Bitlis'te Diş İltihabı İçin Hastaneye Başvuran Kadın Az Daha Canından Oluyordu Bitlis'te Diş İltihabı İçin Hastaneye Başvuran Kadın Az Daha Canından Oluyordu

Bitlis, tarih boyunca birçok önemli bilim adamı, düşünür ve devlet adamına ev sahipliği yapmıştır. İşte Bitlis'in yetiştirdiği bazı önemli şahsiyetler:

Mevlana Abdurrahim-i Bitlisi

Hakkında çok az bilgi var

Mevlana Abdurrahim-i Bitlisi hakkında Şerefname dışında başka bir kaynakta bilgi bulunamamıştır. Hangi tarihler arasında yaşadığı bilinmemekle birlikte, Bitlisli olduğu kesindir. Mantık konusundaki bilgisiyle tanınan Mevlana Abdurrahim, Metali (Mantık) kitabına son derece güzel bir açıklama yazmıştır. Ayrıca, mantık ve meani (Arap edebiyatının bir kolu) konularında eserler kaleme almıştır. İslam alimleri arasında yazdığı mantık kitapları oldukça meşhurdur.

Mevlana Muhammed Berkal’i

Şeref Han döneminin bilgesi

Mevlana Muhammed Berkal’i hakkında fazla bilgi yoktur. Kesin yaşam tarihleri bilinmemekle beraber, Şerefname’nin yazarı Şeref Han döneminde ve Bitlis’te yaşadığı bilinmektedir. Hubaysi (mantık) ve Hindi kitaplarını Emir Şeref adına yazmış, fıkıh, hadis ve mantık bilimleri dalında önemli çalışmalar yapmıştır. Bitlis’te yaşadığı kesindir ve fazilet sahibi bir kişi olarak tanınmaktadır.

Mehmed Bini Ali Bin El Hüseyin-ül Hilati

Türk hukukunun dev ismi

Mehmd Bini Ali Bin El Hüseyin-ül Hilati'nin doğum tarihi bilinmemekle birlikte, 1276 yılında vefat etmiştir. Türk Dünyası'nın en büyük hukukçularından biridir. "Kavid-üş-şer" ve "Zevabid-ül asıl vel’l-füru" adlı eserleri bulunmaktadır. Bir süre Kahire’de kadılık yaptığı da söylenmektedir.

Fahrettin Ahlati

Astronomi dünyasının parlayan yıldızı

1260 yılında İlhanlı Devleti'nin kurucusu Hülagi Han’ın, İran’ın Mera şehrinde yaptırdığı rasathanede çalışan Fahrettin Ahlati, Bitlis’te yaşamış önemli bir astronomdur. Bu rasathane, güneşin doğumundan batışına kadar geçen süre zarfında, pencerelerinden giren ışıklara göre saati tespit edebilen bir yapıya sahiptir.

İbrahim Bini Abdullah-ül Hilati

Renkerin ve kimyanın ustası

1242 yılında Bitlis’te doğan İbrahim Bini Abdullah-ül Hilati, 1322 yılının Kasım ayında 80 yaşında vefat etmiştir. Hayatının çoğunu İran ve Mısır’da geçirmiştir. Lacivert renk boyayı bulmasıyla ün kazanmış, tıp ve kimya sahalarında önemli çalışmalar yapmıştır.

Şeyh Tahir-i Gürgi

Tarihin gizemli dervişi

Şeyh Tahir-i Gürgi'nin gerçek ismi Şeyh Ebu Tahir-i Gürgi’dir. Yaşadığı dönem kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, Ahlat’taki sanduka mezar mimarisinde bulunan taş sandukasının Akkoyunlu, Karakoyunlu veya Altınordu Devleti zamanında yapıldığı tahmin edilmektedir. Şeyh Tahir-i Gürgi’nin yanında, Mevlana Hüsamettin-i Ali-ül Bitlisi’nin mezarının bulunması, bu zatın Fatih Sultan Mehmet ve II. Bayezıt dönemlerinde yaşadığını düşündürmektedir.

Mevlana Hüsameddin-i Ali-ül Bitlisi

Alim ve fazilet sahibi mutasavvıf

İdrisi-i Bitlisi’nin babası olan Mevlana Hüsameddin-i Ali-ül Bitlisi'nin doğum tarihi bilinmemektedir. 1495 yılında Bitlis’te vefat etmiştir. Mezarı, Zeydan Mahallesi'nde Kureyşi Camisi arkasındaki türbededir. Alim ve mutasavvıf olarak tanınan Mevlana Hüsameddin, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın hizmetinde bulunmuş, Diyarbakır’da divan katipliği yapmıştır. Tebriz’e taşındıktan sonra burada da önemli görevler üstlenmiştir.

bitlisss.jpg

Mevlana İdris-i Bitlisi

Osmanlı'nın büyük danışmanı

Mevlana Hüsameddin Ali-ül Bitlisi’nin oğlu olan Mevlana İdris-i Bitlisi, 1452-1457 yılları arasında doğduğu tahmin edilmektedir. Osmanlı Sultanı II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde önemli hizmetlerde bulunmuş, Çaldıran Savaşı'na katılmış ve Doğu Anadolu’yu Osmanlı’ya bağlamada büyük rol oynamıştır. 1520 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.

Şükri-i Bitlisi

Çok yönlü şair ve devlet adamı

İdris-i Bitlisi’den sonra Bitlis’in yetiştirdiği önemli bir diğer şahsiyet olan Şükri-i Bitlisi, 16. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır. Altı dil bilen Şükri-i, Yavuz Sultan Selim’e kaside takdim ederek padişahın özel meclisine girmiştir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde de çeşitli seferlere katılmıştır. En büyük eseri "Selim-Name"dir.

Mevlana Ebul Fazl Mehmed Efendi


Ebul Fazl Mehmed Efendi, Eb’ül-Fadl Mehmed Efendi, Ebul Fadıl Mehmed Efendi, Ebul Fazl Mehmed Çelebi, Defterdar Ebul Fadl Mehmed Çelebi gibi isimler altında değişik kaynaklarda yer alan bu muhterem insan, Mevlana İdris-i Bitlisi’nin oğludur. Babası gibi Alim, Fadıl, Şair, Tarihçi ve Tasavvuf ehli bir kimsedir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, XV. Yüzyılın sonlarında, XVI. yüzyılın başlarında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Babası kadar meşhur ve onun kadar alim olan Ebul Fazl Mehmed Efendi, Türkçe’den başka Arapça ve Farsça’yı da çok iyi bilmekteydi. Şiirlerinde Fazli mahlasını kullanmıştır. Babası gibi Osmanlı Devleti’ne büyük hizmetler yapmıştır. Çok genç yaşta ilimle uğraşmış ve devlet işlerinde görev almıştır. 1511 yılında Müeyyed-zâde’ye danışman olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman Devrinde önce Divan üyeliği, sonra Manisa’da Müderrislik (Üniversite Hocalığı) yapmıştır. Daha sonra Trablus Kadılığına atanmıştır. 1542 tarihinde İstanbul’daki Rumeli Defterdarlığına (Baş Defterdarlığa) atanmıştır. Defterdar ismi buradan gelmektedir. Ölünceye kadar bu vazifede kaldığı ifade edilmektedir. Bazı kaynaklarda ise ölmeden önce, Defterdarlıktan istifa ettiği anlatılmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman’ın, kanuna aykırı bir fermanı; “Şeriata aykırıdır” diyerek iki defa reddettiğini ve daha sonra istifa ettiğini kaydetmektedir. Ebul Fazl Mehmed Efendi'nin iki oğlu vardı. Ne yazık ki bu çocukları Galata’dan kayıkla karşı sahile geçmek isterken çıkan fırtına sonucunda kayıkları alabora olmuş ve iki kardeş suya düşerek boğulmuşlardır. Bu durum karşısında büyük üzüntülere gark olan Ebul Fazl Mehmet Efendi 1574 yılında vefat etmiştir. Ebul Fazl Mehmed Efendi, babası gibi birbirinden kıymetli bir çok eser yazmıştır. Bu eserler (bilinenler) şunlardır:

bitlisssn.jpg


1 - Kudumiye

2 - Halâk-i Muhsini

3 - Hulâsa-i Târih-i Vassaf

4 - Heşt Behişt Zeyli

5 - Selimşah-name

6 - Tarih-i Âl-i Osman

7 - Zahiret-ül Mülük

8 - Tarih-i Osmâni

9 - Medaric’ül-itikat fi Tercene-i Menecih’ül-İbad

10 - Ahlâk-i Muhsini Tercümesi

11 - Ceride-i Âsar ve Haride-i Ahbar

12 - Divan-i Hafız’a Nazire

13 - Mevâhibü’l-Âliyye Tercümesi

14 - Terceme-i Zahire

Abdullah Bedehşan-i

16. asrın yarısında yaşamıştır. Bitlis’e, Afganistan’ın Bedehşan bölgesinden gelmiştir. Osmanlı Padişahı IV. Murat, Bağdat seferine çıktığı sırada Bitlis’e uğramış ve bu zatla tanışmıştır. IV. Murat bu şahsın ilmine ve kerametine duyduğu saygıdan dolayı Abdullah Bedehşan-i’ye iki köy vermiştir.

Şeref Han

V. Şeref Han, Şaraf Al-Din, Şaraf Han, B. Şams Al-Din gibi değişik isimlerle anılan V. Emir Şeref Han; 1220 - 1650 yılları arasında Bitlis’te hüküm sürmüş olan Şerefhanlar sülalesinin bir mensubudur, soyları İran Kralı Kisra’ya dayanmaktadır. 1543 yılında doğan Emir Şeref Han’ın babası Emir Şemsettin, annesi ise Türkmen olup Tokat Bayındırlı diye bilinen Emir Han Musullu bin Külabi Bey Bin Emir beyin kızıdır. Babası Emir III. Şeref, Osmanlı’ya karşı geldiğinden İran’a kaçarak Şah Tahmasb’a sığınmıştır. Osmanlı’dan taraf tutum takınan Şeref Han, İran Şahı Tahmasb tarafından, Nahcivan Valiliği'ne gönderilmiştir. Oradan III. Murad’a mektup yazarak Osmanlı’ya bağlılığını bildiren Şeref Han, Sultan III. Murad tarafından af edilmiş, kendisine hediyeler gönderilerek Bitlis beyliği'ne atanmıştır. 1604 yılında Bitlis’te vefat etmiştir. Mezarları Bitlis’te, kendi isimleri ile anılan ve kendileri tarafından yaptırılan Şerefiye Külliyesinin avlusundaki türbenin içindedir. Kendileri Şerefname’nin yazarıdır. Şeref Han’ın 60 yaşında ve 1597 tarihinde tamamladığı bu eser Farsça olup Doğu Anadolu’nun tarihi, beylikleri, soy kütükleri, Bitlis Beyleri ve vuku bulan olayları anlatmaktadır. Bu eser, Farsça’nın dışında Türkçe, İngilizce, Arapça ve Rusça’ya tercüme edilmiştir. Yazdığı bu eseri “Eğri Fatihi” olarak anılan Sultan III. Mehmed’e ithaf etmiştir.

bitlis12333.jpg

Şems-i Bitlisi

Şems-i Bitlisi; Abbasi soyundan gelen bir aileye dayanmaktadır. Kadiri Tarikatı silsilesinde yazılı olanlardan anladığımız kadarıyla, tanınmış İslâm öncülerinden ve Kureyş Kabilesinden Ebü’l Hasan Ali bin Muhammed bin Mevlânâ Yusuf Hazretlerinin torunlarından olan ve “İkinci Ali” olarak bilinen Şemseddin Ali, Anadolu’ya göç ederek önce Hakkari’ye, sonra Bitlis’e yerleşmiştir.



“Bitlis’in Güneşi” olarak daha sonra bilinen Şems-i Bitlisi, 1715 tarihinde, Bitlis’in Kızılcami Mahallesinde dünyaya gelmiş, Babası Abdulğafur tarafından “övülmüş” manasına gelen Mahmut ismi verilmiştir. Şems-i Bitlisi, ilk tahsilini yedi yaşında babası Abdulğafur Hocadan almıştır. Kısa bir sürede Kur’an-ı Kerim’i ezberlediği gibi, Arapça ve Farsça’yı da öğrenmiştir. Molla Abdulğafur Hoca; “Ağabeyin Hasan’ın sohbetini ve hizmetini benim hizmetim gibi bilesin, sözünden ayrılmayasın” diyerek Şems-i Bitlisinin eğitimini tamamlaması için büyük oğlu Hacı Hasan Hoca'ya teslim etmiştir. Ağabeyi Hacı Hasan Hocanın yanında özellikle Tasavvuf eğitimi gören Şems-i Bitlisi, kısa bir sürede olgunlaşmış, “Arifibillah” düzeye gelmiştir. Bir tarihte Bitlis’in şimdiki Güroymak ilçesinin Günkırı Köyü'nde üstlenen Çukur Yöresi ağaları yanlarına topladıkları eşkıya ve Yezidiler'le yol kesmeye, soygunculuk yapmaya başlamışlardır. Bitlis emiri Selim Han, bu soruna bir çözüm bulamayınca Şems-i Bitlisi’nin Hocası Abdulcelil Hocaya ve Şems-i Bitlisi’ye başvurmuştur. Yapılan görüşmeler sonucunda, bu çapulcuların sözden anlamadıkları anlaşıldığından, Selim Han’a savaşma talimatı verilmiş ve Şems-i Bitlisi de emrindeki dervişlere komutanlık yaparak bu zorbalara karşı savaşmıştır. Bu çarpışmadan sonra çapulcular, bütün çaldıklarını da bırakarak kaçmak zorunda kalmışlardır. Bu olay, Şems-i Bitlisi’nin cesaretine bir örnektir. 1788 yılının Ramazan ayının 12. günü Kuşluk namazı vakti geldiğinde, hizmetinde olan dervişler her zaman yaptıkları gibi Şeyhlerini uyandırmaya gelirler. Kapıyı bir süre çalmalarına rağmen içeriden ses gelmeyince hemen durumu Oğlu Abdulğafur Efendi ile Hoca İsmail Efendi'ye bildirirler. Bunlarında seslenmelerine rağmen içeriden cevap gelmeyince içeri girmek zorunda kalmışlardır. Yatakta, yüzü kıbleye dönük olarak vefat eylediğinigörmüşlerdir. Bitlis’in Güneşi olan bu yüce kişi, 73 yaşında hayatını noktalamıştır. Şems-i Bitlisi’nin cenazesi tekbir ve dualar eşliğinde kaldırılarak dedesi ve babasının gömülü olduğu, şimdi kendi ismiyle anılan Şems-i Bitlisi Mahallesindeki bugün ki yere defin edilmiştir. Daha sonra mezarının bulunduğu yere Şeyhü’l-emir tarafından dikdörtgen şeklinde bir türbe yaptırılmıştır.


Hacı Hasan Şirvani

Siirt İli'nin Şirvan İlçesi'nin İskambo Köyü'ndendir. Babasının adı Ebdal’dır. Hangi tarihte doğduğu kesin olarak bilinmediği gibi, ne zaman Bitlis’e geldiği de bilinmemektedir. Ancak 18. asrın Bitlis’in altın çağı olması nedeniyle diğer önemli bazı şahsiyetler gibi bunun da bu asırda Bitlis’e geldiği tahmin edilmektedir. Şems-i Bitlisi’nin en yakın dostu, sırdaşı ve karındaşıdır. İnsan sevgisi ile dolu olan Şems-i Bitlisi ve Hacı Hasan Şirvani Hoca'nın dostluğu ender rastlanan bir mükemmelliktedir. Hacı Hasan Şirvani Hoca henüz 10 yaşlarında iken, birçok aşık ve sadıkları hayran bırakacak şekilde ilim öğrenmeye başlamıştır. Ergenlik çağında ticarete atıldığı görülmektedir. Alışverişlerinde doğruluğa, dürüstlüğe, ölçü ve tartıya son derece riayet etmiş, asla alışverişlerinde yemin etmemiştir. Temizliğe karşı aşırı zaafı bulunduğundan, müşterilerinden aldığı paraları evinde akşamları sabunlu suyla yıkamıştır. Elden ele dolaşan paraların mikrop yuvası olduğunu çok iyi biliyordu. Uzun süre bakkallık yaptıktan sonra bezirgânlığa başlamıştır. Aynı ticaret ahlakını bunda da göstermiştir. Hacı Hasan Şirvani Hoca, Hicri Ramazan 1202, Miladi 1788 tarihinde Bitlis’te vefat etmiştir. Türbesi; Diyarbakır yolu üzeri, Alemdar Camii karşısında, Tekel Sigara Fabrikasının altındadır. Bugün ki türbe Şerefhanlar Sülalesinden, Cevahir Hatun tarafından yaptırılmıştır. Taştan yapılan kubbenin altında başka mezarlarda bulunmaktadır. Bu zatın kabri üzerinde bir sanduka olup, kitabesi yoktur.

Üryan Baba (Şeyh Mahmut Üryani)

Üryan Baba’nın esas ismi Mahmut olup, aslen Ahlatlıdır. Bazı kaynaklar da ise asıl isminin Seyyid Baba olduğu ve Peygamberimizin sülalesinden geldiği zikredilmektedir. Üryan Baba, kendisini hak yoluna adamış bir kişidir. Dünya nimetlerini bir yana bırakarak, çok az insanda görülen “nefis terbiyesini” kendi kişiliğinde gerçekleştirmiştir. Dünyaya sarılmadığı gibi, dünya malına da değer vermemiştir. Dünyada sahip olduğu tek malı bedenine sardığı bir abadır. Bundan dolayı kendisine “Üryan Baba - Çıplak Baba veya Çıplak Şeyh Babo” denilmiştir. Üryan Baba Şems-i Bitlisi’nin hayranıdır. Ahlat’tan Bitlis’e gelerek bu zata bağlanmış, vefatına kadar yanından ayrılmamıştır. Kısa bir süre içinde Şems-i Bitlisi’nin sevgisini ve dostluğunu kazanan Üryan Baba, Şeyhi tarafından büyük bir özenle yetiştirilmiştir. Şeyhinin vefatından sonra onun postuna oturmuş, onun yerine geçmiş, hayatının sonuna kadar tam bir sadakatle onu temsil etmiştir. Üryan Baba gerçekte dış görünüşe hiç önem vermezdi. Onun değer verdiği insanın iç alemiydi. Bir insan olarak fani olan varlığını, baki olan tek varlıkta, Allah’ın varlığında yok etmesini bilmişti. Kendileri, Müştak Babanın yazmış olduğu esere; “Asarü’l-Müştak, Esrarü’l-Uşşak” adını vermiştir.



Müştak Baba

Müştak Baba, 1759 (H. 1172) tarihinde Bitlis’te doğmuştur. Asıl adı Muhammed Mustafa’dır. Müştak Baba'nın kullandığı mühürde “Muhammed Mustafa Müştak-ı Didar” yazılıdır. Babası Molla İbrahim, anneleri ise Güneş Hatundur. Annelerinin nesebi, Gavs-ı Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerine dayanmaktadır. Müştak Baba on yaşındayken babasını kaybetmiş, onu dedesi Hacı Süleyman Hoca büyütmüştür. İlk mektepten sonra 12 yaşında dedesi tarafından Medreseye bırakılmıştır. Ancak bu yaştayken Mustafa Medreseden kaçarak sık sık saza, söze, musikiye ve şiire meyletmiştir. Medreseden kaçtığını duyan dedesi Süleyman Hoca onu cezalandırma yoluna gitmiştir. Dedesi, torununu beklediğinden farklı bir boyutta bulmuştur. Onun büyük bir ilim sahibi, tasavvuf ehli birisi olmasını beklerken o çalgıya, söze, şiire yönelmiştir. Dedesi 15 yaşından itibaren torununun, belki daha fazla saygı göstereceği bir Mürşit yanında yetişebileceğini tahmin ederek, Hersan Mahallesi'nde oturan, Bitlisin Güneşi, Şems-i Bitlisi’nin yanına vermeye karar vermiştir. Şems-i Bitlisi aynı zamanda müştak babanın amcasıdır. Bir müddet amcasının yanında ders alan Müştak Baba, amcasının tavsiyesi üzerine 20 yaşından itibaren, Hacı Hasan Şirvani Hoca'nın yanına verilmiştir. Bu zatın yanında kaç yıl kaldığı bilinmemektedir. Hacı Hasan Şirvani’den icazet (diploma) almıştır. Daha sonra Mürşitlik makamına oturarak irşada başlamıştır. Müştak Baba, Hacı Hasan Şirvani’den sadece tasavvuf dersi almamıştır. Bir musiki hayranı olan hocasından musiki alanında da dersler almıştır. Musikinin bütün inceliklerine vakıf olan Müştak Baba, musikinin ruh hastalarını tedavi etmede bir vasıta olduğuna kesinlikle inanmıştır. Müziğin; ruhun gıdası olduğunu yıllar önce Müştak Baba söylemiştir. Bu durumu bir şiirinde şöyle dile getirmektedir: Ehl-i şikem idrâk edemez musiki ilmin, Pakize-eda, cana safâ, ruha gıdadır.



Âvâz-ı bülend ile demiş Hazreti Lokman,

Hikmetle teğanni maraz-ı aşka devadır.




Musikide oldukça yol alan Müştak Baba ud çalmakta şöhret kazanmıştır. Hatta bu sahada operaya benzeyen ve Bitlis’i tanıtan tarihi ve edebi bir Salname (Yıllık) yazmıştır. Yazdığı bu eseri Üryan Baba'ya itham etmek istemiştir. Yazdığı bu eserle, Üryan Baba'nın huzuruna varır. Kısa bir sohbetten sonra Üryan Baba: “Ey Mustafa! Senin koynunda bir cevahir vardır.” Deyince, Müştak Baba yazmış olduğu kitabını takdim eder. Seyyid Üryan Baba, bu eseri evirip çevirdikten sonra bu iltifata lâyık olmadığını, ancak esere isim verebileceğini söylemiştir. Sonunda esere Asar-ul Müştâk fi Eser-il (Esrar-ul) Uşşak” ismini vermiştir. Esere verilen bu isim, aynı zamanda Şeyh Mustafa’ya da mahlas olmuştur. Bu hadiseden sonra Mustafa ismi unutulup Müştak mahlası ile anılmıştır. Esere isim veren Üryan Baba'nın ismindeki Baba kelimesi de alınarak şeyh Mustafa’ya Müştak Baba denilmiştir. Esere de kısaca Asar adı verilir. Belli bir çağa gelen Müştak Baba Bitlis’te evlenmiştir. Bu evlilikten biri erkek, ikisi kız olmak üzere üç çocuğu dünyaya gelmiştir. Kızlarından birisi Tafte Hanedanından Ahmet Bey'le, diğeri de Ahmet Muhlis Paşa ile evlenmiştir. Oğlu Edhem Baba ise Müştak Babanın ölümünden sonra da onun ismini yad eden, ona layık olan bir evlat olmuştur. İlim, terbiye ve irfan yönüyle mükemmel olan bu insanın şahsiyeti de o derece mükemmeldir. Hiçbir zaman nefsine yenik düşmemiştir. Kimseye üstünlük taslamadığı gibi, gurur ve kibirden kendisini soyutlamasını bilmiştir. Sultan II. Mahmud’un en gözde nedimlerinden birisi olmasına rağmen bu makamını asla kötüye kullanmamıştır. Gerek engin kültürü, gerek şiirdeki dehası, gerek musikideki icra yeteneği ve gerekse düşünceleriyle çevresinden daima takdir toplamış, Şeyh-ül Mütehayyirin lakabıyla anılmıştır. Müştak Baba, 1832 yılında İstanbul’dan ayrılarak Bitlis’e dönmüştür. Dönüş esnasında yol güzergahında olduğundan, Muş’a uğrar. Birkaç günlüğüne orada kalır ve orada katledilir.

bitliste.jpg




Birçok Eser Yazan Müştak Baba'nın En Önemli Eserleri Şunlardır:

1 - Âsârü’l Müştak Esrarü’l-Uşşak. (Asar) (Biyografidir)

2 - Divan-ı Müştak Baba.

3 - Mektubat-ı Kimya-yı Müştak.

4 - Baharname. (Farsça divan)

5 - Mişkâtü’l-Müştak Mir’atü-l Uşşak.

Başlı başına bir eser olan Müştak Baba'nın divanı çok ilginç bilgiler vermektedir. Ankara’nın Başkent olacağını 140 yıl önce Müştak Baba müjdelemiş ve divanında da zikretmiştir.



Müştak Baba, divanında Bitlis iline aşağıdaki methiyeyi yazmıştır.



Reşk âvare-i cinandır, gülzar-ı şehr-i Bitlis.

Firdevs-i âşikandır, aktâri şehr-i Bitlis.



Her bağı dilküşadır, Cennet desem sezadır,

Dert ehline devadır, ezhâr-ı şehr-i Bitlis.



Irmakları behirgâh, şevk ile söyler Allah,

Bağdat’ta buldular râh, enhar-ı şehr-i Bitlis.



Gırbali zer cü kefser, ser çeşme-i İskender,

Sularla zibü ziver, eşçar-ı şehr-i Bitlis.



Her ruz-i iyd-ü Bayram akşam-u Şamu,

Uşşâkabahş eder kâm, eshar-ı şehr-i Bitlis.



Bilcümle hankâh-ı, meyhane-i ilâhi,

Mestaneler penahı, âsâ-ı şehr-i Bitlis.



Hep mübed-ü cevami, medrese-ü sevami,

Olmuş cihane lânı, envan-ı şehr-i Bitlis

Seyr eyle Didebana, ser çekmiş asumana,

Ta’neyler İsfehana, kühsar-ı şehr-i Bitlis.



Hübani b-inihayet, mahcup olur begayet,

Her birisi bir afet, dildâr-ı şehr-i Bitlis.



Müştak-i var herbar, vazi etse ehl-i eş’ar,

Binde bir olmaz izhar, esrar-ı şehr-i Bitlis.


ŞEYH MEHMED-İ KÜFREVİ

Şeyh Mehmed-i Küfrevi Hazretleri Siirt ilinin Küfre köyünden bir asır önce Bitlis’e gelerek yerleşmiştir. Bitlis’in Kızıl Mescit Mahallesinde ikamet eden Şeyh Mehmed-i Küfrevi olgunluk, fazilet timsali olmuş, ilmi kariyeriyle çevresinde şöhret kazanmıştır.



Fakir halka ve evine gelen misafirlere karşı gösterdiği şefkat ve insanlığa olan büyük hizmetleri ile kendisini sevdirmiştir.



Bu zat, Osmanlı döneminin Padişahlarından saygı ve itibar görmüştür. 1898 yılında Sultan II. Abdülhamit, İstanbul’dan mimarları göndererek Kızıl Mescit Mahallesinde Küfrevi türbesini yaptırmıştır. Altın ve gümüş kaplamalarla süslü olan türbenin kapısı, 1916 yılında Bitlis’in işgali sırasında Ruslar tarafından sökülerek götürülmüştür.

Bu zatın sülalesinden olup önemli yer tutan ve Küfrevi soyadını taşıyan kişiler şunlardır:

a) Şeyh Abdülbaki Küfrevi :

Bu zat gerek Bitlis’in işgali ve kurtuluşunda, gerek İstiklal harbinde ve gerekse Cumhuriyetin kuruluşunda isminden sıkça bahsedilen önemli kişilerden birisidir.



Kasım 1916 yılında Bitlis’i ziyaret eden Mustafa Kemal, Küfrevi ailesini ziyaret etmiştir. Bu ziyaretten memnun kalan Andülbaki Küfrevi’nin annesi Fatma Hanım Atatürk’e: “Allah seni padişah yapsın” şeklinde dua ettiği evlatları tarafından anlatılmaktadır. Mustafa Kemal’in Abdulbaki Küfreviye değişik tarihlerde gönderdiği 5 adet mektubu bulunmaktadır.



b) Kasım Küfrevi:

Abdülbaki Küfrevi’nin oğludur. 1920 yılında Bitlis’te doğmuştur. Küçük yaşta fıkıh, tefsir ve kelam dersleri almıştır. Öğrenimini İstanbul’da sürdürmüş, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden mezun olmuştur. IX-X-XI dönemlerde Ağrı milletvekili olarak meclise girmiştir. 1964 yılında itibaren de tekrar 13 ve 14. dönem Ağrı milletvekili olarak meclise girmiştir. 1973 ve 1977 yıllarında Ağrı Senatörü olarak seçilmiştir.



İngilizce, Almanca, Fransızca, Farsça ve Arapça bilen, çok sayıda araştırma ve makaleleriyle kitapları bulunan bu zat, 1992 yılında hakkın rahmetine kavuşmuştur. Mezarı Eyüp Sultandadır.

Editör: MEHTAP ÇELEBİ