DEM Bitlis Belediye
Losev

15 Ağustos hamlesi yeni bir aşamaya ulaştı

Videoyu Aç 15 Ağustos hamlesi yeni bir aşamaya ulaştı
A
a

KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, 15 Ağustos’un yarattığı gelişmelerin Kürtleri şu anda Ortadoğu’nun en belirleyici gücü haline getirdiğini belirtti.

KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, PKK’nin silahlı mücadeleye başladığı tarih olan 15 Ağustos’un 30. Yıldönümü dolayısıyla ANF’nin sorularını yanıtladı.

15 Ağustos Atılımı ile Kürtlerin kendilerini koruyacak bir güce sahip olduğunu belirten Bayık, “15 Ağustos hem diriltmiş, hem de direnişe sevk etmiştir. Ancak dirilenle direnen bir halk kendini koruyabilir, kendini var edebilir, kendini özgürleştirebilir ve geleceğini de garanti altına alabilir. 15 Ağustos Kürtler için bunu ifade ediyor” dedi.

Kürtlerin yürüttüğü mücadelenin bir meşru savunma mücadelesi olduğunun da altını çizen Bayık, Şengal’de yaşanan trajediye dikkat çekti. “Şengal, öz savunmanın ne kadar gerekli ve değerli olduğunu gözler önüne sermiştir. Şengal, farklı kimliğiyle bir demokratik özerkliğe sahip olsaydı, kendi öz savunma gücü bulunsaydı bu duruma düşebilir miydi?“ diye sordu.

Rojava, Türkiye ve Güney Kürdistan’daki gelişmelere de işaret eden Bayık, 15 Ağustos’un yarattığı gelişmelerin Kürtleri şu anda Ortadoğu’nun en belirleyici, en canlı ve dinamik gücü haline getirdiğini kaydetti. Bayık, “15 Ağustos’un 30. yıldönümünde bu ruhun yarattığı hareket Ortadoğu'nun geleceğini belirleyecek hale gelmiştir. Bugün Özgürlük Hareketi'nin ve gerillanın demokratik ulus ve demokratik özerklik projesiyle Ortadoğu'daki sorunlu alanlarına müdahalesi ve gericiliğe karşı direnişi tüm halklar için özgür ve demokratik yaşamı getirecek bir hamleyi ifade etmektedir. Bu müdahaleler 15 Ağustos tarihi hamlesinin yeni bir aşamaya ulaşmasıdır” diye konuştu.

15 Ağustos Atılımı’nın hareketiniz açısından önemi nedir, neden diriliş olarak tanımlıyorsunuz?

Öncelikle Mahsum Korkmaz yoldaş şahsında tüm özgürlük kahramanlarımızı saygı ve minnetle anıyorum. Onlara verdiğimiz halkımızı, ülkemizi ve Ortadoğu halklarını özgürleştirme sözünü bu vesileyle yineliyorum.

Kürtlerin 20. yüzyıldaki kara kaderini kapitalist modernist ve sömürgeci güçler belirlemişti. Kapitalist modernist güçler Musul-Kerkük ve Rojava’nın bırakılması karşılığında Kürtler üzerinde yürütülecek inkar ve imha siyasetine izin vermişlerdi. Türk devleti böyle bir pazarlık temelinde ulus-devlet olarak Kürtleri yok etme sürecine almıştı. Fiziki kırımdan tutalım, kültürel soykırıma ve asimilasyona kadar Kürt halkına ait ne varsa yok edilmek isteniyordu. Öyle bir durum ortaya çıkmıştı ki, artık Kürt kendi gerçekliğinden kaçar duruma gelmişti. Çünkü Kürt olarak hiçbir yaşam alanı bırakılmamıştı. Hademe olmak için bile ilkokul mezunu olup Türkçe bilmek şarttı. Sadece Türk olduğunda iş kapıları açık olabilirdi. Eğer Kürt kendini inkar ederse, Türk’üm Fars’ım Arap’ım derse ve bunlar için mücadele ederse o zaman fiziki olarak yaşama şansı tanınıyordu. Fiziki olarak yaşamak bile kendini inkar etmekten geçiyordu. Bunun dışında Kürde en ufak bir yaşam hakkı tanınmıyordu. Bu ortamda asimilasyon, kültürel soykırım ve Türkleştirme hızlandırılmıştı. Zaten dünya da Kürdü dışlamıştı. Birinci ve ikinci dünya savaşlarıyla Ortadoğu kapitalist mordernizme göre düzenlenirken, Kürtlere Ortadoğu’da yer verilmemişti. Böylece ulus-devletçiliğin, milliyetçiliğin zirve yaptığı 20. Yüzyılda Kürtler soykırımın cenderesine sokulmuştu. Sömürgeci devletler de Avrupa ve ABD’nin tavrına dayanarak sınırsız bir inkar imhayı yürütüyorlardı. Bu siyasi koşullarda Kürtler yok olmanın eşiğine getirilmişti.

‘KÜRTLER HER GÜN ÖLÜMÜ YAŞAR BİR DURUMDAYDI’

Dış dünya, çıkarları gereği Kürtleri kurban etmişti; Ortadoğu'daki siyasi güçler de ulus-devlet zihniyetiyle Kürtleri yok etmeyi hedefliyordu. Ama en kötüsü, Kürtlerin kendisi de artık kendilerinden kaçıyorlardı. Çünkü Kapitalist modernite sömürgeci devletlerle birlikte Kürtlere böyle bir politikayı dayatmıştı. Kürtler hiçbir insani, toplumsal ve çağdaş haklara layık görülmeyen bir varlıktı. Dolayısıyla insan bile görülmüyorlardı. Böyle bir ortamda Kürtler direnebileceklerine, sonuç alabileceklerine dair olan ümitlerini kaybetmişlerdi. Bir nevi artık olan biteni bir kadermiş gibi kabul etmişlerdi. Öyle ki, kapitalist modernite ve sömürgeci devletlerin Kürdü yok etme politikaları Kürtler tarafından yürütülür hale gelmişti. En acı olan da buydu. Eğer bir halk artık iradesinden, kültüründen, dilinden, kimliğinden, değerlerinden, özgürlüğünden vazgeçmiş, kendisine ait olmaktan çıkıp başkalarına ait olmayı seçmişse burada tehlike çok büyüktür demektir.

‘ÖNDER APO BÜYÜK BİR MÜDAHALE İLE VAR OLAN GİDİŞATA DUR DEDİ’

Var olan yaşam Kürdü her gün öldüren bir yaşamdı. Önder Apo bunun kabul edilemeyeceğini söyledi. “İnsan olan bu durumu kabul edemez” dedi. Önderlik, “Kürdistan’da inkar ve imhaya karşı çıkmadan yaşam olamaz” dedi. “Mutlaka bu inkar ve imhaya müdahale etmek gerekiyor. Başka türlü Kürdistan’da yaşam olamaz” dedi. “Mevcut yaşama yaşam denemez. Kürtler için mutlaka yeni bir yaşam yaratılması gerekir” dedi. İşte Önder Apo böyle bir irade ve bu iradeye dayanan büyük bir direnişle Kürdün bu durumuna müdahalede bulundu. 15 Ağustos, bu müdahalenin zirveleşmesi oluyordu. Bu diriliş hamlesiyle Kürtleri ölümden çıkarmayı, Kürtlerin varlığını korumayı ve bu temelde Kürtleri özgürleştirmeyi, geleceğini güvence altına almayı amaçlayan tarihi bir müdahalede bulundu. Bu müdahale ile Kürtler ölüm döşeğinden çıkarıldı, özgürlüğü için savaşan bir halk haline getirildi. Eğer bu tarihi müdahaleyi Önder Apo zamanında yapmamış olsaydı, biraz daha gecikmeyle bu müdahale gerçekleşseydi, bekli de ne kadar çaba gösterilirse gösterilsin artık Kürdü diriltmek mümkün olmayacaktı. Çünkü Kürtler son nefeslerini veriyorlardı. 12 Eylül sonrası Kürdistan'da yaratılan gerçeklik bunu ifade ediyordu. Zaten zindandaki büyük direniş de bu gerçekliği görerek gerçekleşmişti.

‘İNKAR VE İMHAYA KARŞI DURMAK DÜNYAYA KARŞI DURMAYI İFADE EDİYORDU’

1970’lere gelindiğinde Kürtler üzerinde inkar-imha siyasetini yürütenler artık sonuca yaklaştıklarını düşünüyorlardı. Önder Apo bu ortamda Kürt ve Kürdistan’a özgürlüğünü gerçekleştirecek, ayağa kalkacak bir zihniyet, üslup, örgütlenme ve kararlılıkla Kürtlere sahip çıktı. Kürtlerin de bütün halklar gibi kendi ülkesinde, kendi kimliğiyle, kendi iradesiyle, dil ve kültürüyle kendisini özgürce örgütleyip ifade edebileceğini söyledi. “İnsan olmak ancak bununla mümkündür” dedi. Bu aslında dünyaya meyan okumaktı. Çünkü dünya da, bölge devletleri de Kürt bitmiş, artık böyle bir mesela kalmamış diye düşünüyordu. Önderlik ise bunu kabul etmemek, bunu reddedip özgürlüğün kazanılması için gerekenin kendi gücüne dayanarak yapmak, kendi imkanlarıyla bir mücadeleyi geliştirmek, ihtiyaçları da mücadeleyle temin etmek, çözümü kendinde arayıp, bulup, tüm sorunları da mücadeleyle çözmek esas alınmalıdır diyordu. Ancak bu temel ilke esas alınırsa mücadele edilebilir, o mücadele sonuç verebilirdi. Çünkü dünyanın yok saydığı bir halka sahiplik yapmak isteyenler hiçbir yerden yardım bekleyemezlerdi ve alamazlardı. Yok sayılan bir halk tamamen kendi gücüne dayanmak zorundaydı. Ya kendi gücüne dayanarak mücadele edilecek ya da olup biten kabul edilecekti. Kuşkusuz olup biteni kabul etmek imhayı kabul etmektir ki bu insanlıkla bağdaşmayan bir durumdu. İnsan olan bunu kabul edemez, elbette ki böyle bir halka sahiplik yapardı. Nitekim Önder Apo’nun yaptığı da bu olmuştur.

’15 AĞUSTOS İLE KÜRTLER İÇİN YENİ BİR DÖNEM AÇILDI’

Önder Apo Kürtlere biçilen ölüm fermanını yıkmak istediği için o günden bugüne hep suçlu olarak görülüştür. Önder Apo uluslararası güçlerin ve bölgesel gericiliğin Kürtlere layık gördüğü statüyü yırtma iradesini ve cesaretini gösterdiği için bir özgürlük hareketi haline gelebilmiştir. Zaten böyle bira irade ortaya konulmadan Ortadoğu koşullarında, Kürdistan'da özgürlük hareketi olunamazdı. Dolayısıyla Önder Apo'nun bu tarzı ve çıkışından dolayı bu hareket başından itibaren ‘bir fedai hareketi’ biçiminde ortaya çıkmıştır. Bugün PKK çizgisinin ve 15 Ağustos ruhunun fedai karakteri kaynağını buradan almaktadır. Öner Apo kendisine dayanmaktan başka bir güç kaynağı olmadığını biliyordu. En büyük zorluklarla, imkansızlıklarla, dengesizliklerle mücadele ederek kendini var etmesi gerekiyordu. Önder Apo halk olarak bunun mutlaka başarılması gerektiğini söylüyordu. Başaramasa zaten halk olarak ölümün eşiğinde bulunuyordu. Ya ölüm gerçekleşecek, ya da ölümün eşiğinden dönülecekti. İşte Böyle kritik bir noktada Önder Apo müdahalede bulundu. Önder Apo'nun bu çabalarının büyük sonuç verdiğini gören Türk devleti 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesiyle bu gelişmelerin önünü almak istedi. Bu nedenle Kürdistan'da büyük bir terör estirerek halkı sindirip, inkar ve imhayı, kültürel soykırımı tamamlamak istiyordu. 12 Eylül askeri faşizmi bu konuda başarılı olduğuna da inanıyordu. İşte Kürtler açısından böyle tarihi kritik bir aşamada müdahale büyük zorluklar ve imkansızlıklar içinde zamanında ve doğru yapılarak kültürel soykırımcı faşizmin hevesleri kursağında bırakılmıştır. Bu atılımda da yine büyük bir irade ve cesaret vardır. 15 Ağustos işte böyle bir tarihi atılımın adıdır. 15 Ağustos tarihi atılımı ile bir dönem Kürtler açısından kapatıldı, yeni bir dönem açıldı. Artık Kürtler soykırım amaçlı baskı yapan güçlere karşı isyan etmekten ziyade, özgürlük için kendi iradeleriyle bu mücadeleyi geliştirdi. 15 Ağustos tarihi atılımıyla da böyle bir mücadele içine girdiğini bütün dünyaya duyurdu.

‘KÜRTLER ÖZGÜRLÜK İRADESİNİ ORTAYA KOYMUŞTUR’

Kürtler 15 Ağustos ile “Ben varım, siz ne kadar beni inkar edip yok etmeye çalışsanız da ben her zaman var olacağım” dedi. 15 Ağustos tarihi atılımı öyle herkesin sandığı gibi salt bir askeri eylem değildi. Bekli de 15 Ağustos’un tali olan yanı buydu. 15 Ağustos atılımı her şeyden önce inkar ve imha siyasetiyle yaşanamayacağının ilanıdır. Kapitalist modernite sistemi ve o sistemi Ortadoğu’da yaşatan sömürgeci devletler ile bağını koparmadır. Her türlü köleliğe karşı durmadır. Ya özgür yaşanılacak ya da her gün ölümle yaşam arasında onursuzca yaşanmayacak. Görüldüğü gibi ilk başta zihniyette ve iradede bir tutumu ve eylemi ifade ediyor; yeni Kürt duruşunu ifade ediyor. Kuşkusuz 12 Eylül’den önce de bu tür duruşlar gösterilmişti; ancak 15 Ağustos’la birlikte Önder Apo'nun devrimci düşünce ve iradesinin güçlü pratikleşmesi ortaya konulmuştur. Dolaysıyla hem hareketimiz hem Kürt halkı açısından 15 Ağustos bir miladı ifade ediyor. 15 Ağustos atılımıyla artık Kürt halkı kendi kaderini eline alıyor ve tarihini yazmaya çalışıyor. Mücadele eden bir halk dönemini başlatıyor ve Mücadele ile kendini var etme, varlığını koruma, onurunu koruma, bu temelde kendini ölümden çıkarma ve özgürleştirme, geleceğini mücadelesiyle güvence altına alma sürecine giriliyor.

15 Ağustos atılımı Kürt halkını bütün yönleriyle var eden bir harekettir. Eğer bugün Kürtlük adına, insanlık adına Kürdistan’da bir şeyler gelişmişse ve bir düzey kazanılmışsa bu 15 Ağustos tarihi atılımıyla gerçekleşmiştir.

Bundan 30 sene önce Türkiye ve Kürdistan 12 Eylül darbesini yaşıyordu. Ülkedeki devrimci, demokrat ve sosyalistler için adeta hiçbir umut yoktu. En küçük bir direniş hamlesinin dahi en ağır bir şekilde bastırıldığı bir dönemde 15 Ağustos atılımına Kürt hareketi olarak o günlerde nasıl bir rol biçiyordunuz?

‘12 EYLÜL FAŞİBT REJİMİ KÜRDİSTAN VE TÜRKİYE’Yİ ZİNDANA ÇEVİRMİŞTİ’

Önder Apo, Diyarbakır Zindanları’nda faşist Türk sömürgeciliğine karşı gelişen mücadele ile Ortadoğu sahasında yürüttüğü büyük çabaları bütünleştirdi ve bunun üzerinden tarihi Ağustos atılımını gerçekleştirdi. Böyle bir hamle başlatılırken hiç kimse öylesi bir dönemde böyle bir hamlenin başlatılabileceğine ihtimal vermiyordu. Çünkü binlerce insan tutuklanmıştı, işkenceden geçiriliyordu. İşkence ve tutuklamalar sınırsız geliştiriliyordu. Yüzlerce insan işkencelerde can verirken, yüzlercesi de sakat bırakılıyordu. Tüm demokratik örgütler, siyasi örgütler, insan hakları örgütleri hepsi kapatılmış, hepsinin kapısına kilit vurulmuştu. Birçok insan sürgünlere gönderilmişti. Adeta 12 Eylül rejimi Türkiye ve Kürdistan halkları üzerinden, özellikle de sosyalist örgütler ve kadroları, demokratlar, aydınlar ve vicdanlı insanlar üzerinden adeta silindir gibi ezip geçiyordu. Her yerde direnişleri kırmıştı. Zindanlarda vahşi işkencelerle tutsaklar sindirilip teslim alınmak isteniyordu.

‘PKK KAZANDI, SÖMÜRGECİ, FAŞİST TÜRK DEVLETİ KAYBETTİ’

Zindanlardaki vahşetin amacı iradeyi ve direnişi kırmak, devrimci tutsakları bu duruma düşürme temelinde pasifikasyonu tüm toplumda yaygınlaştırıp derinleştirmek hedefleniyordu. Bu pasifikasyon üzerinden de Kürtlerin iradesi tümden kırılıp kültürel soykırım tamamlanmak isteniyordu. Bu uğursuz amaçlara karşı zindanlarda yürütülen direnişe Diyarbakır Zindanı öncülük yapıyordu. Türk devleti Diyarbakır Zindanlarındaki direnişi kırmak için her türlü insanlık dışı yol ve yöntemi denedi. Esat Oktay Yıldıran denen adamı Kıbrıs’ta özel eğitip o zindana göndermişlerdi. Direkt Kenan Evren’e bağlı olarak zindanda her türlü uygulamayı geliştirme inisiyatifine sahipti. Böyle bir insan kasabı tarafından Diyarbakır Zindanı PKK ve Kürtler için bir beton mezara dönüştürülmek isteniyordu. PKK ve Kürt halkının bir daha özgürlük mücadelesi geliştirmesine cesaret etmemesi için büyük bir vahşet uyguluyordu. Buna karşı PKK'nin önder kadroları çok büyük bir mücadele ortaya koydu. 12 Eylül faşist rejimi ilk darbeyi Diyarbakır Zindanı’nda aldı. O rejimin baş aşağı gidişi oradaki direnişin zafere gitmesiyle başladı. 15 Ağustos Atılımı Diyarbakır Zindan direnişinin bu uğursuz amaçlı vahşete karşı mücadelesini büyük bir cesaret ve iradeyle yükseltip tamamladı. 15 Ağustos Atılımı ile bu rejim artık kendisini yürütemez duruma geldi.

‘15 AĞUSTOS BİR DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK HAREKETİYDİ’

Bu atılım Kürtleri harekete geçirdiği gibi Türkiye’deki tüm toplumları, halkları, kültürleri, demokrasi güçlerini, sosyalistleri harekete geçirebilirdi ve bunlar arasında güçlü bir birlik ortaya çıkabilirdi. Hem Kürdistan hem Türkiye birlikte devrime gidebilirdi. 15 Ağustos Atılımı böyle bir imkanı ve zemini ortaya çıkarmıştı. Bunu önlemek için derhal bir strateji geliştirdiler. PKK’nin geliştirdiği tarihi hamleyi Kürdistan’a hapsetmeyi hedeflediler. Kürdistan’da da dağlara hapsetmek istediler. Böylece bu mücadelenin Türkiye toplumunu etkilemesini engellemek, Türkiye cephesini sağlam tutmak istediler. Türkiye cephesini Kürtlere ve PKK’ye karşı şoven duygularla güçlendirmek ve böylelikle halkların bütünleşmesini önlemek, Türkiye’de PKK ve Kürtlere karşı düşmanlık geliştirmek, bu tarzda halkların bütünleşmesini ve giderek devrime gitmesini önlemenin yol ve yöntemine başladılar. 15 Ağustos tarihi atılımına kadar Türkiye’de kapatılan hiçbir örgüt açılmamıştı, zindanlara alınan insanlar bırakılmamıştı ve idamlar da sürdürülüyordu. Kenan Evren’in başında olduğu askeri faşist sömürgeci cunta, devrimi tümüyle ezmek istiyordu. Ancak 15 Ağustos tarihi atılımı gelişince, bunun önünü kesmek, Türkiye’ye sıçramasını önlemek için hemen idamları durdurdular, yasakladıkları tüm parti ve örgütleri serbest bıraktılar. Demirel ve Ecevit’in siyasal yasağını kaldırdılar. Demirel, Ecevit gibiler zindandan çıkıp daha sonra başbakan, cumhurbaşkanı oldularsa bunu 15 Ağustos tarihi atılımına borçludurlar. Bunun Türkiye halkı tarafından çok iyi anlaşılması gerekiyor. Eğer birçok kurum, kuruluş açıldıysa ve daha sonra birçok tutsak zindanlardan bırakıldıysa bunu sağlatan, 15 Ağustos tarihi atılımıdır. Yüzlerce idam gerçekleştirilecekti, ama 15 Ağustos tarihi atılımı bunu önledi.

‘NATO İŞBİRLİKÇİ İSLAM PROJESİNİ 12 EYLÜL DARBESİYLE GELİŞTİRMEK İSTEDİ’

15 Ağustos tarihi atılımı 12 Eylül faşist rejimine, sömürgeciliğe karşı geliştirilen bir harekettir. Herkes biliyor ki Türkiye’deki bu darbeyi NATO istedi. NATO, işbirlikçi İslam stratejisini Ortadoğu’da ve Orta Asya’da geliştirmek istiyordu. NATO ülkesi olduğu için Türkiye’yi bu stratejiye göre düzenlemek istiyordu. Bu darbeyi esas olarak bunun için gerçekleştirip sistemlerini hem bölgede hem de Sovyetlerin sınırlarında güvenceye almak istediler. Şimdi buna ılımlı siyasi İslam stratejisi de deniliyor. Ortadoğu siyasi İslam stratejisini göre şekillendirilmek Türkiye bu hale getirilmek istenmiştir. 12 Eylül ile Türkiye böyle bir ülke olmaya hazırlanmıştır. Türkiye'de işbirlikçi İslam’ın değişmesi ve iktidara gelmesi bu darbenin yarattığı ortamın ve sürecin sonucudur. Bunun da çok iyi bilinmesi gerekir.

12 Eylül darbesi sadece Kürtleri değil, Türkiye’deki tüm halkları ve kültürleri tüm demokrat, sol, aydın ve vicdanlı çevreleri hedefleyen bir darbedir. Sistemden zarar gören, sisteme karşı alternatif olan tüm güçleri ezmeyi amaçlamıştır. Çünkü bunları ezerse Ortadoğu’daki gericiliği güçlendirebilir, NATO stratejisini uygulayabilirdi. 15 Ağustos tarihi atılımı Türkiye’nin şahsında NATO’ya, kapitalist modernist sisteme karşı, onun geliştirmek istediği stratejiye karşı geliştirilen bir harekattır. Büyük bir atılımdır. Etkileri ve sonuçları Kürdistan ve Türkiye ile sınırlı bir hamle değildir. 15 Ağustos büyük atılımının tarihi etkilerini Kürdistan ve Türkiye’nin sınırlarını da aşan, Ortadoğu halklarını etkileyen düzeyde olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Çünkü kapitalist modernist sistemin vurucu gücü olan NATO’ya karşı, onun geliştirdiği darbeye karşı bir müdahaledir. Kürtler açısından baş aşağı giden tarihi durduran Kürtlerin siyasal, sosyal ve kültürel yaşamını ayakları üzerine oturtan tarihi bir müdahale olmuştur. Sadece Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu halklarının başlarına örülmek istenen tuzağı bozan bir hareket olmamış, aynı zamanda kapitalist modernitenin, Orta Asya ve Uzak Asya halklarına yönelik hegemonik stratejiye karşı da gelişen bir harekat ve atılımdır. Etkileri bu düzeyde olan bir harekattır. Eğer bu atılım gerçekleşmemiş olsaydı 12 Eylül faşist rejimi tüm yönleriyle tam oturacaktı. Kapitalist modernist sistemin ve NATO’nun izlemek istediği strateji Türkiye ile birlikte tüm Ortadoğu ve Uzak Asya’yı kapsayacak şekilde gelişecekti. Sonuçları oldukça yıkıcı olacaktı. Çünkü 12 Eylül rejimi Ortadoğu’daki bütün gerici rejimlerle ilişkilerini geliştirmiş, onlara destek olmuş, onlardan destek almış bir rejimdi. 15 Ağustos’un büyüklüğü böylesi bir rejime karşı durmaktan kaynaklanıyor.

‘TÜRK DEVLETİ MARAŞ KATLİAMIYLA KÜRT HALKINI KORKUTUP SİNDİRMEK İSTEDİ’

15 Ağustos atılımı öncesinde Kürt Özgürlük Hareketi birçok kritik eşikten geçti. Özellikle hareket içindeki tasfiyeci kesimlerin atılım konusunda ayak dirediği ve hareketi başka noktalara çekmek istediği, Kürt Özgürlük Hareketi’nin tarihinde çokça dillendirilen durumlardır. Bu açıdan bakıldığında 15 Ağustos Atılımı’nın Kürt Özgürlük Hareketi’nin rotasını çizdiğini söyleyebilir miyiz?

15 Ağustos tarihi atılımı aynı zamanda tasfiyeciliğe karşı geliştirilen bir mücadeledir. Çünkü Türkiye ve Kürdistan’da özgürlük, demokrasi ve sosyalizm güçlerine karşı tasfiyecilik geliştiriliyordu. Bunun tüm Ortadoğu’ya yansımaları da vardı. 15 Ağustos, tasfiyeciliğin önünü almıştır, giderek devrimci harekette bir toparlanmaya ve yeniden mücadeleye yol açmıştır. Elbette ki 15 Ağustos tarihi atılımı kolay gelişmedi. Türk devleti Kürt Özgürlük Hareketi'nin önünü kesmek ve tasfiye etmek için sürekli operasyonlar yapmış, gelişmesini önlemek için Kürdistan'da sıkıyönetim ve olağanüstü hal yasaları ilan etmiştir. 12 Eylül öncesi de Maraş katliamıyla Kürt toplumuna “PKK’yi desteklemeyin, desteklerseniz Maraş’taki gibi yaparız” mesajı verilmişti. Halkı korkutup sindirmek istemişti. Halk buna rağmen mücadeleye atılmıştır. Ama örgütümüz buna öncülük edecek durumda değildi. Öncülük zayıf olduğu için toplumun PKK yönelmesi ve bunun ortaya çıkardığı gelişmeleri karşılayamadı. Gelişmelere öncülük edemedi, daha ileriye taşıramadı. Onun için devlet bundan yararlanarak çok büyük tutuklamalar gerçekleştirerek Hareketin gelişimini durdurup, ezerek tasfiye etmek istedi.

‘ÖNDER APO YURT DIŞINA ÇIKARAK HAREKETE NEFES BORULARI AÇTI’

Önder Apo tehlikeyi gördü ve yurtdışına çıktı. Hareket çok büyük yaralar almıştı. Önemli bir kadro birikimi kaybetmişti. Birçok kadro ve taraftar zindanlara düşmüştü. 12 Eylül gerçekleştiğinde tarihi geri çekilme kararını verdi. Bu kararı vermek, o şartlarda çok büyük riskler üstlenmek demekti. Yurt dışında harekete nefes boruları açtı. Geri kalan kadroyu Önderlik Ortadoğu sahasına çekti ve orada eğitime aldı. Bu kadroyu yeniden eğiterek, yanlışlıklarından arındırıp düzelterek, yaşadığı yılgınlıktan çıkarıp mücadele edecek bir konuma getirme çabasını büyük bir tempoyla yürüttü. Çünkü tarihte birçok hareket ülkelerini terk etmiş, yurt dışına çıkmış ama bir daha dönememiştir. Dağılmıştır, mülteci durumuna düşmüştür, etkisiz hale gelmiştir. Aynı şey PKK’nin başına da gelebilirdi. Ama Önder Apo, bu tehlikeleri ve riskleri de üstlenerek bu kararı verdi. Önder Apo, Ortadoğu’da bu kadroyu, askeri, siyasi, ideolojik, örgütsel açıdan eğiterek donattı. Hareketi yeniden toparlayıp mücadele eder hale getirdi.

‘SEMİR HAREKET İÇİNDE PSİKOLOJİK SAVAŞ YÜRÜTÜYORDU’

Yurtdışına çıkan kadroda birçok eğilimler vardı. Bir kesiminde, “Artık mücadele bitmiştir, bir daha mücadele geliştirilemez” anlayış ve eğilimleri, bir kesiminde ise, “baskıdan kurtulduk, yurt dışında yaşayacağız” eğilimi vardı. Önderlik çizgisinde militan ruhu yaşayan kadrolarımızda ise hemen bir eğitim görüp, tekrar ülkeye dönüp mücadele etme anlayışı vardı. Bazı duygusal yaklaşımlar içinde olan arkadaşlar ise uzun süreli bir mücadele yerine, bazı eylemler yapıp faşist Türk sömürgeci devletinin idamlarını önleme yönünde eğilimler taşıyordu. Semir denen tasfiyeci kişi özellikle mücadele edilemez diyen ruh halini ve mültecilik eğilimini derinleştirmeye, inançsızlığı geliştirmeye çalışıyordu. Bir nevi örgütün içinde psikolojik bir savaş yürütüyordu. Moralsizliği, inançsızlığı, mücadele etmeme anlayışını, çekiştirmeyi, dedikoduyu geliştirmeye çalışıyordu. Daha çok yurtdışında, hatta Avrupa’da yaşamayı, bireysel yaşamayı kadronun önüne koyuyordu. Zaten hem tasfiyecilik hem de harekete karşı olan kesimler “Apo sizin yaşamınızı çalıyor, sizin yaşam tercihlerinizi engelliyor” diyerek bireyci eğilimleri kışkırtıp özgürlük ruhu ve direnme azmini kırmaya çalışıyorlardı. Önder Apo tüm bu eğilimlerle ve Semir’in bu tasfiyeci çabalarıyla mücadele etti. Hareketi, kadroyu toparladı.

‘ÖNDERLİK, MÜLTECİLEŞMENİNV E TASFEYECİLİĞİN ÖNÜNÜ ALDI’

Taner Akçam bizim içimizde de Semir ile aynı şeyi geliştirmeye çalıştı. PKK’yi de kendi tasfiyeci ve mücadele edemez hale getirip diğer örgütlerin durumuna düşürmek istedi. Ama Önder Apo öncülüğünde tüm bu tasfiyeci çabalara, mültecileşme çabalarına karşı büyük bir mücadele yürütüldü. Önder Apo nefes nefese mücadele ederek tüm bu eğilimleri aştırma ve devrimci eğilimi geliştirmeyi temel çalışması haline getirdi. Bu mücadele ile örgüt, kadro toparlandı, tekrar amaçları ve çizgisi üzerine bütünleşen bir örgüt ve kadro yapısı ortaya çıkardı. Önder Apo, bu dönemde çok büyük ideolojik çalışmalar yürüttü. Örgütsel, askeri çalışmalar yürüttü. Ardından bunları konferans ve kongrelerle tamamladı. I. Konferansta ortaya konulan çözümleme ve irade düzeyi 12 Eylül darbesinden sonra devrimci duruşu sürdürme ve geliştirme açısından çok önemliydi. Bu konferans çizgisi üzerinden yürütülen çalışmalar II. Kongrenin bir devrimci hamle geliştirme ve 12 Eylül’ü yenilgiye götürebilecek karar alma düzeyi ortaya çıkardı. Ülkeye dönebilecek, ülkede kökleşebilecek, mücadele edebilecek bir kadro ve örgüt yapısı böyle ortaya çıkarıldı. Bunun üzerinden de 15 Ağustos tarihi atılımı geliştirdi.

‘ATILIMI ENGELLEMEK İSTEDİLER, AMA BAŞARAMADILAR’

Böylesi bir adım atılırken de Semir ve benzeri bazı kişiler bunu önlemeye çalıştı. Açıkça kadroya şöyle hitap ettiler: “Hakkari’ye gidilir, ama dönülmez. Ölünür, yaşanmaz. Siz ölüme gidiyorsunuz, gitmemelisiniz” denilerek Önder Apo'nun geliştirmek istediği devrimci hamle geriye çekilmek ve boşa çıkarılmak isteniyordu. Çeşitli dış güçlerin ve tasfiyeci eğilimlerin bu yönlü desteğiyle de bu konuda çok yoğun çaba sarf etti. Ama başarılı olamadı. Çünkü Önder Apo direnişi ve özgürlük mücadelesini geliştirmeyi ölüme gitmek olarak tanımlayarak düşkünlüğü geliştirmek isteyen, bu anlayış ve eğilimle çok güçlü mücadele yürüttü. Önder Apo fedaice mücadeleyle ölümsüzlüğü yaratmak istiyordu. Diyarbakır Zindanı’ndaki direnişe layık olup bu mücadeleyi daha da anlamlandıracak ve halkı özgürlüğe götürecek bir hamleyi Önderlik gerçeğinin temel sorumluluğu olarak görüyordu. Diyarbakır Zindanları’nda Mazlumların “Bizim burada yürüttüğümüz mücadeleyi dünyaya duyurun” yönünde mesajları vardı. Bu, bu yoldaşların yoldaşı olanlara ve PKK'ye yönelik bir talimattı. Önder Apo şehitlere, yoldaşlığa bağlılığın bir geri olarak bu mesajı mücadeleyi geliştirerek dünyaya ulaştırmak istiyordu. Bu da Botan’da gerillayı oturtmak, gerilla mücadelesini bir daha yenilmeyecek tarzda geliştirme ile mümkündü. Önder Apo bunu esas aldı ve bu temelde Mazlumların, Kemallerin, Hayrilerin, Akiflerin, Alilerin özlemlerini ve mesajını hem dünyaya duyurdu, hem de onların direnişini değerli ve anlamlı kıldı. 15 Ağustos atılımı aynı zamanda Diyarbakır Zindanları’ndaki direnişin dışarıda sürdürülüp Botan başta olmak üzere Kürdistan'ın diğer alanlarında kalıcılaştırılıp kökleştirilerek yenilmez kılınmasıdır. İç ve dış engellerle önü kesilmek istense de 15 Ağustos tarihi hamlesi tüm zorluklara rağmen gerçekleştirilip Kürdistan halk tarihinde yeni bir dönem başlatıldı. İlk önce Botan’da başlatılan ve yerleştirilen gerilla, adım adım tüm Kürdistan'a yayıldı. Böylece sadece Kürdistan'ın değil, Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun tarihi özgürlük, demokrasi ve sosyalizm yönünde değiştirildi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın atılıma biçtiği misyon ve yaratmaya çalıştığı tarihi gelişme 15 Ağustos tarihi atılımında ne kadar vücut buldu? Öcalan’ın 15 Ağustos’a giden temel perspektifi neydi?

Taktik ve pratik Önderlik, Önder Apo'nun çalışmalarını, ufkunu, mücadele tarzını doğru anlasaydı bugün yaşanan gelişmeler daha farklı olur, sadece Kürdistan özgürleşmez, başta Türkiye olmak üzere tüm Ortadoğu'da özgür ve demokratik yaşam gerçekleştirilebilirdi.

1980-81 ve 82’de Ortadoğu’da yapılması gereken bütün çalışmalar yapılmıştı. Geriye kalan o çalışmaları Botan’a taşırmaktı. Kısa bir sürede Botan’da gerilla mücadelesini başlatmaktı. Gerilla atılımı yapılırken aynı zamanda tüm toplumsal kesimlerin mücadele içine çekileceği cephenin de ilan edilmesi gerekiyordu. Önderliğin Ortadoğu’da yıllarca yaptığı çalışmalar buna yönelikti ve bunu gerçekleştirecek düzeydeydi. Bu temelde güçler ülkeye aktarıldı. Pratik yönetimin önüne silahlı güçlerin silahlı propaganda yürütmesi ve bunun en geç bir yıla kadar tamamlanması, bir yıldan sonra da gerillaya geçilmesi konulmuştu. Pratik yönetimin görevi Önderliğin tüm Ortadoğu’daki hazırlıklarını en geç bir yıl gibi bir sürede Botan’a oturtmaktı. Bu temelde silahlı bir mücadeleye gitmekti. Halk cephesini bununla birlikte geliştirmekti, ilan etmekti. Taktik önderlik, pratik önderlik buna doğru yaklaşmadı. Bazı gerekçelerle bu süreci uzattı, erteleme yaptı. Böylece zamanında askeri ve siyasal olarak çok anlamlı olduğu bir dönemde, büyük tarihi sorumluluklar karşısında ciddi bir hataya düştü. Neydi temel hatası? Sanki Ortadoğu’da Önderlik gerilla ve cephe için gerekli tüm hazırlıkları yapmamış gibi, kadroyu hazırlamamış gibi ülkeye aktarılan kadronun belirlenen sürede böyle bir gerilla atılımını yapamayacağını, halk cephesinin kurulamayacağını, böyle bir mücadeleye girilse de bunun tehlikeli sonuçlar yaratacağını düşünen bir yanılgı içine girmesidir.

‘ATILIM ZAMANINDA OLSAYDI KÜRT SORUNU BUGÜNE KADAR ÇÖZÜME KAVUŞMUŞ OLACAKTI’

Bu tür yanılgılar ve Önderliğe yanlış yaklaşımlar sonucu Önderliğin öngördüğü sürede silahlı mücadele geliştirilmedi, geriye çekildi, bir nevi Ortadoğu’da Önderliğin yaptığı çalışmalara benzer çalışmalar yapılmak istendi. Bu bir tekrardı, bu bir geriye çekmeydi; Önderliğin yürüttüğü çalışmaları boşa çıkarmaktı. Önderlik buna büyük öfke duydu, bunu eleştirdi, eleştirilerini yoğunlaştırdı. Çünkü pratik yönetim güçlerin böyle bir atılıma hazır olmadığını söylüyor ve geriye çekiyordu. Botan’da üslenen gerilla gücünü Güney Kürdistan’a çekip eğitmek istiyordu. Önderliğin yaptığı hazırlıklar yetmezmiş gibi, kendine göre hazırlık yapma sürecine sokuyordu. Halbuki bu güç Ortadoğu’da yıllarca eğitilmişti. Bu bir taklitti ve tehlikeli bir yaklaşımdı. Önderlik bu tehlikeleri gördü ve bununla mücadele etti, sürekli talimatlar, eleştiriler gönderdi, örgüt yönetimini, yani pratik yönetimi içine düştüğü durumdan çıkarmaya çalıştı, hareketi içine düştüğü durumdan çıkarmaya çalıştı. Bir an önce bu durumdan çıkılması ve gerillaya geçilmesi gerektiğini vurguladı. Önderliğin bu yönlü çözümlemeleri ve çabalarıyla 15 Ağustos atılımı geliştirildi. Eğer bu durum aşılmamış olsaydı bu hareketin ölümüne yol açabilirdi. Tabii ki Önderliğin zorlamalarıyla bu atılım geliştirildiği için Önderliğin istediği düzeyde gelişmedi, zayıf kaldı. Dolayısıyla 15 Ağustos atılımıyla yapılmak istenenin gerisinde bir pratik ortaya çıkarıldı.

‘15 AĞUSTOS YENİ BİR RUHU ORTAYA ÇIKARMIŞTIR’

15 Ağustos tarihi atılımının toplum üzerindeki etkisi çok büyük oldu. Eğer doğru yaklaşılsaydı, bu etkinin yaratacağı sonuçlar çok daha güçlü olacaktı. Belki de bugün çoktan Kürt sorunu çözülmüş olacaktı. Hala Kürt sorunu çözülmemişse başlangıçtaki bu zayıf yaklaşımla bağını görmek gerekir. Yine gerilla mücadelesi Önder Apo’nun istediği gibi gelişmediyse, istediği tarzda komuta, birlik, savaşçı ve savaş ortaya çıkmadıysa bunun temellerini de hamleye yanlış yaklaşım ve sonrasındaki durumu doğru değerlendirmemeyle bağını görmek gerekir. Gerilla doğru gelişmediyse, komuta doğru oturtulamadıysa, gerilla savaşı istendiği gibi gelişmediyse bu, 15 Ağustos’un yetersiz uygulanmasıyla bağlantılıdır. Eğer 15 Ağustos Önderliğin öngördüğü zamanda ve düzeyde gerçekleşmiş olsaydı sonuçları çok farklı olacaktı. Bütün eksik, hatalarına ve zayıf başlamasına rağmen gerçekleşmesi çok büyük sonuçlara yol açmıştır. Bir bütün toplumu değiştirmiştir, ölçüleri değiştirmiştir. Kürt toplumunda yeni duygular, yeni bir bilinç, bu temelde bir örgütlenme, mücadele anlayışı ortaya çıkarmıştır.

‘YENİ BİR SİSTEM GELİŞTİRİLEMEDİĞİ İÇİN BİNLERCE KİŞİ KORUCULAŞTIRILDI’

Eğer o eksik ve hatalar da olmasaydı, Kürtlerdeki bilinçlenme, örgütlenme ve mücadele daha güçlü gelişecekti. Yetersizliklerden biri de 15 Ağustos’tan sonra gerillayı büyütmek gerekirken tekrar eski konuma dönme oldu. Bu, çok ciddi bir tehlike yarattı. Devlet hazırlıksız yakalanmıştı, hiç kimse öylesi bir dönemde böyle büyük bir tarihi atılımın gelişeceğine ihtimal bile vermemişti. Avantajlar tümüyle elimizdeydi, inisiyatif tümüyle elimizdeydi. 12 Eylül sonrası kurulan siyasi düzen ortamında bu hamlenin büyütülmesi ve geliştirilmesi çok ciddi siyasal sonuçlar ortaya çıkarırdı. Türkiye'deki sistemi kısa sürede zorlayarak Türkiye cephesindeki gelişmeleri daha farklı bir boyuta taşıyabilirdi. O günün siyasi, askeri, toplumsal ve psikolojik koşullarında 15 Ağustos’u güçlü pratikleştirmek ve sonrasını iyi planlamak mümkündü. Ama sonrası iyi planlamadığı için ortaya çıkan sonuçları da iyi örgütleyip mücadeleye dönüştüremedik. Kürdistan'da başta gerillayı büyütmek olmak üzere büyük bir mücadele hamlesi ortaya çıkarmak mümkünken, bunu yapamadık. Kuşkusuz birçok insan mücadeleye katıldı, toplumun desteği gelişti, ama hareket onları kapsayacak bir sistem oluşturamamıştı, onun hazırlığını yapamamıştı. Öyle ki, o güne kadar harekete hizmet eden ve 15 Ağustos tarihi atılımıyla dağa çıkan binlerce insan tekrar köylerine gönderildi. Bu zayıflıktan ve boşluktan yararlanan devlet, mücadeleye katılmak isteyip de geri dönen ve mücadeleden etkilenen kişi ve çevrelerin üzerine giderek bundan sonra bize hizmet edeceksiniz dedi ve çoğunu korucu yaptı. 15 Ağustos’un yaratacağı sonuçların iyi görülememesi ve çok yönlü planlamaların yapılmaması bu tür sonuçları ortaya çıkardı.

15 Ağustos atılımı denince akla ilk gelen isim Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncülerinden Mahsum Korkmaz’dır. Mahsum Korkmaz’ın 15 Ağustos atılımının planlanması ve uygulanmasındaki rolü neydi?

‘MAHSUM KORKMAZ, ÖNDERLİĞİ EN İYİ ANLAYAN VE UYGULAYAN BİR ARKADAŞTI’

15 Ağustos tarihi atılımını ideolojik, siyasal, örgütsel, askeri, kültürel ve militan olarak bütün yönleriyle hazırlayan Önder Apo’dur. Mahsum Korkmaz arkadaş Önder Apo’nun bu hazırlıklarını pratik planlamaya kavuşturmaya çalışan ve en iyi uygulamaya koyan bir arkadaştı. Diyebilirim ki Önderliğin ne yapmak istediğini anlayan ve anladığı oranda da bunu yaşama geçirmek için büyük çaba gösteren bir arkadaştı. Bu nedenle 15 Ağustos denince hemen akla Mahsum Korkmaz arkadaş gelmektedir. Çünkü bizzat 15 Ağustos’u pratikleştirendir. Eruh baskınının komutanı Mahsum Korkmaz’dır. Eylemi planlamış ve uygulamıştır. 15 Ağustos’un hem komutanı hem eylemcisidir. Bizzat kendisi oradaki birlikle birlikte Eruh’a girmiş ve ele geçirmiştir. Doğrudan öncülük etmiş, birliğinin başında şehre girmiş, eylemi bizzat kendisi gerçekleştirmiştir. Onun için Eruh diğer planlanan baskınlardan daha başarılı olmuştur. Bu başarı Mahsum Korkmaz arkadaşa aittir.

‘MAHSUM KORKMAZ BÜYÜK BİR YÜREKTİR’

Herkes 15 Ağustos’u Mahsum Korkmaz kişiliğinde arar. Onunla ifadesini bulur. Nedeni Önderliği kavraması ve pratikleştirmesidir. Bunu da çok yaratıcı bir biçimde Eruh’ta gerçekleştirmiştir. Onun için bu hareketin askeri örgütlenmesinin, askeri çizgisinin Önderlikten sonra geliştirilmesine en çok katkı sunan bir arkadaştır. Önderlik bunun ideolojik, teorik, örgütsel hazırlık yanlarını yapmış, Mahsum Korkmaz ise bunu askeri bir örgütlenmeye dönüştürerek askeri mücadele ve taktiklerini geliştirmiştir. Bu çabalarından dolayı Önder Apo her zaman Mahsum Korkmaz arkadaşı takdirle anmıştır. Onun için Mahsun Korkmaz büyük bir yürektir. O bir toplumu, insanlığı, onun değerlerini beyninde, yüreğinde bütünleştiren bir arkadaştır.

‘MAHSUM KORKMAZ KİŞİLİĞİYLE GERİLLA ORDULAŞMASININ TEMELLERİNİ ATTI’

Partileşme ve ordulaşmamıza en büyük hizmetleri yapan ender kişiliklerden biridir. Mahsum Kormaz arkadaş gerilla içinde geliştirilmek istenen çeteciliği de en erken fark edendir. Onun ile mücadeleye girmiştir. Çünkü çeteciliğin gerillayı yozlaştıracağını, savaşı yozlaştıracağını ve tehlikeler yaratacağını görmüştür. Herkesten önce bunu görmüştür. Çeteciliğin gerillacılığı tehdit ettiğini görmüş ve bununla mücadele etmiştir. Gerillayı, komutayı, gerilla savaşını çetecilikten arındırarak Önderlik çizgisinde yürütmeyi esas almış ve bu yönlü büyük çabalar göstermiştir. Bu tarzdan birçok eylemi geliştirmeyi başarmış, doğru bir komutayı, gerillayı, birliği yaratmıştır. Bu temelde gerilla savaşını Kürdistan’a oturtmak için tüm çabalarını ortaya koymuştur. Bunu 15 Ağustos tarihi atılımını gerçekleştirme sürecinde de yapmış, onun sonrasında da yapmıştır. Düşman bazı zayıflıklardan, yetersizliklerden yararlanarak gerillayı tarzı oturmadan, büyümeden ezmeye çalışırken, o Botan’da gerillayı ayakta tutmak, gerillayı ezdirtmemek, korumak, geliştirmek için büyük bir çaba yürütmüştür. Pratik içerisinde yanında bizzat değerli komutan arkadaşlar yetiştirmiştir. Bu mücadele içinde de zaten şehit düşmüştür. Onun yetiştirdiği arkadaşlar şahadetinden sonra da o çizgiyi yürütmeye çalışmışlardır. Önder Apo eğer Mahsum Korkmaz kişiliğini çok önemsediyse, değer verip takdir ettiyse, gerilla komutanlaşmasına örnek olarak gösterdiyse, özellikle gerillanın ordulaşmasının temel moral kaynağı yaptıysa nedeni budur.

‘15 AĞUSTOS HAREKATI SÖMÜRGECİLİKLE YAŞANMAYACAĞININ İLANIDIR’

15 Ağustos atılımının hedefleri seçilirken ne gibi faktörler hesaba katıldı, Şemzinan, Eruh ve Çatak’ın seçilmesinin nedenleri nelerdi?

Elbette ki buralar bilinçli seçildi. Çünkü buralarda belli çalışmalarımız vardı. Belki de en çok çalışmalarımızın olduğu alanlardı. Yine bu alanlar seçilerek 15 Ağustos tarihi atılımının uluslararası kamuoyuna güçlü yansıması amaçlandı. Sadece sınırda olacak eylem yanlış yorumlanabilirdi. Bu nedenle birbirine uzak ve iki tanesi içlerde olan hedefler seçildi. Çünkü bir ilçe ya da bitişik ilçeler olsaydı Türk devleti bunun kamuoyuna yansımasını önleyebilirdi. Ayrı ayrı ilçeler olursa, ayrı ayrı alanlardan seçilirse bu eylemlerin kamuoyuna duyurulmasını önlemek çok zor olurdu. Kamuoyuna yansımasını kolay kolay önleyemezlerdi. Dolayısıyla kamuoyu bu atılımı duyar ve Kürdistan'ın birçok alanına atılımın etkisi olurdu. Bu büyük hamlenin mutlaka halka, kamuoyuna, uluslararası alana yansıması gerekiyordu. Onun için de hedeflerin doğru tespit edilmesi gerekiyordu. Bu amaçla da hedefler ayrı yerlerden seçildi.

‘İLK KEZ SÖMÜRGECİLİĞE KARŞI BİR EYLEM YAPILIYOR VE REST ÇEKİLİYOR’

15 Ağustos yapılış zamanı ve karakteriyle de tarihsel olarak çok farklı özelliklere sahiptir. Geçmişteki direnişler ve eylemler hep işgalci, sömürgeci ve kültürel soykırımcı güçlerin halkın üzerine gitmesi, baskıyı arttırması sonucu halkın mecbur kalmasıyla gerçekleşmiştir. 15 Ağustos ise hazırlanarak geliştirilen ve açıkça mücadelenin yükseltileceğini ilan eden bir harekettir. Sömürgeciliğe kafa tutmadır, meydan okumadır. Bu karakteriyle, geçmişteki isyanlardan farklıdır.

Tabii ki böyle bir hareketi geliştirirken onun dayanacağı örgütsel zeminin olması gerekiyor. En çok nerelerde örgütsel çalışma yapılmışsa oralar seçilebilirdi. Bu ilçelerin seçilmesinin bir sebebi de budur. Çünkü ülkeye dönüp Botan’da gerilla hazırlıkları yürütüldüğünde en fazla o alanlarda çalışma yürütülmüş, hazırlıklar yapılmıştır. Tabii coğrafik nedenleri var, nüfus yapıları var, bizim kendi gücümüzün hesaplanması var. Tüm bunlar değerlendirildi; Türk devletinin örgütsel, askeri durumu değerlendirildi ve bu ilçeler böyle tespit edildi.

‘ÜÇ HEDEF SEÇİLMİŞTİ…’

Bu ilçelerde aynı anda eylem başlatıldı. Eruh baskını tüm yönleriyle amacına ulaştı, tam başarılı oldu. Şemdinli tam başarılı olmadı, ama yine de önemli ölçüde sonuçları olan bir eylem oldu. Çatak’a ise hiç girilmedi. Çatak planlaması boşa çıkarıldı. Çatak gücünün başında Terzi Cemal diye birisinin olması bu planlamanın boşa çıkarılmasının esas nedenidir. Ebubekir denen kişinin de gidip onunla buluşması gerekirdi. Talimatları, bilgileri ulaştırması gerekirdi, planlamayı yapmaları gerekiyordu. Aynı anda Çatak’ın da harekete geçmesi gerekiyordu, fakat bunlar zamanında yapılmadı. Bilinçli mi yapıldı, bilinçsiz mi yapıldı onu da hala bilmiyoruz. Fakat “Bize geç ulaşıldı, hazırlık yapamadık, onun için Çatak’a yönelik eyleme girişemedik” biçiminde izahlar yapıldı.

‘O TOPLANTILARA KATILANLARDAN BİRİYDİM’

15 Ağustos’ta gerçekleştirilen eylemlerin sonuçlarından ne kadar sonra haberiniz oldu? Sonuçlarını nasıl değerlendirdiniz? Halk nezdinde ulaştığınız sonuçlar nelerdi? Eylemin yankıları nelerdi?

15 Ağustos tarihi atılımının hangi günde olacağını zaten önceden biz biliyorduk. Çünkü toplantı yapmıştık, gününü belirlemiştik. Onun için ne zaman nerelerde olabileceğine dair haberim vardı. Tabii ki biz bunu geliştirirken çok gizli tuttuk. Arkadaş yapımız bilmiyordu. O eylemleri gerçekleştirecek birlikler bile son ana kadar bilmiyordu. Komutanları ve yönetimleri biliyordu. Gizlilik esas alındı. Çünkü en ufak bir bilginin bile sızmaması gerekiyordu. Sızarsa tehlikeye girerdi, başarısız olurdu. Kürdistan'da biz silahlı bir mücadele dönemi başlatıyorduk. Her açıdan yeni bir dönemdi. Mutlaka başarılı olması gerekiyordu, başarısı da gizliliğe bağlıydı. Onun için birçok arkadaştan gizlendi. Gizlilik iyi korundu, düşman hiç bilgi sahibi olamadı. O yönüyle başarılıydı. Gizlilik başarılmıştı.

‘HERKES ATILIM KARŞISINDA ŞOK OLMUŞTU’

15 Ağustos tarihi adımı gerçekleştirildiğinde hiç kimsenin beklemediği bir zamanda böyle bir atılım gerçekleşti. O dönemde birçok değerlendirmeler yapıldı. Cezaevlerinde farklı değerlendirildi, dışarıda farklı değerlendirildi, uluslararası alanda farklı değerlendirildi; Türk devletinin kendisi farklı değerlendirdi. Türk devleti tarihte zaten sürekli isyanlarla savaşmıştı, o konuda oldukça tecrübeliydi. 15 Ağustos atılımıyla da bir isyanın başlatıldığını sanmıştı; tedbirleri ona göreydi. Fakat gecikmeli olarak karşısında bir gerilla mücadelesinin geliştiğini anlayabildi, fark etti. Bu onlar açısından büyük bir zaman kaybına yol açtı. Daha sonra kendilerini gerillaya göre düzenleme, kendilerini eğitme ve bu temelde hazırlayıp gerillaya karşı savaşa girme biçiminde bir değişikliğe gittiler. 1984-85 kışını bu hazırlıklarla geçirdiler.

Cezaevinde de yoğun tartışmalar olmuştu. Diyarbakır Zindanı 35. Koğuşta olan bir iki arkadaş ziyaretçilerin “arkadaşlar hazırlık yapıyor” biçimindeki sözlerini belki doğru değildir diye kimseye söylememiş, eylem olduktan sonra “biz böyle bir hazırlık yapıldığını duymuştuk, bu nedenle bizim arkadaşlar da olabilir” demişler. Bir kesim, bu eylemleri dağa çıkmış mahkumların, amiyane deyimle eşkıyaların geliştirdiği bir hareket, bazıları KDP'nin yaptığı bir hareket olarak değerlendirmiş. Bazıları da acaba PKK yapmış olabilir mi gibisinden değerlendirmelerde bulunmuş. Bazıları da PKK yapmış, ama bu kısa sürelidir, uzun sürmez, biter, devlet güçlüdür, ezer hepsini diye düşünmüş. Böyle propaganda yapanlar olmuştu. Çünkü beklemedikleri bir durumdu. Onun için kendine göre birçok değerlendirmeler geliştirilmişti. Tabii daha sonra herkes bu değerlendirmelerini düzeltti, gerçeği kavramaya başladı, ama çok geç kavradılar. Hatta birçok arkadaşımız bile “Cezaevinde acaba hareket böyle bir güce ulaşmış mı ki böyle bir süreci başlatıyor” gibisinden tereddüt yaşamıştır. Çünkü yurtdışına hareketin nasıl çıktığı, nasıl hazırlandığı konularında bilgileri yoktu. Onun için cezaevindeki birçok arkadaşımız da o dönemde böyle bir atılımın gelişebileceğine dair bir düşünceye sahip değildi.

PKK'nin yaptığı bir süre sonra anlaşıldı. Bunun sonucu yanında yer alanlar da, karşısında yer alanlar da oldu. Karşısında sadece devlet yer almadı, kendisine solum diyen, yurtseverim diyen bazı örgütler, kişiler, çevreler bile yer aldı; hazmedemediler. Çünkü PKK'nin dışında mücadele eden bir güç yoktu. Onun için de karşısında yer alıyorlardı. Böyle bir mücadele onların gerçek tutumlarını, karakterlerini ortaya çıkarıyordu. Ama bu atılım kadromuza, savaşçımıza çok büyük bir moral, coşku yaşattı. Savaşma, mücadele etme coşkusunu, istemini geliştirdi. Halkımızda harekete olan inanç daha da güçlendi. Zaten Diyarbakır zindanındaki direniş halkı etkilemişti.

‘UFAK BİR ÇAPULCU GRUBUDUR, 24 SAATTE EZERİZ DEDİLER…’

15 Ağustos tarihi atılımı Kürt toplumunun beklentilerine cevap olduğu için coşkuyla karşılandı. Birçoğu dağlara çıktı, savaş gelişiyor, yer alalım, savaşalım dedi. Savaşa girmeyecekler de aynı coşkuyu yaşadı. Türk devleti uzun süre şaşkınlık yaşadı, sonradan kendisini toparladı. Dış güçler ve uluslararası alan ne olup bittiğini anlamaya ve buna göre tutum almaya çalıştı. Türkiye'de devlet yetkililerinin bir kesimi “ufak bir çapulcu grubudur, yetmiş iki saatte ezeriz” dedi. Hatta ‘yirmi dört saatte ezeriz’ diyenler de oldu. İşin boyutlarını, gerçeğini sonradan fark etmeye başladılar. Tabii bütün bunlar bizim için hem avantaj hem de dezavantaj teşkil ediyordu. Avantajlarımız çok fazlaydı, eğer onları iyi kullanabilseydik dezavantajları daha da asgariye indirebilir ve mücadeleyi daha güçlü geliştirebilirdik. Türk sömürgeci devletine fırsat vermeyebilirdik. Çok güçlü bir silahlı mücadeleyi geliştirebilirdik. Kısa sürede bazı alanları düşmandan tümüyle kurtarabilirdik. Çünkü inisiyatif bizdeydi, bilinçli başlatmıştık, devleti hazırlıksız yakalamıştık. 15 Ağustos atılımı başladığında devletin böyle bir mücadeleye karşı güçlü bir örgütlenmesi ve böyle bir gerilla tarzına karşı mücadele edecek tekniği yoktu. Rahatlıkla, hızla gerilla mücadelesi gelişebilirdi, büyüyebilirdi. Halk buna hazırdı, özellikle Botan alanında, çığ gibi bir gerilla mücadelesi geliştirilebilir, bazı alanlar özgürleştirilebilirdi. Eğer 15 Ağustos tarihi atılımı doğru anlaşılmış, doğru zamanda pratikleştirilmiş olsaydı, arkası iyi düşünülüp ona göre planlaması yapılsaydı böyle gelişmeler yaşanabilirdi.

‘ULUSLARARASI GÜÇLER KUZEY KÜRDİSTAN’DA BÖYLE BİR MÜCADELENİN GELİŞMESİNİ İSTEMİYORLARDI’

Uluslararası alandaki güçler 15 Ağustos tarihi atılımını kavramaya çalıştı. Gerçekten bir mücadele gelişebilir mi, ne kadar gelişebilir, ne kadar başarılı olabilir, bunu beklemeye, anlamaya çalıştı. Özellikle Güney Kürdistan'daki bazı güçler bu atılımdan oldukça rahatsız oldular. Çünkü onlar Kuzey’de böyle bir mücadelenin gelişmesini istemiyorlardı, beklemiyorlardı. Ama onların bilgisi dışında gelişince adeta onlar da şok oldu, rahatsız oldu. Öte yandan geçmişten beri Türkiye ile kurdukları ilişkilerde Kuzey’e yönelik bir hareket içinde olmayacaklarını, desteklemeyeceklerini vaat etmişlerdi. Bu nedenle böyle bir atılımı önlemek için çabalar gösterdiler, ama bu çabalarında başarılı olamadılar. Çünkü Önder Apo bütün bu çabaları önceden gördü, anlam verdi, onun için de tedbirlerini alarak bu çabaları boşa çıkardı. Bu nedenle ne kadar rahatsız olsalar da tehlikeli bir yönelim içine giremediler.

‘HER ŞART ALTINDA DİRENEN, ÖZGÜRLÜĞÜNE AŞIK HALK GERÇEKLİĞİ YARATILDI’

15 Ağustos, zindan direnişiyle başlayan 12 Eylül cuntasına karşı yürütülen direnişin en güçlü halkalarından birini oluşturdu. 15 Ağustos cuntasının kaderini nasıl etki etti? Cuntacıların direnişe karşı aldıkları pozisyon neydi?

Türk faşist sömürgeci güçleri amaçlarını gerçekleştirme yönünde ilerliyorlardı, bir bir sonuç alıyorlardı. Artık son kale olarak Diyarbakır Zindanını görüyorlardı. Eğer o kaleyi de düşürürlerse önlerinde herhangi bir engel, zorluk kalmıyordu. Rahatlıkla amaçlarını gerçekleştirebileceklerdi, Türkiye tümüyle kapitalist modernist sisteme, NATO’ya ve onun stratejilerine göre düzenlenmiş olacaktı ve onların çıkarlarını Ortadoğu'da, Asya’da gerçekleştirecekti. Bunun beklentileri içindeyken birden bire 15 Ağustos tarihi atılımı gerçekleşti. Bu atılım büyük bir darbe oldu. Boşa çıkmış oldular. Artık amaçlarını gerçekleştiremeyecekleri ortaya çıkmıştı. Hızla tedbirler geliştirmeye başladılar. En büyük tedbir, biraz önce de belirttiğim gibi Türkiye cephesini sağlam tutmak, Türkiye cephesinin mücadeleyle bütünleşmesini önlemekti. Mücadeleyi, Kürdistan'ı, dağa mahkum etmek, kontrol altına almaktı. Türkiye’yi tümüyle kendi kontrollerine alıp şovenizmi geliştirerek, faşizmi geliştirerek Türkler başta olmak üzere diğer halkları, Kürt halkına, Kürdistan'daki Özgürlük Mücadelesi'ne düşman haline getirmekti. Bunun için de kapattıkları örgütleri açtılar, onları kazanmak istediler, cezaevlerinin kapılarını açtılar. Hatta Türkiye soluna sol olabilirsiniz, çalışabilirsiniz, yeter ki Kürtlerle, PKK ile ilişkilenmeyin biçiminde bir yaklaşım, bir strateji uyguladılar. Bu stratejide de önemli bazı sonuçlar elde ettiler. Yani PKK'nin ve Kürtlerin Türkiye'de yandaş bulmalarını, Kürdistan'daki mücadelenin Türkiye toplumuna girmesini, Türkiye toplumunun da bu temelde harekete geçmesini önlediler. En büyük önlemleri bu oldu.

12 Eylül faşist darbesi NATO tarafından gerçekleştirilen bir darbe olduğu için, bu darbenin gerçekleştiği düzen kendi öngördükleri düzen olduğu için kapitalist modernist sistem ve NATO bütün gücüyle bu rejimin arkasında durdu. 15 Ağustos hamlesinin bastırılması için her türlü desteği verdi. İçte ve uluslararası alanda, diplomatik alanda, siyasi alanda, ekonomik alanda, askeri alanda her türlü desteği vererek Türkiye’yi yaşatmaya ve ayakta tutmaya çalıştılar. Türkiye bunlara dayanarak Kürdistan'daki gerillayı, mücadeleyi ezmek istedi. Onun için hem kendi hukukunu hem uluslararası hukuku ayakaltına aldı. Her türlü kirli yöntemi deneyerek sonuç almak istedi. Ama buna rağmen sonuç alamadı. Bütün kapitalist modernist sistemin ve NATO’nun desteğine rağmen alamadı. Eğer onların desteği olmasaydı mücadelemiz karşısında Türkiye ayakta kalamazdı, kesinlikle o rejim giderdi. Kapitalist modernist sistemin her türlü desteğiyle savaşı yürütebildi, ayakta kalabildi. Bunun artık gizlenecek bir tarafı kalmamıştır. Birçok uluslararası belgede ve değerlendirmede bu gerçeklik ifade edilmiştir. Biz sadece Türk devletiyle savaşmadık, sistemle savaştık, çok büyük bir savaş yürüttük, mücadele yürüttük. Belki istediğimiz sonucu tam alamadık, ama küçümsenmeyecek sonuçlar da elde ettik.

‘ÖNDER APO’NUN HEDEFİ SAVAŞAN BİR HALK GERÇEKLİĞİNİ ORTAYA ÇIKARMAKTI’

Her şeyden önemlisi, ölüm döşeğinde olan bir halkı savaşan bir halk düzeyine getirdik. Önder Apo, grubu ilk oluşturduğunda hedef olarak böyle bir halk gerçekliğinin yaratmayı önüne koymuştu. Özgürlüğü için savaşan halk gerçekliği yaratma hedefi gerçekleştirilmiştir. Önder Apo, bu konum şimdi de sürdürülmelidir diyor. Önder Apo şimdi de bunun sürdürülmesini, geliştirilip güçlendirilmesini istiyor. Bu konumun kaybedilmemesi çok önemlidir. Çünkü özgürlüğü için savaşan bir halkı hiçbir güç yenemez. Bu, Kürtlerin şahsında da artık ispatlanmıştır. Bu başarıldı. Dünyada hegemon olduğunu düşünen bir sistem saldırdı, ama buna rağmen bu savaşan halk gerçekliğine dayanan mücadeleyi ezemedi. Hatta özgürlüğü için savaşan halk gerçekliği giderek gelişip güçlendi, bugün Ortadoğu'nun en belirleyici mücadele gücü haline geldi. Bugün Ortadoğu'nun en belirleyici Önderi Önder Apo, örgütü de PKK’dir. İşte bu, Önder Apo'nun doğru öncülüğüyle, geliştirdiği doğru düşünceyle, stratejiyle, tarz ve üslupla, tempoyla gerçekleşti. Onun için her şart altında mücadele eden, özgürlüğüne aşık büyük bir halk gerçekliği ortaya çıktı. Bu gerçekliğin zayıf düşürülmemesi gerekiyor, kaybedilmemesi gerekiyor. Çünkü her şey bununla yaratıldı. Bundan sonrası da böyle mücadele eden bir halkla yaratılacaktır. Başarı böyle bir halk gerçekliğiyle sağlanacaktır. Onun için Önder Apo özellikle özgürlüğü için savaşan, halk gerçeğini güçlendirme üzerinde durmaktadır. Bugün bütün PKK kadroları da bu gerçekliği esas alıyor, bu temelde mücadeleyi yürütüyor. Kürt Özgürlük Hareketi'nin her alandaki örgütleri de özgürlüğü için savaşan halk gerçekliğini güçlendirerek ve bunu esas alarak mücadelesini yürütmelidir. Çünkü başarı sadece bunda vardır.

‘SİLAHLI GÜCE SAHİP OLANLAR HEM KENDİNİ KORUYABİLİYOR, HEM DE SİYASET YAPABİLİYOR’

15 Ağustos’la Kürdistan kırsalında HRK’yle başlayan gerilla mücadelesi, ARGK ve sonra da HPG ile gelişti. Bugün Rojava’da YPG, Doğu Kürdistan’da YRK aynı misyonla direnişlerini sürdürüyor. Gerilla mücadelesi her alanda halen hayati önem arz ediyor. Günümüzde silahlı mücadele Kürt halkı açısından halen 15 Ağustos’un ilk günlerindeki önemini koruyor mu?

Eğer bugün Ortadoğu gerçeği dikkate alınırsa, özellikle de bu gerçeklik içerisinde Kürdistan’ı koruma dikkate alınırsa Kürtler açısından gerilla öneminden hiçbir şey kaybetmediği gibi, bugün daha da önem kazanmıştır. Rojava’daki durum, Kuzey’deki durum, Rojhilat’taki durum, Güney’deki durum gözler önündedir. Ortadoğu gerçeğinde kimin silahlı gücü varsa o siyaset yapabiliyor. Ortadoğu'da siyasete yön veren askeri mücadeledir. Belki dünyanın birçok ülkesinde siyaset askerliğe yön veriyor, ama Ortadoğu gerçekliğinde bunun tersi yaşanıyor. Kimin askeri ve mücadelesi varsa o siyaset yapabiliyor, o siyasete yön verebiliyor, o siyasetin yapılmasının olanaklarını ortaya çıkarabiliyor. Bugün Suriye'ye bakalım, Irak’a bakalım, buradaki silahlı güce sahip olan ve olmayan örgütlerin durumuna bakalım, silahlı güce sahip olmayan hiçbir örgüt varlık gösteremiyor, en ufak bir gelişme gösteremiyor. Kendisini bile ayakta tutamıyor. Ancak askeri gücü olanlar siyasetin kapılarını açabiliyor, dengeleri değiştirebiliyor. Bu, Ortadoğu gerçekliğinden kaynaklanan bir sonuçtur. Kuşkusuz ideolojik ve siyasal doğrultusu Ortadoğu gerçekliğine uygun olanlar silahlı güce de sahip olduklarında siyasi inisiyatif kazanıp gelişmelere yön verebiliyor. Bugün Önder Apo çizgisinde mücadele yürüten Kürt Özgürlük Hareketi'nin Ortadoğu'daki konumu böyledir.

‘KÜRDİSTAN’DA İŞGAL HALA VARLIĞINI KORUMAKTADIR’

Dikkat edilirse 15 Ağustos atılımıyla birlikte Kürtler kendilerini koruyacak bir güce sahip oldu. Kürtlerin yürüttüğü mücadele başkalarının topraklarını işgal etme mücadelesi değildir. Bir meşru savunma mücadelesidir. Çünkü Kürtlük adına, Kürdistan adına ne varsa yok edilmek isteniyor. Kürdistan'da sadece bir askeri işgal söz konusu değildir; ideolojik işgal, siyasal, ekonomik, askeri, örgütsel, her açıdan bir işgal vardır. Asimilasyon sınırsız yürütülüyor, fiziki ve kültürel soykırım sınırsız yürütülüyor. Bütün bunların uygulandığı bir yerde varlık sorunu diye bir sorun gündeme gelir. Varlığını koruma, onurunu koruma, kendini var etme, kendini yaşatma mücadelesi gelişir. Çünkü bu olmadan özgürleşme olamaz. Özgürleşme olmadan da kendini var etme olamaz. Bunlar birbirine bağlı hususlardır. Dünyanın bu kadar bölüp parçaladığı, her tarafa savurduğu, adeta bir halk ve toplum olmaktan çıkardığı bir halk ve onun bireyleri bu durumdan çıkmak istiyorlarsa bunu ancak meşru savuma güçleriyle sağlayabilirler. Bunun başka yolu yoktur. En son Şengal trajedisi bu gerçekliği ortaya koymaktadır. Şengal, farklı kimliğiyle bir demokratik özerkliğe sahip olsaydı, kendi öz savunma gücü bulunsaydı bu duruma düşebilir miydi? Şengal ve Telaffer trajedisi farklı etnik ve dinsel toplulukların demokratik özerklik temelindeki özyönetimlerinin ne kadar gerekli olduğunu gözler önüne sermiştir. Şengal toplumuna dayalı bir öz savunma gücü ve bu öz savunma gücünün yönetim gücü olan demokratik özerklik yönetimi son ferdine kadar direnir, ama böyle bir trajedi yaşamazdı. Eğer Şengal’i Şengalliler yönetmiş olsaydı kesinlikle IŞİD saldırıları Şengal’i düşüremezdi. Bu gerçeklik bile toplumların özyönetiminin ve öz savunmasının ne kadar değerli ve anlamlı olduğunu ortaya koymaktadır.

‘KÜRTLER 15 AĞUSTOS İLE BİRLİKTE PARÇALANMIŞLIKTAN ÇIKMIŞTIR’

Eğer Kürtler silahlı mücadele yürütmüşse, savunma savaşı yürütmüşse bunu çok istediklerinden değil, mecbur kaldıklarından, başka bir yol kendilerine bırakılmadığı için yürütmek zorunda kalmışlardır. Kendilerini ancak bununla var edebilmiş, dünyaya seslerini duyurabilmiş, özgürlüğü için direnen halk gerçekliğini yaratmışlardır. Kaybettiklerini tek tek yeniden kazanmaya başlamışlardır. 15 Ağustos’la birlikte Kürtler öz dinamikleriyle varlıklarını güvenceye alan bir güce kavuşmuşlardır. Kürtler adına bir savunma gücü ortaya çıkarılmıştır; bir savunma savaşı yürütülmüştür. Kürtler imhadan korunmuştur. Parçalı bir kişiliği, toplumu aşmıştır. Yeni bir halk gerçekliğini kendinde yaratabilmiştir. Bunun kadar anlamlı ve değerli bir şey olabilir mi? Bu, Kuzey’de gelişmiş, giderek diğer parçaları da etkilemiştir. Çünkü parçalardaki halkımız 15 Ağustos hamlesi ve yarattıklarıyla Kuzey Kürdistan halkının nelere sahip olduğunu görmüş, bu temelde 15 Ağustos’a büyük bir sempati duymuştur. Bu çerçevede 15 Ağustos ruhu ve meşru savunma anlayışı diğer parçalarda da gelişmeye başlamıştır. Eğer diğer parçalarda da benzer bazı örgütlenmeler gelişmişse ve gelişiyorsa, bu, Kuzey’deki gelişen mücadelenin sonucudur.

‘KÜRT HALKI 15 AĞUSTOS’A DÖRT ELLE SARILMIŞTIR’

Diğer parçalarda da varlık sorunu söz konusudur. Kuzey Kürdistan'da yok olmanın önüne ancak 15 Ağustos’la geçildiğini gördüğü için benzer bir mücadeleyi ve örgütlenmeyi diğer parçalar da esas almıştır. Diğer parçalar da o ruhu, o tarzı, o duyguları, o tarz bir örgütlenme ve mücadeleyi kendilerine esas almışlardır. Onun için 15 Ağustos Kürt halkını dirilten bir hamledir. Fedai tarzda geliştirilen 15 Ağustos gerilla hamlesi ölümün döşeğinde olan bir halkı diriltmiştir. Onun için biz 15 Ağustos’a diriliş ve direniş bayramı diyoruz. Hem diriltmiştir, hem de direnişe sevk etmiştir. Ancak dirilenle direnen bir halk kendini koruyabilir, kendini var edebilir, kendini özgürleştirebilir ve geleceğini de garanti altına alabilir. 15 Ağustos Kürtler için bunu ifade ediyor. Kürtler için sömürgeciliği reddetme, köleliği ve ölümü reddetme, kendine ait yaşama, kendi değerleriyle özgür ve demokratik yaşamayı ifade ediyor. O ruh sadece o günkü koşullar için geçerli değildir; bugün için de yarın için de geçerlidir.

’15 AĞUSTOS BİR ANLAYIŞ, BİR TARZ, BİR YAŞAM VE MÜCADELE BİÇİMİDİR’

15 Ağustos ruhu Kürtler için varlıklarını koruma, kendini özgürleştirme ve geleceğini garanti altına almayı ifade ediyor. Onun için Kürt halkı 15 Ağustos’u kendisi için bir diriliş ve direniş bayramı olarak görüyor. Onun için her yıl bunu kutluyor, bununla kendini yeniden yaratıyor. 15 Ağustos bir anlayıştır, bir tarzdır, bir yaşam ve mücadele biçimidir. Kendisini o ruh içinde, o duygular içinde yeniden yaratarak mücadeleci bir halk kimliği kazanıyor. Giderek bu özelliği daha da güçleniyor. Onun için Kürtler 15 Ağustos ruhuyla zaten Ortadoğu'da şu anda en belirleyici, en canlı, en dinamik güç haline geldi.

15 Ağustos’tan bugüne yirmi binden fazla Kürt gerillası hayatını kaybetti. Kürt hareketinin en imkansız koşullarında yaşamlarıyla Kürt halkının geleceğini inşa eden gerillalar bugün nasıl anılmalı? Onların mücadelelerine nasıl sahip çıkılmalı?

‘KÜRDİSTAN’DA MÜCADELE YÜRÜTÜLEREK BÜYÜK DEĞERLER YARATILMIŞTIR’

Bir halk kendi değerlerini yaratır da koruyamazsa o halk yaşayamaz. Kürt halkı ne kazandıysa bu şehitlerin sayesinde kazandı. Eğer mücadele edilmemiş, bu şehitler verilmemiş olsaydı kesinlikle Kürt halkını hiç kimse ciddiye almazdı, halk olarak bugün yaşayamazdı. Eğer ölümden çıktıysa, bugün direnen, mücadele eden, özgürlüğe aşık bir halk ortaya çıktıysa, bu tamamen şehitlerin sayesindedir. Onun için halk şehitlere büyük bir saygı duyuyor, sürekli şehitleri yücelterek onlarda kendisini gerçekleştiriyor ve kendisini yaratıyor. Bir hareket için de bu geçerlidir.

Kürdistan'da mücadele yürütülerek, şehitler verilerek büyük değerler yaratılmıştır. Yaşam bununla yaratılmıştır. Kürtlere ait ne varsa bununla yaratılmıştır. Kürt halkı kendini şehitlere borçlu görür ve bu borcunu mücadeleyi geliştirerek öderse özgür ve demokratik yaşama hak kazanır. Şehitlere borcunu böyle ödedikçe kendini daha güçlü kılar, geliştirir ve büyütür. Biz her şeyi bu şehitlerimizle kazandığımız için şehitlerin ölümsüz kılınması gerekiyor. Şehitlerin ölümsüz kılınması demek, onların uğruna mücadele ettiği, şehit düştüğü amaçları gerçekleştirmektir. O zaman şehitler ölümsüzlüğü yakalar. Yani sürekli yaşar ve yaşatılırlar. Şehitlerin layık olduğu da budur, şehitlere ancak böyle layık olunur. Eğer onların uğruna mücadele ettiği amaç gerçekleştirilmezse şehitlere layık olunmaz, işte o zaman onlar için de ölüm gerçekleşir.

‘ÖNDER APO PKK’Yİ ŞEHİTLER PARTİSİ OLARAK TANIMLADI’

Önder Apo’nun şehitlere bir yaklaşımı vardır, geliştirdiği bir yaklaşım vardır. PKK çizgisini şehitler çizgisi olarak tanımladı. Sürekli her şehidi mücadeleyi geliştirmenin bir halkası haline getirdi, hep bu halkaları birbirine bağlayarak örgütlenmeyi ve mücadeleyi sürekli büyüttü. Şehitlere karşı görev ve sorumluluklarını mücadeleyi büyüterek yerine getirdi. Sürekli şehitler gerçeğinde PKK'yi, PKK militanlarını ve Kürt toplumunu yeniden daha güçlü yaratmaya çalıştı. Giderek şehitler gerçeğinde başka halkları, kültürleri de şehitler gerçeğinde yaratmaya çalıştı. Çünkü şehitler bir halkın mücadele gerekçesidir. Örgütlenme ve mücadeleyi büyütme gerekçesidir. Eğer şehitleri böyle ele alırsanız işte o zaman şehitleri ölümsüz kılabilirsiniz, onların uğruna mücadele ettiği amaçları gerçekleştirebilişiniz ve onları sürekli yaşatabilirsiniz. Şehitler, mücadelenin kendilerinden sonra arkadaşları tarafından yürütüldüğünü bildikleri için tereddütsüz şahadeti önlerine koymuşlardır. Örgütlerine, önderliklerine, yoldaşlarına, halklarına güvendikleri için mücadelede korkusuz davranmışlardır. Duygularının, düşüncelerinin ve eylemlerinin kesintisiz süreceğini bildiklerinden mücadeleleriyle Kürdistan halkına ruh vermişlerdir, özgürlük duygularını ve iradelerini güçlendirmişler, örgütlenme ve mücadeleye sevk etmişlerdir.

‘ÖNDER APO PKK FİZİKİ VE KÜLTÜREL SOYKIRIMA KARŞI BİR SON VERMEKTİR DER’

Dikkat edilirse eskiden Kürdistan'da Kürtlerin bütün değerleri ayaklar altına alınmıştı, neredeyse Kürtlere ait olan bütün değerlerden Kürtleri, halkları uzaklaştırmışlardı. Türk sömürgeci devleti, kapitalist modernist güçler, kendi değerlerini Kürt halkına ve diğer halklara dayatmışlardı. Kürt halkının değerleri yerine kendi değerlerini geçirmişlerdi. Onun için Kürtler ve diğer halklar kendini yaşamıyor, kendine cellat olanları yaşıyorlardı. Önder Apo, “PKK ve 15 Ağustos atılımı buna son vermenin adıdır, bunun hesabını sormanın adıdır” demiştir. Kürt tarihinde her türlü ihanet, suç ve zulüm cezasız bırakılmıştır. Hesap sorulmadığı için de ihanetçiler, zalimler suç işlemekten korkmuyorlardı. Rahatlıkla asimilasyonu, kültürel soykırımı, fiziki soykırımı geliştirebiliyorlardı. Bir gün bunun hesabının sorulabileceğini kimse tahmin etmiyordu. Önder Apo, “PKK demek ihanetin ve suçların cezasız kaldığı tarihe son vermenin adıdır” diyordu. Dolayısıyla ihanete, suçlara, zalimlere, sömürgecilere hesap sorarak geçmişteki tepkisizliğe, her türlü olumsuzlukla yaşamaya müdahale etmenin adıdır PKK. Bu zihniyetle sömürgeciliği, zulmü ve çirkinliği içselleştirmiş, yaşama ve tarihe müdahale edilmiştir. Fedai ruhla bu duruma müdahale edilmiş ve şahadetler verilmiştir. Her şahadet de mücadele gerekçesi yapılmış, bu da mücadeleyi ve hareketi daha da büyütmüştür. Bu anlayış ve tutumla hareketimiz bugün yenilmez hale gelmiştir. Ortadoğu'yu yeniden şekillendirecek bir güce kavuşmuştur. Eğer bugünkü düzeyi kazandıysak, şehitlerin yürüttüğü mücadelenin sonucunda kazandık. Onun için bizim için en büyük değerler bu değerlerdir. Böylesi büyük değerler yaratan bir halk, bir hareket yenilmezdir. Tarihe baktığımızda kendisi için değerler yaratan halklar tarihte yer almış, ama yaratamayanlar tarihten silinip atılmıştır. Eğer bugün Kürtler giderek tarihte onurlu bir yere doğru gidiyorlarsa, bu, şehitlerin yürüttüğü mücadelenin sonucudur.

‘HİÇKİMSE KÜRT HALKININ ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ MÜCADELESİNİN ÖNÜNDE DURAMAYACAKTIR’

Bu temelde halkımızın ve tüm halklarımızın 15 Ağustos diriliş ve direniş bayramını kutluyorum. 15 Ağustos’un 30. yıldönümünde bu ruhun yarattığı hareket Ortadoğu'nun geleceğini belirleyecek hale gelmiştir. Ortadoğu'da yaşanan kaos, çözümsüzlük ve kördüğüme özgür ve demokratik yaşam kılıcı vuracak güce ulaşmıştır. Kapitalist modernitenin, işbirlikçilerinin ve bunların gübreliğinde büyüyen İslam düşmanı karşıt İslam’ın Ortadoğu'da halklara yaşattığı çıkmaz ve acı 15 Ağustos ruhuyla ortadan kaldırılacaktır. Bugün Özgürlük Hareketi'nin ve gerillanın demokratik ulus ve demokratik özerklik projesiyle Ortadoğu'daki sorunlu alanlarına müdahalesi ve gericiliğe karşı direnişi tüm halklar için özgür ve demokratik yaşamı getirecek bir hamleyi ifade etmektedir. Bu müdahaleler 15 Ağustos tarihi hamlesinin yeni bir aşamaya ulaşmasıdır. 15 Ağustos’un bu yeni hamlesi Kürdistan halkının tüm parçalardaki özgür ve demokratik yaşamına güç vereceği gibi, bütün Ortadoğu halklarının kurtuluşunun da önünü açacaktır. Kürt halkını ve Ortadoğu halklarını özgürlüğe kavuşturacak zihniyet de politika da bugün Kürt halkının elindedir. Kürt halkı bu zihniyeti, direnişi, halkların bir arada yaşamasını esas alan demokratik ulus anlayışıyla Ortadoğu'nun geleceğini belirlemede belirleyici rol oynayacaktır.

Halk olarak da 15 Ağustos tarihi atılımıyla bugünlere geldik, bu güce ulaştık. Bu ruhla yürüyoruz ve yürümeye devam edeceğiz. Bu ruh özgürlük ruhudur, demokrasi ruhudur, eşitlik ruhudur. Bugünün dünya ve bölge koşullarında bu zihniyet ve ruh büyük bir değer ifade etmektedir. Bu ruhu Kürt insanı artık kazanmıştır. Savaşan halk gerçekliğiyle bu ruh tüm Ortadoğu halklarının ruhu haline gelecektir. Bu ruhla bu savaşan halk gerçekliği daha da geliştirilip güçlendirilecektir. Gelinen aşama artık Kürdistan'da, bölge ülkelerinde ve Ortadoğu'da devrimi gerçekleştirme aşamasıdır. Önderliği ve Kürt halkını özgürleştirme aşamasıdır. Biz bunun için büyük savaştık, büyük direndik, büyük zorluklar, acılar yaşadık. Engeller aştık, büyük bedeller verdik ve bütün bunların sonucunda büyük değerler yarattık. Kendimize ait değerler yarattık. Kendimizle insanlığın değerlerini bütünleştirdik ve bu temelde özgürleşmeyi hak ettik. Artık bu hak ettiğimiz özgürlüğü kazanmamız ve yaşamamız gerekir. Beynimizi ve yüreğimizi ayağa kaldırıp mücadeleye her alanda yüklenip özgürlüğü gerçekleştirmemiz gerekiyor. 15 Ağustos’un 30. yıldönümünde yürüyüşümüz bu temeldedir. Bütün kadrolarımızın, savaşçılarımızın ve halkımızın bunu bilerek bulundukları her yerde Önder Apo’nun önlerine koyduğu devrimi gerçekleştirme görev ve sorumluluklarını üstlenmeleri ve bu temelde pratikleşmeleri gerekmektedir. Eğer 15 Ağustos ruhunu bu temelde pratikleştirirsek Önder Apo'nun ve halkımızın özgürlüğünü gerçekleştireceğimiz gibi, Ortadoğu halklarının özgür ve demokratik yaşamını da gerçekleştirmede büyük rolümüzü oynayacağımız kesindir. Bu temelde bütün halkımızı meydanlara çıkarak 15 Ağustos’un ruhuna uygun biçimde 30. yıldönümünü kutlamaya ve bu temelde 31. yıl yürüyüşünü başlatmaya çağırıyorum.


Bunlar da İlginizi Çekebilir
arşiv HABER ARŞİVİ
BİTLİS HABER13 YORUM KURALLARI
Haber İhbarı
Bitlis Nöbetçi Eczaneleri
Bu haber ilginizi çekebilir! Kapat


Sitedeki tüm harici linkler ayrı bir sayfada açılır. Siteadi harici linklerin sorumluluğunu almaz.