Bitlis Tanıtım Günlerinin Özeti: Ye Büryanı, İç Ayranı Lo dılo!

Her yıl olduğu gibi bu yıl da geleneksel hale getirilen “Bitlis Tanıtım Günleri” adı altında İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de etkinlikler düzenleniyor. Renkli stantlar, yöresel lezzetler, sahne gösterileri...

Dışardan bakıldığından her şey güzel görünüyor. Bitlis’e pek uğramayanların oluşturduğu STK’lar eliyle yapılması da hiç dikkatlerden kaçmıyor.
STK’lar derken yanlış anlaşılmasın. Farklı illerde yaşayan Bitlislilerin veya başka illerdeki gurbetçilerin bir araya gelerek, bir dernek, federasyon oluşturmaları, kaynaşmaları, birbirlerinin sorunlarına çözüm aramaları, sıla-i rahim yapmaları değerlidir/önemlidir.

Ancak şu soruyu sormadan edemiyor insan: Gerçekten Bitlis mi tanıtılıyor, yoksa Bitlisliler kendi aralarında hasret mi gideriyor? Bunun adını doğru koymak lazım.

Bu etkinliklere biraz dikkatle bakıldığında tablo çok net ortaya çıkıyor. Batı illerine göç etmiş hemşehrilerimizin bir araya geldiği, hasret giderdiği, kargo ücreti ödemeden balını, yağını, peynirini aldığı, büryan kebabını yediği, halay çekerek memleket hasretini giderdiği birer “pazar” alanına dönüşmüş durumda bu tanıtımlar. Elbette bunlar kötü şeyler değil, ama tanıtım denilen şey bu mu olmalı?

Eğer gerçekten bir şehir tanıtılacaksa, o tanıtım o şehrin ruhunda, dokusunda, sokağında olmalı. Bitlis’i tanıtmanın yeri İstanbul’un sergi salonları değil, Bitlis’in taş sokakları, tarihi medreseleri, hanları, kervansaraylarıdır. İnsanların sıcak tebessümünü, misafirperverliğini, dağların sessiz ihtişamını, Nemrut’un sabah serinliğini ancak burada hissedebilirsiniz.

Bitlis’i tanıtmak, sadece büryan kebabından, balından, cevizinden, peynirinden, yağından ibaret olamaz/olmamalı. Evet, bunlar Bitlis’in lezzetleri ama Bitlis sadece midesiyle değil, tarihiyle, kültürüyle, mümtaz şahsiyetleriyle, direniş ruhuyla var olmuştur.

Bu şehir, yüzyıllardır ayakta kalmış bir medeniyetin mirasını taşıyor. Medreseleriyle ilim yuvası olmuş, mütefekkirler yetiştirmiş, nice tarihi mücadeleye tanıklık etmiştir.

Bugün Bitlis’i tanıtmak istiyorsak, insanları kamyonlara yükleyip İstanbul fuar merkezlerine taşımak yerine, turlar düzenlemek suretiyle İstanbul’dan, Ankara’dan, İzmir’den, Bursa’dan, Trabzon’dan vesair illerden Bitlis’e getirmeliyiz.

Onlara bu şehrin ruhunu yerinde yaşatmalıyız. Nemrut’un eteklerinde bir sabah yürüyüşü, Ahlat’ın taş şahideleri arasında bir sessizlik, Tatvan sahilinde gün batımı, Hizan’ın görkemli taş evlerini, Mutki’nin soğuk akan şelalelerini, Güroymak’ın maneviyat kokan medreselerini, Adilcevaz’ın mavimsi sahilini, tarihe meydan okuyan Bitlis Kalesi’ni… İşte o zaman tanıtımdan söz edebiliriz.

Kısacası, Bitlis’i gerçekten tanıtmak istiyorsak bunu broşürlerle değil, yürekle yapmalıyız. Çünkü Bitlis sadece bir şehir değil, bir ruh. Ve o ruhu tanıtmanın tek yolu, onu yerinde yaşatmaktan geçiyor.

Bunun ötesinde yapılan tanıtımlar beyhudedir. Sonu WC’de bitecek bir tanıtım, sadece mideye yarayacaktır. Sözün özü, bugüne kadar yapılan Bitlis tanıtım günleri ‘Ye Büryanı, İç Ayranı, Lo Dılo’nun ötesine geçmemiştir. Selam ve dua ile…