Molla Nizamettin Yakışık Kimdir Molla Nizamettin Yakışık Kimdir
Allah adildir. Bir yandan alırsa, diğer yandan verir. Bu yokluk ve mahrumiyet, kendini Allah'a veren Rabia'da manevi duyguların inkişafına sebep olmuş; iç alemine dönen Rabia, kısa zamanda günün, büyük velîlerinden Süfyan-ı Sevrî, Hasan-ı Basrî gibi zatların da gıbta ve takdirlerine layık hale gelmiştir.

Kulübeciğinin içinde serili bir hasır, köşesinde ise içi hurma yaprağı ile dolu bir minderciğinden ibaret ev döşemesi, onu hiçbir zaman üzmemiş, bilakis huzur verip vecd almasına sebep olmuştur.

Nitekim kendisini ziyarete gelen Süfyan-i Sevrî, 'Ya Rabia, arzu ederseniz yakınlarınız size yardım ederler. Bulunduğunuz bu mütevazı döşemeyi değiştirir, halinize bir çekidüzen verebilirsiniz.' yollu bir teklifte bulunmak istemiş, ancak Rabia'nın cevabı kesin olmuştur:

'Ben halimden müşteki değilim ki, onlara müracaat ihtiyacını duyayım. Hatta içinde bulunduğum halden, Bütün Dünya Elinde Olan'a dahi müracaat etmedim. Nerede kaldı ki, o dünyanın zerresine sahip olan aciz insanlara rica edeyim!'

Tarihlerin kaydettiklerine göre, Rabia'da bir tek ölçü vardı. O da şu fanî ömrün, İslam'a en uygun şekilde yaşanıp yaşanmaması idi. Şayet, dinî emirlere tıpatıp uyan bir hayat yaşanıyorsa, onun nazarında işte bu hayat gayesini bulmuş, hedefine ermişti. İsterse o hayat, hasır üstünde geçsin, isterse hasır dahi bulamasın da toprak üstünde devam etsin...

Bundandır ki, Basralı zenginlerden olan Süleyman Haşimî kendisine bir mektup yazıp, kazancını ve ileride daha da çoğalacak servetini izah ettikten sonra: 'Bütün bunlar senin emrine amadedir. Yeter ki, beni kabul eyle, nikahım altına girmeye razı ol.' deyince, Rabia'nın cevabı sert olmuştur: 'Kazancınla mağrur olup, ona güvenme. Bunlar köpük gibidirler. Ne ölüme mani olurlar, ne de başına gelecek bir takdire. Sen yarın varacağın İlahî huzurda sana lazım olana bak, onunla teselli ol. Bir de sakın ben ölürken vasiyet ederim de bu servetimle arkamdan hayır işlerler, diye bir vesveseye de aldanma. Sen kendin kendine vasi ol, servetini kendi elinde İslamî hizmete harca, ölmeden vasiyetini kendin yerine getir. Şunu da unutma ki, emrime amade edeceğini yazdığın şey, gönlüme ağırlık, kalbime karanlık verir. Benim için cazip birşey olmaktan çoktan uzaklaşmıştır onlar...'

Rabia, vefatından önceki günlerde babasına sık sık şöyle hatırlatma yapardı:

'BABACIАIM, BİZİ HARAMLA BESLEMEKTEN KORK. BEN DÜNYADA AÇ KALMAYA SABREDEBİLİRİM. AMA CEHENNEM ATEŞİNDE YANMAYA DAYANAMAM!'

Hanımlar, ziyaretine gelirler, nasihat isterlerdi. Söylediklerinden biri de şöyledir: 'İyiliklerinizi de gizleyin. Tıpkı kötülüklerinizi gizlediğiniz gibi. İyiliklerini ilan etmek, rüzgarın karşısında un savurmak gibidir. Alıp götürür. Eliniz boşta kalır.'

Rabia, bütün varlığını imana, İslam'a bağlamış, dinî hayatın İslamî hizmetin dışında hiçbir şeyi düşünemez, kalbine getiremez olmuştu. Bu yüzden evlenmeyi bile düşünmemişti.

Bir gün kendisine, niçin evlenmediğini sordular. Cevabı şöyle oldu: 'Üç şey vardır ki benim bütün dünyamı dolduruyor. Evlenmeyi düşünmeye vakit bırakmıyor.' Sordular: 'Nedir o üç şey?' Cevap verdi: 'Son nefesimi verirken imanla gidecek miyim? Mahşerde kitabım sağımdan mı, solumdan mı verilecek? Halk, cennetle cehennem yolunda ikiye bölününce, ben hangisinde yer alacağım.'

Bir gün namazda iken evine hırsız giren Rabia, namazını bitirinceye kadar hırsızın birşey bulamayıp eli boş döndüğünü anlayınca seslendi: 'Ey muhtaç adam, bari ibrikteki sudan abdest alıp iki rek'at namaz kıl da emeğin büsbütün boşuna gitmesin...'

Hırsız şaşırmış, korkuyla karışık bir ruh haline kapılmıştı. Hemen abdest alıp orada namaza durdu. Rabia bundan sonra ellerini kaldırıp dua etti: 'Ya Rab, bu muhtaç, benim evimde alacak bir şey bulamadı, onu Senin kapına gönderdim. Sen elbette benim gibi değilsin. Onu boş çevirmezsin.'

Namazı bitiren hırsızın, tevbe, istiğfar etmeye başladığını duyunca, bu defa da şöyle yalvardı: 'Ya Rab, bu adam kapında birkaç dakika bekledi, hemen kabul ettin; ama bu aciz, bütün ömür boyu kapındayım, hala böyle kabul edilemedim!' Kalbine doğan ses şöyleydi: 'Üzülme, onu senin hürmetine kabul ettik!'
alıntı.