Şeyh Muhammed Maşuk El Haznevi Hazretlerinin hayatı kaleme alındı Şeyh Muhammed Maşuk El Haznevi Hazretlerinin hayatı kaleme alındı
Fakat görmediği için Sahabî olamadı. Peygamber efendimiz zamanında Medîne'ye gelmedi. Tabiînin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfte bildirildi. Hazret-i Ömer'in halîfeliği sırasında Medîne'ye geldi. Çok alaka ve hürmet gördü. Önceleri kendi memleketi Yemen'de yaşadı. Sonra Basra'ya gitti.

Veysel Karanî hazretleri, Yemen'de iken deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Geçimi, yaşaması pek sadeydi. Hasta, ama ve ihtiyar annesinden başka kimsesi yoktu. Güttüğü develer için belli bir ücret istemez, ne verirlerse kabul ederdi. Fakir olanlardan hiç ücret almazdı. Aldığının yarısını sadaka olarak fakirlere dağıtır, kalanını da kendi ihtiyaçlarına ve annesine harcardı.

Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca sevgili Peygamberimizin aşkı ile yanıp tutuştu. Bir an bile Rabbini unutmadı. Kulluğunda o dereceye yükseldi ki, her hali, her hareketi ve her sözü insanlara ibret ve nasîhat oldu. Kimseden incinmemiş ve kimseyi incitmemiştir. Onun en önemli vasfı; Peygamber efendimize olan aşkı, ibadete canla başla devamı ve annesine saygısıdır. Annesine çok hizmet edip, hayır duasını aldı. Resûlullah efendimizi görmeği çok arzu ediyordu. Defalarca Peygamber efendimizi görmek için annesinden izin istedi. Annesi, kendisine bakacak kimsesi olmadığı için izin veremedi.

Ama hazret-i Ömer ve hazret-i Ali'ye; Peygamber efendimiz; 'Üveys-i Karnî, ihsan ve iyilikte Tabiînin hayırlısıdır.' buyurdu. Resûlullah efendimiz, zaman zaman mübarek yüzünü Yemen tarafına döndürür ve; 'Yemen tarafından rahmet rüzgarı estiğini duyuyorum.' buyururdu. 'Kıyamette Allahü teala Üveys sûretinde yetmiş bin melek yaratır ve Üveys'i onların arasında Arasat'a götürürler. Cennet'e gider ve Allahü tealanın dilediği (bildirdiği)nden başka mahlûk hangisinin Üveys olduğunu bilmez.' 'Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebî'a ve Mudar kabîlelerinin koyunları kıllarının adedince kişiye kıyamette şefaat edecektir.' buyurdu. Arabistan'da bu iki kabîlenin koyunları kadar kimsenin koyunu olmadığı söylenmiştir. Eshab-ı kiram; 'Ya Resûlallah, bu kimdir?' dediler. Peygamber efendimiz; 'Allah'ın kullarından biri.' buyurdu. Biz hepimiz kullarız, ismi nedir? dediler. 'Üveys.' buyurdu. Nerelidir? dediler. 'Karnlıdır.' buyurdu. O sizi gördü mü? dediler. 'Baş gözü ile görmedi.' buyurdu. Hayret, size bu kadar aşık olsun da, hizmet ve huzûrunuza koşup gelmesin! dediler. 'İki sebepten: Biri hallerine mağlubdur. İkincisi ise benim dînime bağlılığından dolayıdır. İhtiyar bir annesi vardır. Îman etmiştir. Gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar.' buyurdu. Biz onu görür müyüz dediler. Hazret-i Ebû Bekr'e; 'Sen onu kendi zamanında göremezsin.''Siz onu görürsünüz. Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktarı beyazlık vardır. Bu baras hastalığı beyazlığı değildir. Ona varınca, benim selamımı söyleyin ve ümmetime dua etmesini bildirin.' buyurdu.

Peygamber efendimiz zamanında yaşamış büyük velî. İsmi Üveys bin Âmir el-Karnî'dir. Yemen'in Karn köyünde doğdu. Doğum tarihi bilinmemektedir. 657 (H.37) tarihinde şehîd edildi. Peygamber efendimizin sağlığında müslüman oldu. Fakat görmediği için Sahabî olamadı. Peygamber efendimiz zamanında Medîne'ye gelmedi. Tabiînin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfte bildirildi. Hazret-i Ömer'in halîfeliği sırasında Medîne'ye geldi. Çok alaka ve hürmet gördü. Önceleri kendi memleketi Yemen'de yaşadı. Sonra Basra'ya gitti.

Veysel Karanî hazretleri, Yemen'de iken deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Geçimi, yaşaması pek sadeydi. Hasta, ama ve ihtiyar annesinden başka kimsesi yoktu. Güttüğü develer için belli bir ücret istemez, ne verirlerse kabul ederdi. Fakir olanlardan hiç ücret almazdı. Aldığının yarısını sadaka olarak fakirlere dağıtır, kalanını da kendi ihtiyaçlarına ve annesine harcardı.

Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca sevgili Peygamberimizin aşkı ile yanıp tutuştu. Bir an bile Rabbini unutmadı. Kulluğunda o dereceye yükseldi ki, her hali, her hareketi ve her sözü insanlara ibret ve nasîhat oldu. Kimseden incinmemiş ve kimseyi incitmemiştir. Onun en önemli vasfı; Peygamber efendimize olan aşkı, ibadete canla başla devamı ve annesine saygısıdır. Annesine çok hizmet edip, hayır duasını aldı. Resûlullah efendimizi görmeği çok arzu ediyordu. Defalarca Peygamber efendimizi görmek için annesinden izin istedi. Annesi, kendisine bakacak kimsesi olmadığı için izin veremedi.

Peygamber efendimiz; 'Üveys-i Karnî, ihsan ve iyilikte Tabiînin hayırlısıdır.' buyurdu. Resûlullah efendimiz, zaman zaman mübarek yüzünü Yemen tarafına döndürür ve; 'Yemen tarafından rahmet rüzgarı estiğini duyuyorum.' buyururdu. 'Kıyamette Allahü teala Üveys sûretinde yetmiş bin melek yaratır ve Üveys'i onların arasında Arasat'a götürürler. Cennet'e gider ve Allahü tealanın dilediği (bildirdiği)nden başka mahlûk hangisinin Üveys olduğunu bilmez.' 'Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebî'a ve Mudar kabîlelerinin koyunları kıllarının adedince kişiye kıyamette şefaat edecektir.' buyurdu. Arabistan'da bu iki kabîlenin koyunları kadar kimsenin koyunu olmadığı söylenmiştir. Eshab-ı kiram; 'Ya Resûlallah, bu kimdir?' dediler. Peygamber efendimiz; 'Allah'ın kullarından biri.' buyurdu. Biz hepimiz kullarız, ismi nedir? dediler. 'Üveys.' buyurdu. Nerelidir? dediler. 'Karnlıdır.' buyurdu. O sizi gördü mü? dediler. 'Baş gözü ile görmedi.' buyurdu. Hayret, size bu kadar aşık olsun da, hizmet ve huzûrunuza koşup gelmesin! dediler. 'İki sebepten: Biri hallerine mağlubdur. İkincisi ise benim dînime bağlılığından dolayıdır. İhtiyar bir annesi vardır. Îman etmiştir. Gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar.' buyurdu. Biz onu görür müyüz dediler. Hazret-i Ebû Bekr'e; 'Sen onu kendi zamanında göremezsin.' Ama hazret-i Ömer ve hazret-i Ali'ye; 'Siz onu görürsünüz. Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktarı beyazlık vardır. Bu baras hastalığı beyazlığı değildir. Ona varınca, benim selamımı söyleyin ve ümmetime dua etmesini bildirin.' buyurdu.

Veysel Karanî hazretleri gece-gündüz ibadet ve taatle vakit geçirirdi. Kendini halktan gizlerdi. İlk zamanlar herkes ona dîvane gözü ile bakıyordu. Sonradan onun büyüklüğünü anladılar, çok ikram ve hürmet göstermeye başladılar. Bunun üzerine, annesinin vefatından sonra Karn köyünden çıkıp Kûfe şehrine gitti.

Peygamber efendimizin vefatı yaklaşınca, hırkanızı kime verelim? dediler. 'Üveys-i Karnî'ye verin.' buyurdu. Resûlullah'ın vefatından sonra hazret-i Ömer ile hazret-i Ali Kûfe'ye geldiklerinde, Ömer (radıyallahü anh) hutbe esnasında; 'Ey Necdliler, kalkınız!' buyurdu. Kalktılar. Aranızda Karn'dan kimse var mıdır? buyurdu. Evet dediler ve birkaç kişiyi ona gönderdiler. Hazret-i Ömer, onlardan Üveys'i sordu. Biliyoruz. O, sizin bildiğinizden pek aşağı bir kimsedir. Dîvanedir, akılsızdır ve insanlardan kaçar bir hali vardır, dediler. 'Onu arıyorum, nerededir?' buyurdu. Arne vadisinde develerimize çobanlık yapmaktadır, biz de karşılığında ona akşam yiyeceği veririz, saçı-sakalı karışıktır, şehirlere gelmez, kimse ile sohbet etmez, insanların yediğini yemez; üzüntü ve neşe bilmez. İnsanlar gülünce, o ağlar; insanlar ağlayınca o güler dediler. 'Onu arıyorum.' buyurdu. Sonra hazret-i Ömer'le hazret-i Ali, onun olduğu yere gittiler. Onu namaz kılar gördüler. Allahü teala, develerini gütmesi için bir melek vazifelendirmişti. Namazı bitirip selam verince, hazret-i Ömer, kalktı ve selam verdi. Selamı aldı. Hazret-i Ömer; 'İsmin nedir?' diye sordu. 'Abdullah, yani Allah'ın kulu.' dedi. 'Hepimiz Allah'ın kullarıyız; esas ismin nedir?' diye sordu. 'Üveys' dedi. 'Sağ elini göster.' buyurdu. Gösterdi. Hazret-i Ömer; Peygamber efendimiz size selam etti. Mübarek hırkalarını size gönderip; 'Alıp giysin, ümmetime de dua etsin.' diye vasiyet buyurdu, dedi.

'Ya Ömer! Ben zayıf, aciz ve günahkar bir kulum. Dikkat buyur, bu vasiyet başkasına aid olmasın?' deyince; 'Hayır ya Üveys, aradığımız kimse sensin. Peygamber efendimiz senin eşkalini ve vasfını belirtti.' cevabını verdi.

Bunun üzerine, Hırka-i şerîfi hürmetle aldı, öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü. Sonra; 'Siz burada bekleyin.' dedi. Yanlarından ayrıldı. Biraz ileride hırkayı yere bırakıp, yüzünü yere koydu. Cenab-ı Hakk'a şöyle duada bulundu:

'Ya Rabbî! Sevgili Peygamber efendimiz, ben fakir, aciz kuluna hazret-i Ömer ve hazret-i Ali ile Hırka-i şerîflerini göndermiş.' dedi. Günahkar olan bütün müslümanların affı için dua etti. Bir çok günahkar müslümanın affolduğu bildirilince, Hırka-i şerîfi hürmetle giydi.

Veysel Karanî hazretleri, kendisine hırka verildikten sonra Yemen'den Kûfe'ye gitti. Kûfe'ye gittikten sonra çok az kimse onu görebildi. Görenlerden biri Harem bin Hayyan'dır. Harem bin Hayyan anlatır: 'Üveys'in şefaatinin ne derecede olduğunu bildiren hadîsi işitince, onu görmek istedim. Kûfe'ye gidip, onu aradım. Nihayet Fırat Nehri kenarında abdest alırken buldum. Daha önce hakkında malûmatım olduğundan onu tanıdım. Selam verdim. Selamımı aldı. Bana baktı. Müsafeha etmek istedim, elini vermedi. 'Allah sana merhamet eylesin, seni bağışlasın ey Üveys, nasılsın?' dedim. Onu o kadar sevmiştim, ona o kadar acımıştım ki ağladım. Çünkü çok zayıftı. O da ağladı ve; 'Allah sana hayırlı ömür versin, ey Harem bin Hayyan! Nasılsın ey kardeşim! Beni sana kim gösterdi?' dedi. İsmimi ve babamın ismini nasıl bildin ve hiç görmeden beni nasıl tanıdın? dedim. 'Her şeyi bilen ve her şeyden haberi olan bana bildirdi. Rûhum senin rûhunu tanıdı. Çünkü müminlerin rûhları birbirlerini tanırlar, birbirlerini görmeseler de!' dedi.'

Resûlullah efendimizden bana bir haber ver, dedim. 'Ben onu görmedim, O'nun haberini başkalarından işittim. Hadîs yolunu kendime açmayı istemem. Muhaddis, müftü veya müzekkir olmayı istemem. Benim meşguliyetim vardır. Bunlarla uğraşamam.' dedi. Bana bir ayet okuyun. Sizden duyayım dedim. Elimi tuttu. Eûzü besmele okudu ve çok ağladı. Sonra; 'Cinleri ve insanları beni tanımaları, ibadet etmeleri için yarattım.' (Zariyat sûresi: 56) 'Gökü, yeri ve ikisi arasındakileri oyun olsun diye yaratmadım.' (Enbiya sûresi: 16) mealindeki ayet-i kerîmeleri okudu. Sonra bir feryad etti. Aklının gittiğini sandım. Sonra; 'Ey Hayyan'ın oğlu, sen buraya niçin geldin?' dedi. Seni tanımak, seninle sohbet etmek arzusu ile dedim. 'Bir kimsenin Allahü tealayı tanıdıktan sonra, herhangi bir kimse ile ahbablık etmek istemesine hiçbir zaman bir mana veremem.' dedi. Bana vasiyet, nasihat et dedim. 'Yattığın zaman ölümü yastığının altında bil. Kalkınca da karşında bulundur. Günahın küçüklüğüne değil, onunla asî olmaklığının büyüklüğüne bak! Günahı küçük tutarsan, onu yasak eden Rabbini küçük tutmuş olursun. Onu büyük tutarsan, Rabbini büyük tutmuş olursun.' dedi. Nereye yerleşmemi tavsiye edersin? dedim. 'Şam'a' dedi. Orada geçim nasıldır. dedim. 'Şüphenin ağır bastığı şu kalbe yazıklar olsun, nasihat kabul etmez.' dedi. Bana bir tavsiyede daha bulun? dedim. 'Ey Hayyan'ın oğlu! Baban öldü, Âdem aleyhisselam, Davûd aleyhisselam, Muhammed Resûlullah öldüler. Halîfesi Ebû Bekir öldü. Kardeşim Ömer öldü. Ah Ömer!.. Ah Ömer!..' dedi. Allah sana rahmet eylesin, hazret-i Ömer ölmemiştir dedim. 'Allahü teala, onun öldüğünü bana bildirdi.' dedi. Salevat okuyup, kısa bir duadan sonra şu vasiyeti yaptı: 'Ben ve sen, ölülerdeniz. Allah'ın kitabını ve onda bildirilen sırat-ı mustakîmi, doğru yolu elden bırakma ve ölümü bir an unutma! Kavmine ve akrabana varınca onlara nasihat et ve Allah'ın kullarına öğüt vermekten geri durma. Ehl-i sünnete uymaktan bir adım ayrılma ki, dînini kayıp edersin de haberin olmaz ve Cehennem'e düşersin.' Birkaç dua daha etti, sonra; 'Git Harem bin Hayyan, bir daha ne sen beni gör, ne de ben seni! Beni dua ile hatırla, ben de seni dua ile anarım. Sen bu taraftan git, ben de şu taraftan gideyim.' dedi. Bir zaman onunla gitmek istedim. Bırakmadı. Gitti, ağlıyordu. Ben de ağladım. Ardından baktım durdum. Gözden kayboluncaya, şehre girinceye kadar baktım. Hala ondan bir haber alamadım.

Devamlı ibadet ve tefekkür halindeydi. Devamlı insanlardan uzak yaşar kimseyle görüşmezdi. 'Benimle en çok konuşan, hazret-i Ömer ve hazret-i Ali'dir.' demiştir.

Veysel Karanî hazretleri Mekke'de hac yapıp, Medîne'ye gidince, işte Resûlullah'ın türbesi burasıdır diye kendisine gösterildi. Kendinden geçerek düşüp bayıldı. Ayılınca; 'Beni buradan götürün. Resûlullah efendimizin medfûn bulunduğu bir beldede benim için yaşamanın tadı olmaz.' buyurdu.

Rebî' bin Haysem anlatır: Üveys'i görmeye gittim. Sabah namazında idi. Bitirdi, tesbihlerin sonuna kadar bekleyeyim dedim. Kuşluğa kadar kalkmadı. Kalktı kuşluk namazı kıldı. Öğle oldu, öğleyi kıldı. Velhasıl üç gün namazdan kalkıp, dışarı çıkmadı. Yemedi, uyumadı. Dördüncü gece ona kulak verdim. Gözüne uyku gelmişti. Derhal münacaata başladı ve; 'Ya Rabbî, çok uyuyan gözden, çok yiyen karından sana sığınırım.' dedi. Bana bu yeter dedim ve halini bozmadan kalkıp gittim.

Geceleri hiç uyumazdı. Bir gece; 'Bu gece kıyam gecesidir.' dedi. Diğer gece, 'Bu gece rükû gecesidir.' Öbür gece, 'Bu gece secde gecesidir.' dedi. Bir geceyi kıyam, bir geceyi rükû, bir başka geceyi de secdeyle geçirdi. 'Ey Üveys, bu kadar uzun geceyi bir halde geçirmeye nasıl katlanıyorsun?' dediklerinde; 'Secdede, sabah oluyor da, ben hala bir kere Sübhane Rabbiyel a'la diyemem. Halbuki üç tesbih sünnettir. Bunu yapamamamın sebebi, meleklerin ibadetini yapmak istememdir. Buna ise gücüm yetmemektedir.' dedi.

Kendisine, namazda huşû nedir? dediklerinde; 'Böğrüne iğne batırılsa, namazda duymamaktır.' dedi. Kendisine nasılsın? dediler: 'Sabahleyin kalkıp, akşama sağ çıkacağını bilmeyenin hali nasıl olur?' dedi. İş nasıldır? dediler. 'Ah, yolun uzaklığından azıksızlıktan, ah!' dedi.

Birisi Veysel Karanî hazretlerini ziyarete gitti. Ona hitaben; 'Ey Allahü tealanın sevgili kulu! Bana bir nasîhatta bulun?' dedi. Veysel Karanî hazretleri; 'Allahü tealayı bilir misin?' Evet bilirim. 'Öyle ise, Allahü tealadan gayri şeyleri unut. Bu yetişir.' buyurdu.

Ya Üveys, bir nasihat daha söyle! 'Allahü teala seni bilir mi?' Evet bilir. 'Öyle ise, Allah'tan gayrisi seni bilmesin. Allahü tealanın bilmesi senin için kafidir.' dedi.

Veysel Karanî hazretlerini çocuklar bazan taşa tutardı. O ise çocuklara; 'Yavrucaklar mutlaka beni taşa tutmanız gerekiyorsa, hiç olmazsa küçük taş atın da ayaklarımı kanatıp namaz kılmakta bana zorluk olmasın.' derdi.

Veysel Karanî bir defasında üç gün üç gece yemek yememişti. Dördüncü gün sabahı dışarı çıktı. Yolda bir altın para gördü. Bir kimseden düşmüştür deyip, almadı. Açlığını gidermeye çalışırken, bir koyunun kendisine doğru geldiğini gördü. Koyun, ağzında o bir altınla önünde durdu. Bir kimsenin olabilir deyip, yüzünü çevirdi. Koyun dile gelip; 'Ben de, senin kulu olduğun zatın kuluyum. Allah'ın rızkını Allah'ın kulundan al.' dedi. Altını almak için elini uzatınca, onu eline bıraktı ve koyun kayboldu.

Buyurdu ki:

'Allahü tealayı tanıyana hiçbir şey gizli kalmaz.'

'Ey insan bu fani hayatta Allah korkusunu kalbinden çıkarma! Kurtuluş çaresi O'na itaattedir.'

'Yüksekliği aradım, tevazuda buldum. Başkanlık aradım, halka nasihatta buldum. Neseb aradım, takvada buldum. Şeref aradım, kanaatte buldum. Rahatlık aradım, zühdde buldum. Zenginlik aradım, tevekkülde buldum.'

Veysel Karanî hazretlerine Peygamber efendimiz tarafından hediye edilen Hırka-i şerîf, Van civarında İrisan Beylerine kadar gelmiş ve 1618 senesinde, Osmanlı padişahlarından Sultan İkinci Osman Hana getirilip hediye edilmiştir. Sultan Abdülmecîd Han, bu Hırka-i şerîf için Fatih civarında Hırka-i Şerîf Camisini yaptırmıştır. Günümüzde bu hırka, her sene Ramazan ayında camekan içinde halkın ziyaretine açık tutulmaktadır.

KEFEN

Veysel Karanî hazretlerine; 'Şuracıkta bir adam var. Otuz senedir, bir mezar kazdı, kefenini giydi, o kabrin başında oturmuş ağlar, gecesi gündüzü yok' dediler. 'Beni oraya götürün.' buyurdu. Veysel Karanî'yi onun yanına götürdüler. Sararmış, zayıflamış, kurumuş, gözleri ağlamaktan çukurlaşmış halde idi. 'Ey kişi, bu kabir ve kefen, seni otuz senedir, Allah'dan alıkoydu. Sen Allah'ı düşünecek, zikredecek yerde, hep kefeni ve kabri düşündün.' buyurdu. O kişi, onun nûruyla o tehlikeyi kendinde gördü. Feryad ederek o kabre düşüp can verdi.