Kenan Mümtaz Akışık kimdir Kenan Mümtaz Akışık kimdir
Hazret-i Yusuf'tan sonra, Mısır'da, İsrailoğulları iyice artıp çoğaldı. Bunlar hazret-i Yakub ve hazret-i Yusuf'un bildirdikleri dîne inanıyorlar ve emirlerini yerine getiriyorlardı. Mısır'ın eski yerlisi Kıbtî kavmiyse yıldızlara ve putlara taparlardı ve İsrailoğullarına hakaret gözüyle bakar, başlarında bulunan firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı. Onların çoğalmasından endişe ederlerdi. Benî İsrail, Kıbtî kavminin kötü muamelelerinden ve firavunların ağır tekliflerinden bezmiş, usanmışlardı. Bu bakımdan dedelerinin eski yurtları olan Ken'an diyarına gitmek isterlerdi. Fakat firavunlar onların Mısır'dan çıkmasına izin vermeyip, eziyetlerini artırırlardı.

Mısır'ın idaresini elinde bulunduran ve firavun denilen krallar, kendilerine mezar olarak dağ gibi piramitler yaptırıyorlar ve bu piramitlerin yapımında binlerce insanı zorla çalıştırıyorlardı. Allahü tealayı inkar edip, ilahlık davasında bulunuyorlardı. Bu zamanda falcılık, sihirbazlık meslek haline getirilmiş ve ülkenin her tarafında kahinler, sihirbazlar türemişti. Bu sırada Mısır halkının başında bulunan Firavun bir gece rüyasında Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır'ın yerli halkı Kıbtîleri yaktığını, İsrailoğullarına ise hiç zarar vermediğini gördü. Bu rüyayı yorumlayan kahinler, İsrailoğullarından bir erkek çocuk dünyaya gelecek, senin saltanatını yıkacak ve sen helak olacaksın, dediler. Bunun üzerine Firavun on iki kabîle halinde olan ve her bir kabîlenin başında bir idarecisi bulunan İsrailoğullarının birleşmesinden de iyice endişelendi. İsrailoğullarından doğacak erkek çocukların öldürülmeleri için kanun çıkardı.

Bu hadise karşısında İsrailoğullarının sıkıntıları iyice arttı. Firavun'un emrine karşı gelenler topluca öldürülmeye başlandı. Bu sırada doğan Musa aleyhisselamın annesi onun da öldürülmesinden korkmuş ve çok endişelenmişti. Kur'an-ı kerîm'de onun kalbine mealen şöyle ilham edildiği bildirilmektedir:
'Musa'nın annesine şöyle ilham ettik: Bu çocuğu (Musa'yı) emzir; sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya (Nil Nehrine) bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılmasından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız.' (Kasas sûresi: 7)

Musa aleyhisselamın annesi onu bir sandığın içine koyup Nil Nehrine bıraktı. Nehir üzerinde akıp giderken akıntı onu Firavun'un sarayına doğru sürükledi. Firavun'un hanımı Âsiye, sandığı görerek yakalayıp saraya götürdü. Sandığı açıp içinde nûr topu gibi bir çocuk görünce onu can u gönülden sevip; 'Aman bunu öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize yarar, yahut onu oğul ediniriz...' dedi. Onu emzirmek için pekçok süt analar getirtti. Musa aleyhisselam hiçbirisinin memesini almadı.

Annesi, çocuğunun Firavun'un sarayına alındığını ve süt annesi arandığını öğrendi. Süt annesi olabileceğini söylemesi için kızını yani hazret-i Musa'nın kardeşini gönderdi. Kardeşi saraya gidip; 'Size bu çocuğu emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber vereyim mi?' dedi. Bunun üzerine Musa aleyhisselamın annesini getirttiler. Musa aleyhisselam onun memesini aldı ve bunun üzerine Firavun'un hanımı Âsiye onu süt anneliğine kabûl etti. Böylece kimsenin haberi olmaksızın kendi oğlunu Firavun'un sarayında emzirip büyüttü...

Musa aleyhisselam Firavun'un sarayında büyüdükten sonra sarayı terkedip akrabasının ve büyük kardeşi Harun'un yanına gitti. Bir gün gördü ki; İsrailoğullarından biriyle bir Kıbtî kavga ediyor. Hazret-i Musa aralarına girip ayırmak için Kıbtîyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Kıbtî yere düşüp öldü. Hazret-i Musa elinden böyle bir kaza çıkmasına üzüldü. Firavun'un şerrinden çekinip, Mısır'dan ayrılarak Medyen'e gitti. Orada peygamber olan Şuayb aleyhisselamla buluşup, on sene Medyen'de kaldı ve Şuayb aleyhisselamın kızıyla evlendi. Daha sonra Mısır'a gitmek üzere Medyen'den ayrıldı.

Tur Dağına geldiği sırada mekansız olarak Allahü teala ile konuştu. Kendisine ve kardeşi Harun aleyhisselama peygamberlik verildi. Elindeki asanın yılan olması mucizesi ve elini koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık yayması mucizeleri verildi. Sonra da Kur'an-ı kerîm'de mealen şöyle vahyedildiği bildirilmektedir:
'Bu iki mucize Firavun ve adamlarına karşı Rabbinin iki delîlidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir. Firavun'a git, doğrusu o azmıştır.' (Kasas sûresi: 32-33)

Hazret-i Musa Mısır'a varıp, kardeşi Harun aleyhisselam ile görüşüp, durumu anlattı. Firavun'a gidip onu dîne davet ettiler. İsrailoğullarını serbest bırakmasını istediler. Firavun ilahlık davasında bulunarak kabûl etmedi. Bunun üzerine Musa aleyhisselam elindeki asasını yere bıraktı. Kocaman bir ejderha olup, hareket etmeye başladı. Elini koynuna sokup çıkardı, eli bembeyaz göründü. Bu mucize karşısında şaşırıp kalan Firavun, durumu vezirlerine anlatınca, o sihirbazdır dediler. Hazret-i Musa; 'Size gelen gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz. Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan Allahü tealanın verdiği bir mucizesidir.' diyerek onları îmana çağırdı. Firavun ve adamları hazret-i Musa'nın sözlerini dinlemediler. Gösterdiği mucizelere inanmayıp, sihirdir diye ısrar ettiler. Firavun; 'Ey Musa! Sihirbazlığın ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz de sana sihir göstereceğiz. Bir vakit ve yer tayin et.' diyerek ülkesindeki bütün sihirbazları topladı.

Musa aleyhisselam Allahü tealaya dua ederek, sihirbazlarla karşılaşmayı kabûl etti. Mısır halkı önünde sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar ellerindeki ip ve sopaları yere attılar, göz bağcılık ile bir takım yılanlar geziyor gibi gösterdiler. Bu sırada Musa aleyhisselam elindeki asasını yere bırakıverdi. Mucize olarak dehşetli ve çevik bir ejderha olup, sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri yuttu. Bunu gören sihirbazlar; 'Bu mutlaka insan gücünün dışında bir mucizedir.' dediler ve hazret-i Musa'ya îman ettiler. Bu hadise karşısında Firavun iyice azgınlaşıp, baskı ve zulmünü arttırdı. Musa aleyhisselama inananları şehit ettirdi. Hazret-i Musa'ya îman etmiş olan kendi hanımı Âsiye'yi de şehit etti.

Firavun ve kavmi küfürde ve imansızlıkta ısrar edince, Allahü teala onlara çeşitli belalar verdi. Önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa tutuldular. Sonra su baskını, çekirge, haşarat ve kurbağa istilasına uğradılar. Başlarına bela geldikçe hazret-i Musa'ya gidip belanın kaldırılmasını ve îman edeceklerini söylediler. Fakat bela kalkınca azgınlıklarına devam ederek îman etmediler. Tekrar belalar başlarına geldi. Buna rağmen îman etmediler. Firavun ve kavmine gönderilen bu belalar Kur'an-ı kerîm'in A'raf sûresinde bildirilmektedir.

Firavun ve kavmi, Musa aleyhisselamın gösterdiği mucizeler karşısında İsrailoğullarının Mısır'dan gitmelerine izin verdi. Musa aleyhisselam bir vakit tayin ederek bir gece vakti bütün İsrailoğullarını toplayıp Mısır'dan çıktı. Bunun üzerine Firavun izin verdiğine pişman oldu. Derhal askerini toplayıp, peşlerine düştü ve sabaha doğru onlara Kızıldeniz kenarında yetişti. Önlerinde denizi arkalarında düşmanı gören İsrailoğulları endişeye kapıldılar. Bu sırada Allahü teala Musa aleyhisselama mealen;
'Asan ile denize vur.' (Şuara sûresi: 63) diye vahyetti. Hazret-i Musa bu emir üzerine asasını denize vurdu. Deniz hemen ikiye ayrıldı her bir tarafı yüksek bir dağ gibiydi. Önlerine çok geniş ve kupkuru on iki tane yol açıldı. On iki sülale olan İsrailoğulları bu yollardan yürüyüp karşıya geçtiler. Firavun, askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca, açılan yol kapanıp sular kavuştu. Firavun, askerleriyle birlikte boğuldu.

Firavun boğulmak üzere iken 'inandım' demişse de onun ye'se kapılarak söylediği bu sözü kabul olunmadı. Bu hususta Kur'an-ı kerîm'de mealen şöyle buyrulmaktadır:
'İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla arkalarına düştüler. Firavun boğulacağı anda, 'İsrailoğullarının îman ettiğinden (Allah'tan) başka bir ilah olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım.' dedi.' (Yunus sûresi: 90) Ancak Allahü teala Firavun'un îmanını kabul etmedi ve ona Cebrail aleyhisselam vasıtasıyla şöyle hitap buyurdu:
'Şimdi mi inandın daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.' (Yunus sûresi: 91) 'Biz de bugün seni cansız bedeninle denizden yüksek bir yere atacağız ki, arkadan geleceklere bir ibret olasın. Bununla beraber doğrusu insanlardan birçok kimseler ayetlerimizden (ibret verici mucizelerimizden) gafildirler.' (Yunus sûresi: 92) Tefsîr alimlerinden Zemahşerî bu ayeti şöyle tefsir etmiştir:
'... Seni deniz kenarında bir köşeye atacağız... Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış halde çıplak ve elbisesiz olarak, senden asırlar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacağız.'

Firavun'un cesedi bir İngiliz araştırma ekibi tarafından Kızıldeniz kenarında kumlar arasında bulunarak İngiltere'ye götürülmüştür. Hadisenin olduğu zamandan bugüne kadar üç bin yıl geçmiş olmasına rağmen, Firavun'un vücudu bozulmamış, etleri dökülmemiş, tüyleri kaybolmamış haliyle secde eder vaziyette Londra'daki meşhur British Museum'da sergilenmektedir.

Musa aleyhisselam Kızıldeniz'i geçtikten sonra, İsrailoğullarını Ken'an diyarına doğru götürdü. Yolda putperest bir kavmin yurduna uğradılar. Bu kavim öküz sûretinde yapılmış bir puta tapıyorlardı. Onların bu halini gören İsrailoğulları onlara meyl ettiler. Hazret-i Musa'ya; 'Ya Musa! Onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap.' dediler. Hazret-i Musa onlara; 'Siz cahil bir kavimsiniz. Allahü teala size nîmet ve kurtuluş verdi. Allahü tealaya îman ediniz, şirkten ve putlardan kaçınınız...' diye nasîhat etti.

Allahü teala Musa aleyhisselama bir kitap indireceğini vadetmişti. Tûr Dağına çıkması bildirildi. Musa aleyhisselam, kardeşi Harun'u (aleyhisselam) yerine vekil bırakıp, kendisi Tûr Dağına gitti. Kırk gün Tûr Dağında kalıp, ibadet etti. Vasıtasız olarak Allahü tealanın kelamını işitti. Bu sırada Tevrat kitabı nazil oldu.

Musa aleyhisselam Tûr'da iken, Samirî adında bir münafık İsrailoğullarının ellerindeki altınları topladı. Eriterek bir buzağı heykeli yapıp işte sizin ilahınız budur diyerek İsrailoğullarını aldatınca, buzağıya tapmaya başladılar. Harun aleyhisselam her ne kadar nasîhat ettiyse de dinlemeyip, ona karşı çıktılar.

Musa aleyhisselam Tûr'dan dönünce, bu hale çok gadaplanıp Samirî'yi reddetti ve yaptığı buzağı heykelini yakıp denize attı. Samirî de insanlardan ayrı ve uzak, vahşî bir şekilde, başkaları ona yaklaşamadığı gibi, o da başkalarına yaklaşamaz halde yaşadı. Bu halde bulunan Samirî sahrada perişan bir halde helak oldu. Harun aleyhisselama bu durumu sorunca; 'Nasîhat ettim dinlemediler. Az kaldı beni öldüreceklerdi.' dedi. Böylece hazret-i Musa'nın gadabı geçti. Onlara, kendisine Tevrat'ın indirildiğini bildirdi. İsrailoğulları da Tevrat'ta bildirilen hükümlerle amel etmeye başladılar. Putlara tapmaktan vazgeçtiler. Şirkten kurtulup, Allahü tealaya îman ve ibadet ettiler.

İsrailoğulları Tih Sahrasında kaldıkları sırada Musa aleyhisselamın bildirdiklerine uymayıp yine taşkınlık gösterdiler. Musa aleyhisselamdan çeşitli isteklerde bulundular. Allahü teala Musa aleyhisselamın duası üzerine, Tîh Sahrasında susuz kalan İsrailoğullarına su ihsan etti. Allahü tealanın emriyle Musa aleyhisselam asasını yere vurup, on iki tane pınar fışkırıp İsrailoğulları içtiler. Allahü teala onlara 'selva' denilen bıldırcın eti ve 'men' denilen kudret helvası ihsan etti. Nihayet; 'Biz bunları yemekten usandık, bakla, soğan gibi hubûbat ve sebze isteriz' dediler.

Bu nîmetlere karşı nankörlük yapan İsrailoğulları, Musa aleyhisselamın Ken'an diyarında bulunan Cebbar (zalim) kavimlerle harp etmeleri isteğini de kabul etmediler. Musa aleyhisselama; 'Sen ve Rabbin cebbarlara karşı gidip savaş edin.' dediler. Musa aleyhisselamın akrabalarından olan Karun, Musa aleyhisselama karşı iftirada bulunduğu için malları ve servetiyle yerin dibine battı. İsrailoğulları böyle taşkınlıklar gösterdikleri için Allahü teala onları kırk sene müddetle Tîh Sahrasında kalmakla cezalandırdı. Kırk sene müddetle Tîh Sahrasında şaşkın ve perişan bir halde dolaşan İsrailoğulları, perişan halde telef oldular.

Nihayet aradan epey bir zaman geçip İsrailoğullarının çocukları itaatkar ve savaşacak bir tarzda yetiştiler. Bu sırada Harun aleyhisselam da vefat etti.

Musa aleyhisselam, İsrailoğullarını alıp, Lut Gölünün güney tarafına getirdi. Buradan da hareket ederek Üç bin Unk adında zalim bir kralın ordusu ile savaş yapıp galip geldiler. Böylece Şeria Nehrinin doğusuna sahip oldular. Eriha şehrinin karşısındaki dağa çıktılar. Buradan Ken'an diyarı gözüküyordu. Bu sırada yüz yirmi yaşında bulunan Musa aleyhisselam vefat etti.

Musa aleyhisselamın nerede vefat ettiği ve kabrinin nerede olduğu husûsunda muhtelif rivayetler vardır. Kudüs civarında veya Nebû Dağında olduğu bu rivayetlerdendir. Hazret-i Musa'nın şerîati (bildirdiği dîni) hazret-i İsa'nın gönderilmesine kadar devam etti. İkisi arasında gelen peygamberler hep Musa aleyhisselamın şerîatı ile amel etmekle mükellef oldular. İsrailoğulları daha sonra Tevrat'ı değiştirip hak dinden uzaklaşıp yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Bunlara Yahudiler denilmiştir.

Musa aleyhisselamın mucizeleri:
1. Asasının ejderha (büyük yılan) olması.

2. Yed-i Beyda: Sağ elini koynuna sokup çıkarınca, güneş gibi parlaması. Bu nûru gören düşmanları kaçışırlardı.

3. Kavmiyle Kızıldeniz'in kenarına gelince aasasını vurup denizde yol açması.

4. Tîh Sahrasında kavminin susuz kalıp, su istemeleri üzerine asasını bir taşa vurup Benî İsrail'in kabîleleri adedince, on iki pınar akıtması.

5. Firavun ve Kıbtî kavmi İsrailoğullarına zulüm ettiği ve Musa aleyhisselama inanmayıp isyan ettiklerinde, Allahü teala hazret-i Musa'ya tûfan mucizesini vermiştir. Çok şiddetli yağmur yağdı. Öyle bir karanlık ve fırtına oldu ki, kimse evinden dışarı çıkamadı. Ayın ve güneşin ışığı görünmez oldu. Kıbtîlerin evlerini su bastı. Ayakta durur oldular. Su boğazlarına kadar yükseldi. İsrailoğullarının evlerine ise bir damla su girmedi. Firavun ve Kıbtî kavmi, bu belanın kaldırılmasını ve îman edeceklerini söylediler. Kaldırıldı fakat yine îman etmediler ve başka belalara dûçar oldular.

6. Kıbtî kavminin ekinlerini, meyvelerini ve giydikleri elbiselerini, evlerinin tavanlarını yiyen çekirge sürülerinin istilasına uğramaları mucizesi. Bu çekirgeler İsrailoğullarına hiç dokunmayıp, Firavun'un kavmi Kıbtîlere musallat olmuştur.

7. Kumnel yani bit ve ekin böceği denen haşeratın Musa aleyhisselamın mucizesi olarak Kıbtî kavmine musallat olması.

8. Kurbağa mucizesi. Kıbtî kavmi her belaya tutuldukça, bela kaldırıldığında îman edeceklerini söylemelerine rağmen, sözlerinden vazgeçmeleri üzerine üst üstüne belaya tutuldular. Kurbağaların istilasına uğramaları da bu şiddetli belalardan biridir. Kurbağalar, yiyeceklerine, içeceklerine düşer, kalırdı. Bir söz söylemek isteseler ağızlarını açarken birkaç küçük kurbağa ağızlarından mîdelerine girerdi. Geceleri üzerlerinde toplanan kurbağaların seslerinden uyuyamazlardı. Firavun, bu bela kaldırıldığı taktirde, îman edeceğini söylemesine rağmen, bela kalkınca yine îman etmedi.

9. Kan belası. Mısır'da bulunan bütün sular, Kıbtîlerin kaplarına doldurulurken kan halini alırdı. Böylece susuzluktan çaresiz kalmışlardı. İsrailoğullarına ise böyle bir şey olmazdı.

10. İsrailoğullarından biri öldürüldüğü vakit kimin öldürdüğü bilinemeyince, Musa aleyhisselamın duası ile dirilip, kendisini öldüreni haber vermiştir.

11. Musa aleyhisselam kavmiyle Tîh Çölüne geldiği zaman, kavminin yiyeceği kalmadığı için, Musa aleyhisselama gelerek çoluk-çocuğumuzla açlığa dayanamıyoruz, dediklerinde Musa aleyhisselam Allahü tealaya dua etti. Kudret helvası ve bıldırcın kebabı indi. Her ne zaman isteseler önlerinde hazır olurdu.

12. Hazret-i Musa'nın duası ile kuraklıktan kavrulup kuruyan ekinler, otlaklar ve meyveler eski halini almıştır.

13. Hazret-i Musa Tîh Sahrasında bulunan İsrailoğullarının durumunu merak edince bir kurt gelip onların hallerini haber vermiştir.

14. Hazret-i Musa'nın duasıyla sarı dikenler altın olmuştur. Malı ve zenginliğiyle gururlanıp isyan etmesinden dolayı malı ve mülkü ile birlikte yere batırılan Karun, bu mucize karşısında aciz kalıp, hased ederdi.

15. Yolculukta hazret-i Musa'ya uzun mesafeler kısalır, kısa zamanda çok uzak mesafeleri katederdi.

Kur'an-ı kerîm'de Musa aleyhisselamdan 136 yerde bahsedilmektedir. Hakkında çok hadîs-i şerîf vardır. Yine Kur'an-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerde Hızır aleyhisselam ile yaptıkları seyahat bildirilmektedir. Vahyi tebliğ için Cebrail aleyhisselam ona dört yüz kere gelmiştir.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyorlar ki:
'Kendimi, peygamberler arasında gördüm. Musa aleyhisselam ayakta namaz kılıyordu. Esmerdi, saçları dağınık ve sarkık değildi. Zat kabilesinden bir yiğit gibiydi.'

'... Sonra bizi altıncı semaya doğru yükseltti. Cibrîl (aleyhisselam) onun kapısını çaldı. Kim o! denildi. Cibrîl'dir dedi. Yanındaki kimdir? denildi. Muhammed'dir dedi. O'na 'davet' gönderilmiş midir? denildi. Cibrîl O'na 'davet'gönderilmiştir dedi. Onun üzerine bize açıldı. Ben orada Musa (aleyhisselam) ile karşılaştım. Bana merhaba dedi ve hayır dua eyledi.'