret-i Ebû Bekir vâsıtası ile Resûlullâh’a bağlanmaktadır. Bu yola da “Nübüvvet yolu” denir.
    Câfer-i Sâdık, hem ana tarafından Ebû Bekr-i Sıddîk soyundan gelmesi, hem de Onun vâsıtası ile Resûlullah’tan feyiz alması sebebiyle, “Ebû Bekr-i Sıddîk, beni iki hayâta kavuşturdu.” buyurmuştur.
    Câfer-i Sâdık hazretleri, Resûlullah’tan gelen Peygamberlik ve Nübüvvet üstünlüklerine, Hz. Ebû Bekir, Selmân-ı Fârisî ve Kâsım bin Muhammed bin Ebû Bekir silsilesi ile kavuşmuştur. Evliyâlık ve velâyet üstünlüklerine de, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hüseyin, Zeyne’l-Âbidîn ve babası Muhammed Bâkır yolu ile kavuşmuştur.
    İmâm-ı Malik, Onun hakkında şöyle demiştir: “O üç halde bulunurdu; ya namaz kılar, ya oruç tutar veya Kur’an okurdu. Hiçbir zaman temiz olmadan Allah Resûlünü ağzına almazdı. Boş yere konuşmazdı. Kendisini her gördüğümde kalkar minderine beni buyur ederdi.”
    Çok mütevâzı ve alçak gönüllüydü. Kimseyi hor görmez, her mümini kendisinden daha kıymetli bilirdi. Bir gün kölelerini yanına çağırdı ve onlara dedi ki:
    - Gelin sizinle sözleşelim. Kıyâmet günü içimizden hangimiz kurtulursa, onun diğerlerine şefâatçi olması için birbirimize söz verelim! Onlar bu teklife şaşırarak:
    - Ey Allah Resûlünün evlâdı! Sizin bizim şefaatimize ihtiyâcınız mı var? Dedeniz Muhammed Aleyhisselâm, bütün insanların ve cinlerin şefâatçisidir, dediler.
    Câfer-i Sâdık:
    - Ben yaptığım bu amellerimle, yarın kıyâmet gününde ceddimin yüzüne bakmaya utanırım, buyurdu.

    
    Ay Günde…Güneş Gecede…Aşk da Sende Gizlenmiş…
    Es Salatü Ves Selamu Aleyke Ya RasulAllah…
    Es Salatü Ves Selamu Aleyke Ya HabibAllah…
   


        Câfer-i Sâdık sultan ve devlet idarecilerinin kapısında, dünyevi menfaat için yaltaklanmayan ulemâ ve fukahâyı, peygamber vekili sayardı. Derdi ki: “Akıl kadar ihtiyaç duyulan bir sermaye, cahillikten beter bir musibet, istişareden faydalı bir yardımcı yoktur.” Bir gün Halife Ebu Câfer el-Mansur’un yüzüne bir sinek kondu. Mansur, her ne kadar sineği kovmaya çalışsa da bir türlü uzaklaştıramadı. İyice bunaldığı bir sırada Câfer-i Sâdık geldi. Halife Mansur sordu: – Ey Câfer! Allah’ın sineği yaratmasındaki hikmet nedir? Câfer-i Sâdık cevap verdi. – Zalimlere, bir sineğe bile güç yetiremediklerini anlatmak… Ebu Câfer Mansur bir gece vezirine dedi ki: – Hemen git ve İmâm-ı Câfer’i buraya getir. Onu öldürmek istiyorum. Mansur’un veziri olan Rebî’ iyi bir kimseydi. Câfer-i Sâdık’a muhabbeti vardı. Halife Mansur’u bundan vazgeçirmek için çok uğraştı. Gece-gündüz ibâdetle meşgûl olan, devlet işlerine karışmayan böyle büyük bir zatı öldürmekten vazgeçmesi için epeyce dil döktü. Her şeye rağmen ikna edemeyince işi ağırdan aldı. Mansur bu isteğini yine tekrarladı. Vezir yine işi ağırdan alıp, belki halifenin öfkesi geçer ve bu isteğini unutur diye emrini yerine getirmedi. Fakat üçüncü defa Mansur çok hiddetlendi ve ağır ifadeler kullanarak Câfer-i Sâdık’ın derhal getirilmesini emredince, Rebi’in yapacağı bir şey kalmamıştı. Çaresiz Câfer-i Sâdık’ın yanına gitti ve durumu kendisine arz edip özürler dileyerek, halifenin yanına gitmeleri gerektiğini bildirdi. Halife Mansur daha önceden cellâtlara emir verdi. “Ben başımdan külâhımı çıkarınca İmam-ı Câfer’in başını vurun!” Bir müddet sonra Câfer-i Sâdık Hazretleri içeri girdi. Halife Mansur Onun geldiğini görünce derhal ayağa kalktı, büyük bir tevazu ve saygıyla karşıladı. Kendi makamına buyur edip, kendisi de edeple yanına oturdu. Tabi Mansur’un veziri Rebî’ başta olmak üzere, orada bulunan herkes halifenin bu tutumuna şaşırdılar. Çünkü halifenin öldürmek için çağırdığı bir zâta böylesine iltifat etmesini anlayamamışlardı. Halife Mansur, Câfer-i Sâdık Hazretlerine: “Ey İmam! Şayet benden her hangi bir isteğiniz olursa çekinmeden söyleyin, derhal yerine getirilecektir” dedi. Bunun üzerine Câfer-i Sâdık: “O halde lütfen beni bir daha buralara kadar çağırıp da ibadetimden alıkoymayın!” dedi ve gitmek üzere ayağa kalktı. Ebu Câfer Mansur izzet ve ikramla onu uğurladı. Gittikten sonra vücudunda bir titreme oldu, düşüp bayıldı. Kendine gelince veziri sordu: “Sendeki bu değişikliğin sebebi nedir?” Mansur korku dolu gözlerle: “İmam-ı Câfer içeri girince yanında heybetli bir aslan gördüm. Ona biraz sert davransam sanki beni parçalayacaktı. Ne yapacağımı şaşırdım” dedi. Câfer-i Sâdık Hazretleri duâsı makbûl bir zat idi. Uzak yakın herkes gelir duasını alırdı. Bir şahıs, İmâm-ı Câfer Hazretlerinden, Allâh-ü Teâlâ’nın kendisine çok mal verip, çok hac yapması için duâ buyurmasını istedi. O da: “Yâ Rabbî! Buna elli hac yapacak kadar mal ver!” diye duâ etti. Allah o kimseye elli defa hac yapmak nasip etti. O kimse elli birinci defa hac yapmak için Cühfe denilen yerde gusül edecekti ki, bir sel geldi ve o kimse orada vefât etti. Câfer-i Sâdık bir gün Kelb Kabilesinden Hakem b. Abbas adında bir kimsenin, amcası Zeyd hakkında ileri geri konuştuğunu, ağır sözler söylediğini duydu. Bunun üzerine Câfer-i Sâdık Hazretleri, Hakem b.Abbas isimli bu zat hakkında: – Ey Abbas-ı Kelbî! Allah senin üzerine köpeklerden bir köpeği musallat etsin! buyurdu. Rivâyet edilir ki: Çok geçmeden bir arslan gelip, o kimseye saldırdı ve onu parçaladı. Câfer-i Sâdık Hazretlerinin, pek çok ince sırlar ve mârifetler bildiren ifadeleri, sayıya gelmeyecek kadar çok hikmetli sözleri vardır. Buyurmuştur ki: “Kendisinde hoşlanacağı bir şey gördüğünde “Mâşâllah lâ kuvvete illâ billah” demeyen bir kimsenin durumuna şaşarım.” Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Bağına girdiğinde “Mâşâllah lâ kuvvete illâ billah” deseydin ya!” (Kehf: 39) buyrulmuştur. Bir derde ve sıkıntıya düşüp de, “Lâ ilâhe illâ ente sübhaneke innî küntü minezzâlimin” demeyenlere şaşarım. Zira Allâh-ü Teâlâ Kur’an-ı Kerim de: “…Karanlıklar içinde niyazda bulundu: ‘Ya Rabbi, Senden başka ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Şüphe yok ki ben zalimlerden oldum. ’Biz de onun duasına icabet ettik de onu gamdan kurtardık ve müminleri de böylece kurtarırız.” (Enbiya: 87, 88)
        Allah-ü Teâlâ’nın nîmetine kavuşan ve bu nîmetin devamlı olmasını isteyen kimse, Allâh’a hamd ve şükrünü çoğaltsın! Zîrâ Allâh-ü Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm de; “(Nîmetlerimin kıymetini bilir ve) Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artırırım. Ve eğer nankörlük ederseniz, şüphe yok ki, benim azabım elbette pek şiddetlidir.” (İbrâhim: 7) buyurdu.
        Bir milletten, bir topluluktan korkan kimse de “Hasbünallâhü ve Ni’mel-Vekil” desin. Zira Allâh-ü Teâlâ Kur’an-ı Kerim de: “Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine ‘Düşmanlarınız size karşı ordu topladı. Onlardan korkun!”dedi de, bu onların imanını artırdı. Ve: “Hasbünellâhü ve Ni’mel-Vekil” dediler. (Âl-i İmran: 173)
        Bir kimse, rızkı azaldığı ve geçim darlığı çektiği zaman çok tövbe ve istiğfâr etsin. Mevla Teâlâ tövbe sebebiyle günâhları bağışlayacağını ve rızıkları arttıracağını vaadediyor. Zîrâ Kur’an-ı Kerim de şöyle buyrulmuştur: “Dedim ki: ‘Gelin Rabbinizden mağfiret dileyin. Çünkü O, çok bağışlayıcıdır.
        Üzerinize gökten bol bol yağmur gönderir. Ve size mallarla oğullarla imdat eder. Sizin için bağlar bostanlar kılar ve sizin için ırmaklar vücuda getirir.” (Nuh: 10,11,12) Câfer-i Sâdık Hazretleri bir müddet halvet, (yalnızlık) hâlinde kalmış, ibadet ve taatini evinde yaparak insanlar arasına çıkmamıştı. Evliyânın büyüklerinden olan Süfyân-ı Sevrî evine gelip:
        - Ey Resûlüllah’ın torunu! İnsanlar bereketli nefesinizden, faydalı sohbetinizden mahrum kaldı. Niçin uzlete çekildiniz? deyince, buyurdu ki:
        - Bu zamanda böyle gerekiyor. (Zaman değişti. İnsanlar bozuldu)
        Ve şu iki beyti okudu:
        Geçen gün gibi geçip gitti vefâ da,
        İnsanların kimi hayâl, kimi ümit peşinde.
        Dostluk, vefâ görünüşte kaldı aralarında,
        Fakat kalbleri akreplerle dolu gerçekte.

        Câfer-i Sâdık, çağdaşı olan zâhid âlimlerle Allah için dostluk yapardı. Bazen onlarla bir araya gelir ve sohbetlerde bulunurdu. Bunlardan biri olan meşhur zâhid Dâvûd-u Tâî, bir gün Câfer-i Sâdık’a gelerek kalbinin karardığından şikayetlendi ve nasihat talebinde bulundu. Câfer-i Sâdık:
        - Ey Dâvud! Sen çağımızın en zâhidlerindensin. Nasihatime ne ihtiyacın var? dedi.
        Dâvûd-u Tâî:
        - Ey Allah Rasûlü’nün evladı, Sizin bütün yaratılmışlara üstünlüğünüz var. O büyük Peygamberin kanı damarlarınızda dolaşmaktadır. Onun için senin sadece bana değil, herkese vaaz etmen lazım, deyince, Câfer-i Sâdık buyurdu ki :
        - Ey Dâvud! Ben kıyamet gününde dedemin benim yakama yapışıp, “Bana hakkıyla tabi olmadın? Bu iş neseble ve haseple olmaz, ibâdet ve amelle olur, diye çıkışmasından korkuyorum. Dâvûd-i Tâî bu sözleri duyunca ağlamaya başladı ve dedi ki:
        - Yâ Rabbî! O, Peygamber soyundan gelmiştir. Sözüyle yaşayışıyla herkese örnektir. Durum buyken Câfer-i Sâdık böyle düşünürse, Dâvud kim oluyor ki, yaptıklarının bir kıymeti olsun!
        Câfer-i Sâdık Hazretlerinin arkadaşlık ve dostluk konusunda da uyulması gereken önemli nasihatleri vardır. Buyurmuştur ki: “Şunlarla beraber BULUNMAKtan saKIn: Yalancıdan; çünkü daima aldanırsın. Ahmak kimsenin dostluğundan; çünkü sana faydalı olmak istediği zaman bile zarar verir. Cimrinin arkadaşlığından, fâsık kimsenin ahbaplığından.”
        Demiştir ki: “Şu üç şey Müslümana şeref verir: Kendisine zulmedeni affetmek, bir şey vermeyene iyilikte bulunmak ve kendisini aramayanı, arayıp sormak. Şu dört şeyin azı da çoktur: “Ateş, düşman, fakirlik, hastalık.” Câfer-i Sâdık Hazretlerinin oğlu Mûsa Kâzım’a yaptığı nasîhatı özetle şöyledir: “Ey oğlum! Rızkına râzı ol. Rızkına râzı olan, kimseye muhtâç olmaz. Gözü başkasının malında olan, fakir olarak ölür. Allâh-ü Teâlâ’nın taksim ettiği rızka râzı olmayan, sanki O’nu kazâ ve kaderinde, dilediğini yaratmakta töhmet altında tutmuştur. Kendi kusurlarını küçük gören, başkasının kusurlarını büyütmüş olur. Her zaman kendi kusurlarını büyük gör.
        Başkasının gizli bir şeyini açığa vuranın, evindeki gizli şeyler herkesçe bilinir. Kardeşi için kuyu kazan, o kuyuya kendisi düşer. Ahmaklar arasında bulunan horlanır, âlimler arasında bulunan hürmet görür.
        Ey oğlum! Boş iş ve söze karışmaktan, koğuculuk yapmaktan sakın. Lehinde veya aleyhinde de olsa, hakkı ve doğruyu söyle! Böyle yaparsan herkes seninle istişâre eder, sana danışır ve fikrini alır.
        Ey oğlum, Allâh-ü Teâlâ’nın kitâbını okuyucu, iyilikleri emredici, kötülüğü nehyedici, sana gelmeyene sen gidici, seninle konuşmayanla konuşucu ol! İsteyene ver. Gıybetten ve koğuculuktan sakın. Çünkü söz taşımak insanların kalbinde düşmanlığı arttırır. İnsanların ayıplarını görme, zira insanların ayıplarını gören, onların hedefi olur.”
        Câfer-i Sâdık Hicri 148 (765) yılında Mekke’de vefât etti. Cennetü’l-Baki mezarlığına, babası Muhammed Bâkır ve dedesi Ali Zeyne’l-Âbidin’in yanına defnedildi.

        Ay Günde…Güneş Gecede…Aşk da Sende Gizlenmiş…
        Es Salatü Ves Selamu Aleyke Ya RasulAllah…
        Es Salatü Ves Selamu Aleyke Ya HabibAllah…


Bunlar da İlginizi Çekebilir
arşiv HABER ARŞİVİ
BİTLİS HABER13 YORUM KURALLARI
Haber İhbarı
Bitlis Nöbetçi Eczaneleri
Bu haber ilginizi çekebilir! Kapat


Sitedeki tüm harici linkler ayrı bir sayfada açılır. Siteadi harici linklerin sorumluluğunu almaz.